Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 19. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.
Anarşistlerin sağa sola bombalar attığını, şiddete inandıklarını; anarşinin düzensizlik ve kargaşa anlamına geldiğini duydun.
Böyle düşünmen şaşırtıcı değil. Basın, kürsü ve yetkili herkes bununla sürekli kafanı ütüledi. Çoğu -sana söylememek için geçerli sebepleri olsa da- gerçeğin farkında. Senin de gerçekleri duymanın zamanı geldi.
Seninle dürüst ve açıkça konuşmak istiyorum. Sözüme güvenebilirsin çünkü ben şiddetin ve yıkımın insanları olarak gösterilen anarşistlerden sadece biriyim. Bu sebeple böyle bir şey varsa bilmeliyim ve saklayacak hiçbir şeyim yok.
“Şimdi, anarşizm gerçekten kargaşa ve şiddet anlamına mı geliyor?” diye merak ediyorsun.
Hayır dostum, kargaşayı ve şiddeti temsil eden kapitalizm ve devlettir. Anarşizm bunun tam tersidir; devletsiz bir düzen ve şiddetsiz bir barış demektir.
“Ama bu mümkün mü?” diye soruyorsun.
Şimdi konuşacağımız şey bu. Ama arkadaşın öncelikle anarşistlerin bomba atıp atmadığını veya herhangi bir şekilde şiddet kullanıp kullanmadığını bilmek istiyor.
Evet, anarşistler bomba attılar ve bazen şiddete başvurdular.
“İşte yakaladım!” diye haykırıyor arkadaşın “Ben de öyle düşünmüştüm.”
Sonuca varmak için acele etmeyelim. Anarşistler bazen şiddet uyguladılarsa bu anarşizmin şiddet demek olduğu anlamına mı gelir?
Kendine bu soruyu sor ve dürüstçe yanıtlamaya çalış.
Bir vatandaş asker üniforması giydiğinde bomba atması ve şiddet uygulaması gerekiyor. O halde vatandaşlığın bomba ve şiddeti temsil ettiğini mi söylersin?
İthamlarım sana şaşırtıcı gelebilir. Ama cevabı basitçe verebilirsin; belirli koşullar altında bir insanın şiddete başvurması gerekebilir. O insan bir demokrat, bir monarşist, bir sosyalist, Bolşevik veya anarşist olabilir.
Bunun tüm insanlar ve tüm zamanlar için geçerli olduğunu göreceksin.
Brütüs Sezar’ı öldürdü çünkü arkadaşının cumhuriyete ihanet edip kral olacağından korkuyordu. “Sezar’ı daha az sevdiği, Roma’yı daha çok sevdiği” için değil. Brütüs bir anarşist değildi. Sadık bir cumhuriyetçiydi.
William Tell -hikayelerden bildiğimiz kadarıyla- ülkesini baskıdan kurtarmak için zorbayı vurarak öldürdü. Tell, anarşizmi hiç duymamıştı.
Çok eski zamanlardan beri despotların, özgürlük aşığı öfkeli ellerde karşılaştıkları kaderin gerçekliğini vurgulamak için bu örneklerden söz ediyorum. Bu tür insanlar zorbalığa karşı isyankardı. Genellikle yurtseverler, demokratlar veya cumhuriyetçiler, bazen de sosyalistler veya anarşistlerdi. Eylemleri, yanlışlığa ve adaletsizliğe karşı bireysel isyan vakalarıydı. Anarşizmin bununla hiçbir ilgisi yoktu.
Antik Yunanistan’da bir despotu öldürmenin en yüksek erdem olarak kabul edildiği zamanlar vardı. Modern hukuk bu tür eylemleri yeriyor ancak insanların duyguları bu konuda eski günlerde kalmış gibi görünüyor. Dünyanın vicdanı tiranlar öldürüldüğünde hiç de sızlamıyor. Açık bir şekilde onaylanmasa bile, insanlığın yüreği bu tür eylemlere göz yumar ve hatta çoğu zaman gizlice sevinir. Amerika’da, Dünya Savaşı’nı başlatmaktan sorumlu tuttukları Alman Kayzer’i öldürmek isteyen binlerce yurtsever genç yok muydu? Yakın zamanda bir Fransız mahkemesi, Petlura Katliamı’nda Güney Rusya Yahudilerinden öldürülen binlerce erkek, kadın ve çocuğun intikamını almak için Petlura’yı öldüren adamı beraat ettirmedi mi?
Her ülkede her çağda tiran cinayetleri yaşandı; bu cinayetler genellikle ülkesini kendi canını bile feda edecek kadar seven kadın ve erkekler tarafından işlendi. Genellikle hiçbir siyasi partisi veya fikri olmayan kişilerdi, sadece tiranlıktan nefret ediyorlardı. Bazen de Bismarck’a suikast düzenlemeye çalışan dindar Katolik Kullmann veya Fransız Devrimi sırasında Marat’ı öldüren yanlış yola sapmış hevesli Charlotte Corday gibi dini fanatiklerdi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde üç başkan bireysel eylemlerle öldürüldü. Lincoln, 1865’te Güneyli demokrat John Wilkes Booth tarafından vuruldu; Garfield, 1881’de, bir cumhuriyetçi olan Charles Jules Guiteau ve McKinley, 1901’de Leon Czolgosz tarafından vuruldu. Üç kişiden yalnızca biri anarşistti.
En kötü zalimlere ev sahipliği yapmış olan ülke, aynı zamanda -doğal olarak- en fazla sayıda tiran cinayetine de ev sahipliği yaptı. Örneğin Rusya’yı ele alalım. Çarların yönetimi altında konuşma ve basın özgürlüğünün tamamen bastırılmasıyla, despotik rejimi hafifletmenin tek yolu, tiranın yüreğini “Tanrı korkusu” ile doldurmaktı.
Bu intikamcılar çoğunlukla en yüksek soyluların oğulları ve kızları, özgürlüğü ve insanları seven idealist gençlerdi. Diğer tüm yollar kapanmışken, ülkelerinin sefil koşullarını hafifletme umuduyla, kendilerini tabanca ve dinamite başvurmaya mecbur hissettiler. Nihilist ve terörist olarak biliniyorlardı. Anarşist değillerdi.
Modern zamanlarda bireysel siyasi şiddet eylemleri geçmişte olduğundan daha sık olmuştur. Örneğin İngiltere’deki kadın süfrajetler, eşit haklar taleplerini yaymak ve yerine getirmek için sık sık buna başvurdular. Almanya’da savaştan bu yana en muhafazakâr siyasi görüşlere sahip kişiler, krallığı yeniden kurma umuduyla bu tür yöntemleri kullandılar. Prusya Maliye Bakanı Karl Erzberger’i öldüren bir monarşistti ve Dışişleri Bakanı Walter Rathenau da aynı siyasi partiden biri tarafından vuruldu.
Dünya Savaşı’nın asıl nedeni ya da en azından bahanesi Avusturya’nın varisinin anarşizmi hiç duymamış bir Sırp yurtsever tarafından öldürülmesiydi. Almanya, Macaristan, Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz ve diğer tüm Avrupa ülkelerinde çok çeşitli siyasi görüşlere sahip insanlar; İtalya’daki faşistler, Amerika’daki Ku Klux Klan veya Meksika’daki Katolik Kilisesi gibi organize organlar tarafından uygulanan toptan siyasi terör yerine bireysel şiddet eylemlerine başvurdu.
Öyleyse anarşistlerin siyasi şiddet tekeline sahip olmadığını görüyorsun. Anarşistlerin bu tür eylemlerinin sayısı, diğer siyasi fikirlere ikna olmuş kişiler tarafından gerçekleştirilenlerle karşılaştırıldığında son derece azdır.
Gerçek şu ki her ülkede, her toplumsal harekette şiddet çok eski zamanlardan beri mücadelenin bir parçası olmuştur. Barış müjdesini vaaz etmeye gelen Nasıralı (İsa) bile para tüccarlarını tapınaktan çıkarmak için şiddete başvurdu.
Söylediğim gibi anarşistlerin şiddet üzerinde tekeli yoktur. Aksine anarşizmin öğretileri barış ve uyum, işgal etmeme, yaşamın kutsallığı ve özgürlüğün öğretileridir. Ancak anarşistler, insanlığın geri kalanı kadar -belki de daha fazla- insandır. Yanlışlık ve adaletsizliğe karşı daha duyarlıdırlar, baskıya daha çabuk kızarlar ve bu nedenle protestolarını ara sıra bir şiddet eylemiyle dile getirmekten muaf değildirler. Ancak bu tür eylemler belirli bir teorinin değil bireysel mizacın bir ifadesidir.
Devrimci fikirlere sahip olmanın, doğal olarak bir kişiyi şiddet eylemlerine yönlendirip yönlendirmeyeceğini sorabilirsin. Ben öyle düşünmüyorum çünkü şiddet yöntemlerinin en muhafazakâr görüşlere sahip insanlar tarafından da kullanıldığını gördük. Doğrudan karşıt siyasi görüşlere sahip kişilerin benzer eylemlerde bulunduğu bir ortamda bu tür eylemlerden fikirlerin sorumlu olduğunu söylemek pek mantıklı değildir.
Benzer sonuçların benzer nedenleri var ancak bu nedenler siyasi inançlardan değil daha ziyade bireysel mizaçtan ve şiddetle ilgili genel duygudan kaynaklıdır.
“Mizaç konusunda haklı olabilirsin.” diyorsun. “Devrimci fikirlerin siyasi şiddet eylemlerinin nedeni olmadığını görebiliyorum, aksi takdirde her devrimci bu tür eylemlerde bulunacaktır. Ancak bu tür görüşler, bu tür eylemlerde bulunanları bir dereceye kadar haklı çıkarmaz mı?”
İlk bakışta öyle görünebilir. Ama üzerinde düşünürsen bunun tamamen yanlış bir fikir olduğunu göreceksin. Bunun en iyi kanıtı -devlet ve onu ortadan kaldırmanın gerekliliği konusunda tamamen aynı görüşe sahip olan- anarşistlerin şiddet sorunu konusunda çoğu kez aynı fikirde olmamalarıdır. Tolstoycu anarşistler ve çoğu bireyci anarşist siyasi şiddeti kınarken diğer anarşistler bunu onaylıyor veya en azından haklı çıkarıyorlar.
Öyleyse anarşist görüşlerin şiddetten sorumlu olduğunu veya bu tür eylemleri etkilediğini söylemek mantıklı mı?
Dahası bir zamanlar bir propaganda aracı olarak şiddete inanan birçok anarşist bu konudaki görüşlerini değiştirdi ve artık bu tür yöntemleri desteklemiyor. Örneğin anarşistlerin “eylem yoluyla propaganda” olarak bilinen bireysel şiddet eylemlerini savundukları bir zaman vardı. Bu tür eylemlerle devleti ve kapitalizmi anarşizme dönüştürmeyi beklemiyorlardı, bir despottan kurtulmanın despotizmi ortadan kaldıracağını düşünmüyorlardı. Terörizm, halka karşı işlenen bir suçun intikamını almanın, düşmanda korku uyandırmanın ve aynı zamanda terör eyleminin yöneldiği kötülüğe dikkat çekmenin bir yolu olarak görülüyordu. Ancak günümüzde çoğu anarşist artık “eylem yoluyla propaganda”ya inanmıyor ve bu tür eylemleri desteklemiyor.
Deneyimler onlara bu tür yöntemlerin geçmişte haklı ve faydalı olsalar da modern yaşam koşullarının bu yöntemleri gereksiz ve hatta fikirlerinin yayılmasına zararlı hale getirdiğini öğretti. Ancak idealleri aynı kalıyor, bu da şiddete karşı tutumlarını şekillendirenin anarşizm olmadığı anlamına geliyor. Şiddete yol açanın belirli fikirler veya “izmler” olmadığını ve onu başka nedenlerin doğurduğunu kanıtlıyor.
Bu nedenle doğru açıklamayı bulmak için başka bir yere bakmalıyız.
Gördüğümüz gibi siyasi şiddet eylemleri yalnızca anarşistler, sosyalistler, her türden devrimciler tarafından değil aynı zamanda yurtseverler ve milliyetçiler, demokratlar ve cumhuriyetçiler, süfrajetler, muhafazakârlar ve gericiler, monarşistler ve kralcılar hatta Hıristiyan dindarlar tarafından da yapıldı.
Artık onların eylemlerini etkileyenin belirli bir fikir veya “izm” olamayacağını biliyoruz çünkü çok çeşitli fikirler ve “izmler” benzer eylemler üretti. Sebep olarak ise bireysel mizaç ve şiddetle ilgili genel duyguyu verdim.
İşte meselenin özü bu. Şiddetle ilgili bu genel duygu nedir? Bu soruyu doğru cevaplayabilirsek mesele bizim için netleşecektir.
Dürüst konuşursak herkesin şiddete inandığını ve uyguladığını ancak başkaları kullandığında kınayabileceğini kabul etmeliyiz. Aslında desteklediğimiz kurumların tamamı ve mevcut toplumun tüm yaşamı şiddete dayanmaktadır.
Devlet dediğimiz şey nedir? Onda örgütlü şiddetten başka bir şey var mı? Yasa sana “Şunu yap, bunu yapma!” diye emreder ve itaat etmezsen seni güç kullanarak zorlar. Şu anda bunun doğru mu yanlış mı olduğunu, böyle olması gerekip gerekmediğini tartışmıyoruz. Bunun böyle olduğu gerçeğiyle ilgileniyoruz. Devlet hukuk ve otoriteye, sonuç olarak güç ve şiddete, cezaya veya ceza korkusuna dayanıyor.
Manevi otorite bile güç ve şiddete dayanır çünkü senin üzerinde güç sahibi olan, seni itaat etmeye ve hatta kendi aklının almadığı şeylere inanmaya zorlayan şey ilahi gazap ve ıstırap korkusudur.
Nereye bakarsan bak tüm hayatımızın şiddet veya şiddet korkusu üzerine kurulu olduğunu göreceksin. Çocukluğunun başından itibaren ebeveynlerinin veya yaşlıların şiddetine maruz kalıyorsun. Evde, okulda, ofiste, fabrikada, tarlada veya dükkânda seni hizada tutan ve istediklerini yerine getirmeye zorlayan hep başka birilerinin otoritesidir.
Seni zorlama hakkına otorite denir. Cezalandırılma korkusuyla da itaat var oldu.
Hepimiz bu güç ve şiddet, otorite ve itaat, görev, korku ve ceza atmosferinde büyüyoruz; onu hayatımız boyunca soluyoruz. Şiddet ruhuna o kadar batmış durumdayız ki şiddetin doğru mu yanlış mı olduğunu asla merak etmiyoruz. Tek merak ettiğimiz yasal olup olmadığı, kanunun izin verip vermediği.
Devletin öldürme, el koyma ve hapsetme hakkını sorgulamıyorsun. Bir birey devletin her zaman yaptığı şeylerden suçluysa; onu bir katil, hırsız ve alçak olarak damgalayabiliyorsun. Ancak işlenen şiddet “yasal” olduğu sürece onu onaylıyor ve ona teslim oluyorsun. Yani itiraz ettiğin şey gerçekten şiddet değil şiddetin “yasadışı” kişiler tarafından kullanılması.
Bu yasal şiddet ve onun korkusu, bireysel ve kolektif olarak tüm varlığımıza hükmediyor. Otorite -ebeveynlik otoritesi, rahiplik ve ilahi otorite; politik, ekonomik, sosyal ve ahlaki otorite- beşikten mezara kadar hayatlarımızı kontrol ediyor. Ancak bu otoritenin karakteri ne olursa olsun, şu ya da bu şekilde cezalandırılma korkunu kullanarak senin üzerindeki gücü elinde tutan aynı cellattır. Tanrı’dan ve şeytandan, rahipten ve komşudan, patronundan ve iş vereninden, politikacıdan ve polisten, yargıçtan ve gardiyandan, hukuktan ve devletten korkuyorsun. Tüm hayatın bedenini ve ruhunu yaralayan uzun bir korku zinciri. Bu korkular Tanrı’nın, kilisenin, ebeveynlerin, kapitalistin ve yöneticinin otoritesine dayanır.
Yüreğinin derinine bak ve söylediklerimin doğru olup olmadığını gör. Neden çocuklar arasında bile, on yaşındaki Johnny küçük kardeşlerine daha büyük fiziksel gücünün otoritesi ile patronluk taslıyor. Aynı şekilde Johnny’nin babası da Johnny’e göre üstün gücüyle ve Johnny’nin ondan gelecek desteğe bağımlılığı sayesinde patronluk taslıyor. Rahip ve vaizin otoritesini savunuyorsun çünkü “başına Tanrı’nın gazabını indirebileceklerini” düşünüyorsun. Seni işten mahrum bırakma, işini mahvetme, seni hapse atma iktidarları -bu iktidarı da sen onlara vermiştin- nedeniyle patronun, yargıcın ve devletin egemenliğine boyun eğiyorsun.
Öyleyse otorite, geçmişin ve günümüzün otoritesi, ölülerin ve yaşayanların otoritesi; tüm hayatını yönetir ve varoluşu sana karşı yapılan sürekli bir istila ve yok saymadır, bir başkasının düşünceleri ve iradesine sürekli boyun eğmedir.
İstila edilip yok sayıldığında, fiziksel ya da ahlaki olarak zorlayabileceğin başkalarını istila ederek ve yok sayarak bilinçaltında intikamını alırsın. Böylelikle tüm yaşam, bin bir şekildeki otorite, tahakküm ve boyun eğme, emir ve itaat, zorlama ve boyun eğme, hükümdarlar ve yönetilenler, şiddet ve güç ile dolu saçma sapan bir keşmekeş haline geldi.
İdealistlerin bile hala bu otorite ve şiddet ruhunu içlerinde tutup tutmadıklarını, fikirleriyle tamamen çelişen istilacı eylemlere genellikle duyguları ve çevreleri tarafından zorlanıp zorlanmadıklarını merak ediyor musun?
Hepimiz hala şüphelerimizi, zorluklarımızı ve dertlerimizi gidermek için zor ve şiddete başvuran barbarlarız. Şiddet cehalet yöntemidir, zayıfların silahıdır. Güçlü kalp ve beynin şiddete ihtiyacı yoktur çünkü haklı olma bilincinde karşı konulmazdırlar. İlkel insandan ve balta çağından ne kadar uzaklaşırsak zora ve şiddete başvurmamız o kadar az olacaktır. İnsan ne kadar aydınlanırsa baskıyı ve zorlamayı o kadar az kullanır. Gerçekten medeni insan, kendisini tüm korku ve otoriteden arındıracaktır. Topraktan yükselecek ve dik duracaktır: Ne gökte ne de yeryüzünde hiçbir çara boyun eğmeyecektir. Yönetmeyi küçümsediği ve yönetilmeyi reddettiği zaman tamamen insan olacaktır. O, ancak ortalıkta daha fazla efendi kalmadığında gerçekten özgür olacaktır.
Anarşizm böyle bir koşulun; tüm insanların eşit olacağı, özgürlük, barış ve uyum içinde yaşayacağı baskı ve zorlama olmayan bir toplumun idealidir.
Anarşi kelimesi Yunancadan gelir. “Zorlama, şiddet veya devlet olmaksızın” anlamına gelir çünkü devlet şiddetin, kısıtlamanın ve zorlamanın kaynağıdır.
Bu nedenle anarşi, daha önce düşündüğün gibi düzensizlik ve kargaşa anlamına gelmez. Aksine, tam tersidir; devletin yokluğu, özgürlüğün ve serbestliğin varlığı anlamına gelir. Düzensizlik, otorite ve zorlamadan doğar; düzen ise özgürlükten.
“Güzel bir ideal” diyorsun; “Ama yalnızca melekler buna uygundur.”
O halde ideal toplum için ihtiyacımız olan kanatları büyütebilir miyiz, görelim.
Çeviren: Burak Aktaş