Filistin’de, İsrail kolluk güçlerinin bu ayın başlarında artan saldırıları sürerken, Filistin toplumunun parçalanarak yüzbinlerce kişinin dünyanın dört bir köşesine sürgün edilmesini simgeleyen Nakba nın da (15 Mayıs 1948-İsrail Devleti’nin kuruluşu) üzerinden 73 yıl geçti.
1799’da Fransız General Napolyon Bonaparte’ın, Osmanlı yönetimindeki Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya atmasıyla fiilen temelleri atılan Filistin sorunu, devletlerin müdahil oldukları ve çoğu zaman iç politik dengelerinde kullanışlı hale getirebildikleri bir araç işlevi de görüyor.
Yahudiler’in kendi devletini kurması gerektiğini savunan, gazeteci Theodor Herzl’in 1896’da, ”Der Judenstaat-Yahudi Devleti” adlı bir kitap yayınlaması sonrası İsviçre’nin Basel kentinde toplanan Birinci Siyonizm Kongresi’nde alınan kararlar arasında Filistin’de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı’nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi bulunuyordu.
Bu karar sonrasında, 1903’e kadar önemli bölümü Doğu Avrupa’dan göç eden 25 bine yakın Yahudi Filistin’e yerleşmeye başladı. Bu göç dalgasına 1904-1914 arası 40 bin kişi daha eklendi. Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru 2 Kasım 1917’de, İngiltere Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour’un adıyla anılacak olan Balfour Deklarasyonu’yla Filistin topraklarında bir “Yahudi ulusal anayurdu” kurulmasının destekleneceği belirtildi. Balfour Deklarasyonu bu yanıyla, İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin başlangıç noktasını oluşturdu.
Balfour Deklarasyonu’nda, savaş sonunda İngiltere tarafından işgal edilen Filistin topraklarından, Yahudilerin müstakbel devleti yerine daha muğlak bir biçimde “ulusal anayurt” olarak bahsedilirken, coğrafi olarak da hangi sınırların kast edildiği belirtilmedi. Bu sırada 1922’ye kadar Filistin’e göç eden Yahudi nüfus 80 bine yaklaşmıştı. Yahudilerin yanı sıra Filistinlilere de vaatlerde bulunan ve savaş sırasında onlardan askeri destek isteyen İngiltere devleti 1939 yılında, Balfour Deklarasyonu’nda Filistinlilerin siyasi haklarının güvenceye alınmadığını itiraf etmek zorunda kaldı.
Yahudi göçmenlerin arazilerini yıllık bir aidat karşılığı korumak amaçlı kurulan (1909) para-militer örgüt Hashomer’in (Muhafız Birliği) ardılı olarak 1920’de Haganah adlı bir başka Yahudi milis örgütü ortaya çıktı. İlerleyen yıllarda Filistinlilere yönelik katliamlara imza atan ve İbranice’de “savunma” anlamına gelen Haganah’ın kadroları, 1948’de kurulan İsrail devleti ve ordusunun (İsrail Savunma Kuvvetleri) da kurucuları arasında yer aldı. 1920 sonrası Haganah’ın Filistinlilere karşı silahlı eylemlerini artırmasıyla Filistinli vaiz İzzeddin el Kassam silahlı mücadele çağrısı yaptı.
1929’da yaşanan ve Filistin’i işgali altında bulunduran İngiltere’nin de müdahil olduğu çatışmalarda, iki taraftan yaklaşık 350 kişi yaşamını yitirdi. Yafa’da 1935’te genel grev ve sokak eylemleri şeklide başlayan protestolar sonrası İngiltere’nin ilan ettiği sıkıyönetim altında 1939’a kadar yaklaşık 5 bin Filistinli Arap katledildi. İkinci Dünya Savaşı sonrası ise, 15 Mayıs 1948’de bugün Filistinlilerin “Nakba-Felaket” olarak tanımladıkları, İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi.
İsrail devletinin kurulması sonrası ilki 1948’de olmak üzere bölgedeki Arap devletlerinin dahil olduğu, 1956 (Süveyş Krizi) 1967 (Altı Gün) ve 1973’te (Yom Kippur) dört Arap İsrail Savaş yaşandı. Bu dört savaşın ardından 1978’de imzalanan Camp David anlaşması, bir yandan Filistin topraklarında işgali derinleştirirken, diğer taraftan da 1799’da fiilen ortaya çıkışı itibarıyla devletlerin müsebbibi olduğu Filistin sorununun “çözümünde” yine devletleri işaret edecekti.
Filistin direnişinin 1970’li yıllarda yükselttiği silahlı mücadele ise, ilerleyen yıllarda önce FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü), ardından İslami Cihad ve Hamas gibi devletsi yapılarla Camp David’de kurulan sistemin işaret ettiği güzergahta ilerlemeye çalıştı. FKÖ ve Hamas, gelinen noktada Gazze ve Batı Şeria’da kendi iktidar alanlarını kurmuş durumda. Ancak diğer yandan hem Batı Şeria hem de, İsrail kolluk güçlerinin son saldırılarının çıkış noktası olan Doğu Kudüs’te aşırılıkçı Yahudi yerleşimciler üzerinden işgal genişletiliyor.
İsrail işgaline karşı direniş, Filistin’in halkının bölgedeki kimi “dostları” tarafından “Kudüs ve Mescid-i Aksa davası” olarak dinsel bir boyuta indirgenirken, ABD gibi küresel devletler Filistin’i, “demokrasisinin” sınanacağı bir deney sahasından ibaret görüyor. İçeride ise, hem Gazze hem de Batı Şeria’daki devletsi yapılar, bu mevcut statükodan pay alma peşinde.
Filistin halkının özgürlük mücadelesine müdahil olan bu öznelerin dışında ise, 1987 ve 2000’deki iki intifadada sokaklarda kendi özgürlüğünü yaratmak isteyen bir başka gerçeklik var. İşgale ve katliamlara karşı mücadeleyi dünden bugüne süreklileştiren ve bu nedenle “Nakba’yı” İsrail’in “felaketine” dönüştüren taş atan çocuklar. 9 Aralık 1987 günü 4 Filistinli sivilin İsrail kolluk güçleri tarafından katledilmesi sonrası başta taş olmak üzere ellerine geçirdikleri her şeyle kendisini savunan “Filistin sokağı” işgale ve katliamlara karşı mücadelesini genel grev başta olmak üzere, İsrail ürünlerine boykot, ordunun emirlerine karşı sivil itaatsizlik, vergi vermemek gibi eylem biçimleriyle zenginleştirdi. Filistin halkının mücadelesindeki bu zenginlik, Camp David başta olmak üzere, devletler arası anlaşmalarla derinleşen işgalin karşısında, dünyanın en gelişmiş orduları arasında yer alan İsrail’in tanklarına karşı atılan taşlarla süreklileşen Filistin özgürlük mücadelesi olarak cisimleşti.