“Unutursak kalbimiz kurusun!” dediğimiz katliamın üzerinden tam 9 yıl geçti. 9 yıldır yürekte harlanan ateş…
Bu topraklarda takvimler Aralık’ı gösterdiğinde, sönmeyen ateşlerden Roboski gelir akla. 28 Aralık 2011’de devlet 34 kürdü katletmişti hani, bilirsiniz.
Hani -yanlarında 50 kadar katırla- 34 kürt, onları aynı dili konuştukları insanlarla ayıran devletin sınırını geçerek alışveriş yaparken Türk Hava Kuvvetleri’nin F-16 uçaklarından atılan bombalarla katledilmişti. Çoğu çocuk tam 34 kişi ve 50 katırın kanları akmıştı adına “barış” denilen süreçte o topraklarda; harlanmıştı o ateş.
Katliamın ardından devlet tarafından yapılan ilk açıklama, sınırdan geçenlerin kaçakçı değil “terör örgütü mensupları” olduğu yönündeydi. Devlet tarafından yapılan ilk açıklama geçerliliğini kaybettiğinde -yani sınırı geçerken katledilenlerin kaçağa çıkmış köylüler olduğu açığa çıktığında- bu kez katırların sırtında taşınanların petrol ya da sigara değil, silah olduğu iddia edilmişti. Bu da tutmayınca yapılan başka açıklamalarda, sınırı geçmek isteyenler arasında “Bahoz Erdal”ın yer aldığı istihbaratına sahip olunduğu iddia edilerek bu bombardıman meşrulaştırılmaya çalışılmıştı.
Bir süre sonra katliamlarla ilgili belgelerin bütününe “devlet sırrı”, soruşturmaya “gizlilik” damgası vurulmuş, katliamda kimsenin sorumluluğu olmadığı belirtilerek takipsizlik kararları verilmişti. Nihayetinde, Roboski’de yaşanan katliamla ilgili her şey devlet masasında sümen altı edilmişti; devlet, -göstermelik de olsa- bir dava bile açmamıştı ya, hatırlarsınız.
Devlet bir yandan barış süreci derken; öte yandan örtbas etmeye, unutturmaya çalışıyordu hani. “Kasıt yoktu.” diyerek, “Her kürtaj bir Roboski (Uludere)’dir söylemleriyle sansasyon yaratıp gündem değiştirerek, “tazminatsa tazminat” deyip kan parası ödemeye çalışarak; diğer katliamları gibi. Unutmamıştık ki…
1915’i, Zilan’ı, Dersim’i, 33 Kurşun’u, Newala Qesaba’yı, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi’yi, 1 Mayıs 77 Taksimi’ni, 16 Mart’ta Beyazıt’ı, Xalepçe’yi, 19 Aralık 2000’de Hayata Dönüş Operasyonu adı altında cezaevlerinde katledilenleri, her gün işlenen kadın cinayetlerini, her an iş kazası denilen işçi katliamlarını, Ceylan Önkol’u, Uğur Kaymaz’ı, katledilen diğer çocukları, Taksim direnişçilerini, “hendekler” bahanesiyle bodrumlarda katledilenleri, yaşam savunucularını, devrimcileri de unutmadık.
Roboski’yi unutmayacağımız gibi.
Yürekte harlanan ateş… Unutursak da kalbimiz kurusun hani.