Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 25. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.
Dünyada yol açtıkları tüm kötülüklere ve sorunlara rağmen, devletin ve kapitalizmin var olmaya devam etmesinin nasıl mümkün olduğunu hiç kendine sordun mu?
Eğer bu soruyu sorduysan cevabın, insanların bu kurumlara inanmaları ve bu sebeple desteklemeleri olabilir.
İşin özü budur: Günümüz toplumu, halkın bunun iyi ve yararlı olduğu inancına sahip olduğu fikrine dayanmaktadır. Bu toplum otorite ve özel mülkiyet fikri üzerine kurulmuştur. Koşulları devam ettiren fikirlerdir. Devlet ve kapitalizm fikirlerin kendilerini ifade ettikleri biçimlerdir. Fikirler temeldir; kurumlar onun üzerine inşa edilmiş evlerdir.
Yeni bir toplumsal yapının yeni fikirler üzerine kurulmuş yeni bir temeli olmalıdır. Bir kurumun şeklini değiştirebilirsin ama karakteri ve anlamı üzerine kurulduğu temel ile aynı kalacaktır. Hayata daha yakından bakarsan bunun doğruluğunu anlayacaksın. Dünyada her türlü yönetim şekli vardır. Ancak özleri aynı olduğu için etkileri de aynıdır: Her zaman otorite ve itaat vardır.
Şimdi, devletleri var eden nedir? Ordular ve donanmalar mı? Evet ama sadece görünüşte. Orduları ve donanmaları kim destekliyor? Devletin gerekli olduğu fikri halkın ve insanların inancı; devletin gerekliliğine dair genel kabul görmüş bir fikirdir. Bu onun gerçek ve sağlam temelidir. Bu fikri veya inancı ortadan kaldırırsanız hiçbir devlet bir gün bile dayanamaz.
Aynı şey özel mülkiyet için de geçerlidir. Onu destekleyen ve ona güvenlik sağlayan temel, onun doğru ve gerekli olduğu fikridir.
Günümüzde var olmasının iyi ve yararlı olduğu fikrine dayanmayan tek bir kurum bile yoktur.
Bir örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni ele alalım. Elli yıllık sosyalist ve anarşist çabalara rağmen o ülkede devrimci propagandanın neden bu kadar az etkili olduğunu kendine sor. Amerikalı işçi diğer ülkelerdeki emekçilerden daha yoğun sömürülmüyor mu? Siyasi yozlaşma başka herhangi bir ülkedeki kadar yaygın değil mi? Amerika’daki kapitalist sınıf dünyadaki en keyfi ve despot sınıf değil mi? Doğru, ABD’deki işçi maddi olarak Avrupa’dakinden daha iyi konumdadır ancak aynı zamanda memnuniyetsizliği en ufak bir şekilde gösterdiği anda karşısında en büyük vahşet ve terörizmi bulmuyor mu? Yine de Amerikalı işçi hükümete sadık kalıyor ve eleştirilere karşı onu ilk savunan kişi oluyor. Hala “dünyadaki en büyük ülkenin, onun büyük ve asil kurumlarının” en sadık savunucusu. Neden? Çünkü o, bu kurumların kendisine ait olduğuna inanıyor. Bu kurumları özgür bir vatandaş olarak işlettiğine ve eğer isterse bu kurumları değiştirebileceğine inanıyor. Onun inancı sayesinde bu kurumlar devrime karşı güvenliklerini var ediyor. İnancı aptalca ve temelsiz, bir gün o inancı yıkılacak ve beraberinde Amerikan kapitalizmi ve despotizmi de yıkılacak. Ancak bu inanç devam ettiği sürece, Amerikan plütokrasisi devrime karşı güvendedir.
İnsanların zihinleri genişledikçe ve geliştikçe yeni fikirlere sahip olurlar, eski inançlarına olan inançlarını yitirdikçe kurumlar değişmeye başlar ve nihayetinde ortadan kalkar. İnsanlar eski görüşlerinin yanlış olduğunu, gerçek olmadığını, önyargı ve batıl inanç olduğunu anlamaya başlarlar.
Böylelikle bir zamanlar doğru olduğu kabul edilen birçok fikir, yanlış ve zararlı olarak görülmeye başlandı. Böylece kralların, köleliğin ve serfliğin tanrısal olduğuna dair fikirler yok oldu. Bütün dünyanın bu kurumların doğru, adil ve değiştirilemez olduğuna inandığı bir dönem vardı. Düşünürler tarafından bu batıl ve yanlış inançlara karşı savaşıldıkça bu inançlar itibarsızlaştılar, insanlar üzerindeki hakimiyetlerini kaybettiler ve sonunda bu fikirleri içeren kurumlar kaldırıldı. Aydınlar sana bunların “yararlılıklarını geride bıraktıklarını” ve bu nedenle “öldüklerini” söyleyecektir. Fakat “yararlılıklarını” nasıl “geride bıraktılar”? Kime faydalı oldular ve nasıl “öldüler”?
Sadece efendiler için yararlı olduklarını, halk ayaklanmaları ve devrimler tarafından ortadan kaldırıldıklarını zaten biliyoruz.
Neden eskimiş ve köhnemiş kurumlar barışçıl bir şekilde “ortadan kalkmadılar” ve yok olmadılar?
İki nedenden dolayı. Birincisi, bazı insanlar diğerlerinden daha hızlı düşünüyor. Öyle ki bazen belirli bir yerdeki bir azınlık, görüşlerinde diğerlerinden daha hızlı ilerliyor. Bu azınlık yeni fikirlerle ne kadar çok aşılanırsa kendi hakikatine o kadar çabuk ikna olur ve kendisini ne kadar güçlü hissederse fikirlerini o kadar çabuk gerçekleştirmeye çalışır. Ve bu genellikle çoğunluğun yeni ışığı görmek için gelmesinden önce olur. Hatta azınlık hala eski görüş ve koşullara bağlı kalan çoğunluğa karşı mücadele etmek zorunda kalır.
İkincisi ise iktidarı elinde tutanların direnişidir. Kilise, kral ya da kayzer, demokratik bir hükümet ya da diktatörlük, cumhuriyet ya da otokrasi olması fark etmez; idarede olanlar, en ufak bir başarı şansı umdukları sürece iktidarlarını korumak için çaresizce savaşacaklardır. Yavaş düşünen çoğunluktan ne kadar çok yardım alırlarsa, daha iyi mücadele edebilirler. İşte isyan ve devrimin hiddeti budur.
İnsanların çaresizliği, sefaletlerinin sorumlusu olanlara duydukları nefret ve hayatın efendilerinin ayrıcalıklarına ve yönetime sahip olma kararlılığı, halk ayaklanmalarının ve isyanların şiddetini açığa çıkarır.
Ancak belirli bir amacı ve hedefi olmayan kör isyan, devrim değildir. Devrim isyan hedeflerinin bilincine varmaktır. Devrim, köklü bir değişim için çabaladığında toplumsaldır. Toplumsal devrim ülkenin endüstriyel, ekonomik yaşamının ve dolayısıyla tüm toplum yapısının yeniden düzenlenmesi anlamına gelir.
Ancak toplumsal yapının fikirler üzerine inşa edilmiş olduğunu gördük. Bu da bize yapının değiştirilmesini, değişen fikirleri gerektirdiğini gösteriyor. Bir başka deyişle, yeni bir toplumsal yapı kurulmadan önce toplumsal fikirlerin değişmesi zorunludur.
Dolayısıyla toplumsal devrim bir tesadüf değildir, ani bir olay değildir. Bunda ani bir şey yok, çünkü fikirler birdenbire değişmez. Bitki veya çiçek gibi yavaş yavaş büyürler. Dolayısıyla toplumsal devrim bir sonuçtur, bir gelişmedir. Bu da onun devrimci olduğu anlamına gelir. Önemli sayıda insanın yeni fikirleri benimsediği ve bunları uygulamaya koymaya kararlı olduğu noktaya kadar gelişir. Bunu yapmaya ve muhalefetle karşılaşmaya çalıştıklarında yavaş, sessiz ve barışçıl sosyal evrim hızlı, militan ve şiddetli hale gelir. Evrim, devrim olur.
O zaman bunu aklında tut. Devrim ve evrim birbirinden farklı ve ayrı iki şey değildir. Bazı insanların inandığının aksine zıt şeyler de değildir. Devrim olsa olsa evrimin kaynama noktasıdır.
Devrim, kaynama noktasındaki evrim olduğu için, çaydanlıkta kaynatma işleminden daha hızlı gerçek bir devrim “yapamazsınız”. Onu kaynatan altındaki ateştir: Kaynama noktasına ne kadar çabuk geleceği ise ateşin ne kadar güçlü olduğuna bağlıdır.
Bir ülkenin ekonomik ve politik koşulları, evrim kazanının altındaki ateştir. Baskı ne kadar kötü olursa halkın tatminsizliği o kadar büyük, alev o kadar güçlü olur. Bu, endüstriyel gelişmenin neredeyse en yüksek noktasına ulaştığı Amerika yerine toplumsal devrim ateşlerinin neden en zalim ve geri ülke olan Rusya’yı yaktığını, Karl Marx’ın tüm öğrenilmişliklerine rağmen açıklıyor.
Öyleyse devrimlerin yoktan yapılamamakla birlikte, bazı faktörlerle hızlandırılabileceğini görüyoruz. Yani yukarıdan gelen baskı ile, daha yoğun siyasi ve ekonomik baskı ile. Aşağıdan gelen baskı ile, daha fazla aydınlanma ve heyecan ile… Bunlar fikirleri yayarak evrimin ve dolayısıyla devrimin gelişini daha da hızlandırdılar.
Ancak yukarıdan gelen baskı, devrimi hızlandırsa da başarısızlığına da neden olabilir çünkü böyle bir devrim, evrim süreci yeterince ilerlemeden önce patlak verme eğilimindedir. Vaktinden önce geldiği gibi -yani belirli bir amaç ve hedef olmaksızın- sadece isyanla sönüp gidebilir. En iyi ihtimalle isyan, yalnızca bir miktar geçici hafifletme sağlayabilir. Bununla birlikte, çekişmenin gerçek nedenleri bozulmadan kalır. Daha fazla tatminsizlik ve isyana neden olmak için aynı etkiyi yapmaya devam eder.
Devrim hakkında söylediklerimi özetlersek şu sonuca varırız:
Toplumsal devrim toplumun temelini; politik, ekonomik ve toplumsal karakterini tamamen değiştiren bir devrimdir.
Böyle bir değişim önce insanların fikirlerinde ve düşüncelerinde, insanların zihninde gerçekleşmelidir.
Baskı ve sefalet devrimi hızlandırabilir ancak bu nedenle onu başarısızlığa da dönüştürebilir çünkü evrimsel hazırlık eksikliği gerçek başarıyı imkansız kılacaktır.
Yalnızca bu devrim temel, toplumsal ve başarılı olabilir ki bu da temel bir fikir ve düşünce değişikliğinin ifadesi olacaktır.
Bundan açıkça toplumsal devrime hazırlık yapılması gerektiği sonucu çıkıyor. Evrimsel süreci ilerletmek; insanları günümüz toplumunun kötülükleri hakkında aydınlatmak ve onları özgürlüğü temel alan bir toplumsal yaşamın adaleti ve uygulanabilirliği, arzu edilirliği ve olasılığı konusunda ikna etmek temelinde hazırlanmalı. Dahası insanların tam olarak neye ihtiyaçları olduğunu ve bunu nasıl gerçekleştireceklerini çok net bir şekilde anlamalarını sağlayarak hazırlık yapılmalı.
Böyle bir hazırlık sadece gerekli bir ön adım değildir. Bu hazırlıkta, amaçlarına ulaşmasının tek garantisi olan devrimin güvenliği de yatmaktadır.
Çoğu devrimin kaderi -hazırlık eksikliğinin bir sonucu olarak- ana amaçlarından saptırılmak, kötüye kullanılmak ve çıkmaz sokaklara sürüklenmek olmuştur. Rusya bunun son zamanlardaki en iyi örneğidir. Otokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışan Şubat Devrimi tamamen başarılı oldu. İnsanlar tam olarak ne istediklerini biliyorlardı: Çarlık’ın kaldırılması. Politikacıların tüm entrikaları, Lvov’ların ve Miliukov’ların -o günlerin “liberal” liderleri- tüm o konuşmaları ve komploları halkın net ve farkındalıklı iradesi karşısında Romanov rejimini kurtaramadı. Neredeyse hiç kan dökülmeden Şubat Devrimi’ni tam bir başarı haline getiren, hedeflerin bu kadar net olmasıydı.
Dahası, Geçici Hükümet’in ne itirazları ne de tehditleri, halkın savaşı sona erdirme kararlılığına karşı fayda sağlayamazdı. Ordular cepheyi terk ettiler ve böylece meseleyi kendi doğrudan eylemleriyle sonlandırdılar. Amacının farkında olan bir halkın iradesi daima kazanır.
Köylü için ihtiyaç duyduğu toprağı güvence altına alan yine halkın iradesiydi. Toprağı ele geçirmek konusundaki kararlılıktı. Benzer şekilde, daha önce defalarca bahsedildiği gibi, şehir işçileri de fabrikalara ve üretim makinelerine böylelikle sahip oldular.
Şimdiye kadar Rus Devrimi tam bir başarıydı. Fakat insanların belirli bir amaç farkındalığından yoksun kaldığı noktada yenilgi başladı. Burası her zaman politikacıların ve siyasi partilerin devrimi kendi kullanımları için sömürmek veya teorilerini onun üzerinde denemek için devreye girdikleri andır. Bu, önceki birçok devrimde olduğu gibi Rusya’da da oldu. Halk iyi bir mücadele verdi. Siyasi partiler de ganimetler için devrimin aleyhine ve halkın mahvolması pahasına savaştı.
O halde Rusya’da olan budur. Toprağı güvence altına alan köylü, ihtiyaç duyduğu alet ve makinelere sahip değildi. Makinelere ve fabrikalara sahip olan işçi, amaçlarına ulaşmak için bunları nasıl kullanacağını bilmiyordu. Yani üretimi örgütlemek için gerekli tecrübeye sahip değildi ve ürettiği şeylerin dağıtımını yönetemiyordu.
Kendi çabaları -işçinin, köylünün, askerin- çarlığı ortadan kaldırdı, devleti felç etti, savaşı durdurdu, toprak ve makinelerin özel mülkiyetini kaldırdı. Devrimci çalışma ve propaganda bunun için yıllardır hazırlanıyordu. Bundan daha fazlası için değil. Ve artık -hazır olmadığı için- halkın bilgisinin bittiği ve kesin amacın olmadığı yerde siyasi parti devreye girdi ve devrimi yapan insanların işlerini elinden aldı. Ekonomik yeniden yapılanmanın yerini politika aldı ve böylece toplumsal devrim için ölüm çanı çaldı. Çünkü insanlar ekmekle yaşar, politikayla değil.
Yiyecek ve malzeme, parti veya devlet kararnamesiyle oluşturulmaz. Yasama fermanları toprağa kadar işlemez; kanunlar endüstrinin çarklarını döndüremez. Devlet baskısının ve diktatörlüğünün hemen ardından memnuniyetsizlik, çekişme ve kıtlık geldi. Yine her zaman olduğu gibi, siyaset ve otorite, kendisinin devrimci yangınların söndürüldüğü bir bataklık olduğunu kanıtladı.
Bu en hayati dersi öğrenelim: Devrimin gerçek amaçlarının insanlar tarafından tam olarak anlaşılması başarı demektir. Kendi farkındalıklarını kendi çabalarıyla gerçekleştirmeleri, yeni yaşamın doğru bir şekilde gelişmesinin ön koşuludur. Öte yandan, bu anlayış ve hazırlık eksikliği -ya gericiliğin elinde ya da siyasi partililerin deneysel teorileri tarafından- kesin bir yenilgi anlamına gelir.
Öyleyse hazırlanalım.
Neye ve nasıl?
Çeviri: Burak Aktaş