Haziran… Sıcak her yer, sokaklar başlayacak bir isyanın derin sessizliğinde. Fırtına öncesi sessizlik değil, isyan öncesi bir hazırlık. Takvimler 14 Haziran 1970’i gösterirken işçiler bir eylem örgütlüyor, boyutlarını kimseinin tahmin edemeyeceği bir eylem. Peki neden? Çünkü Adalet Partisi hükümeti ve parlamentodaki muhalefet CHP, yeni bir Sendikalar Kanunu Yasa Tasarısı hazırlamış, meclisten geçirmek istiyordu. Tasarıyla Sendikalar Kanunu’nda köklü değişiklikler yapılacak sendikal mücadele Türk-İş hegamonyasıyla sınırlanacaktı. Ancak Türk-İş’e tepki olarak 1967’de devrimci bir perspektifle kurulan DİSK’e üye işçilerin mücadeleci anlayışını ve inisiyatifini kırmak o kadar da kolay değildi. Çünkü 1961’de gerçekleştirilen Saraçhane Mitingi ve sonrasında Maden İş’in 1963’te örgütlediği
Kavel Kablo Fabrikası’ndaki direniş, patronları ve devleti grevi kabullenmeye zorlamış; Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası’nı çıkartmak zorunda bırakmıştı.
Bu direnişlerin bir devamı olarak görülebilecek olan 15-16 Haziran, DİSK’in fiilen kapatılması ve sendikal mücadelenin devrimci niteliğinin yok edilmesi amacına karşı başlamıştı. Bu başkaldırı iki gün içinde işçilerin inisiyatif geliştirerek örgütlediği, öz örgütlüğünün sokaklarda yankıladığı, tarihi bir direnişe dönüştü.
15 Haziran 1970: İlk gün, görkemli yürüyüşün ilk adımları…
Kimine göre 70 bin, kimine göre 100 bin… O sabah işçiler sokakları doldurmadan önce -her sabah yapmaktan bıktıkları gibi- yine işe gittiler. Sessizce fakat temkinli bir şekilde beklediler, işbaşı yapmadılar. Sonra kapıları dışarıya açıldı işyerlerinin; kimisi kırılarak, kimisi itilerek. İşçilerin öfkesi, sınıfsal ezilmişliğe isyan; yumruklarda ve kilometrelerce yürüyecek olan bacaklarda vücut buluyordu şimdi. Birer karınca yuvasını andıran fabrikalardan çıkıyordu işçiler ve her kilometrede, her önünden geçilen fabrikada artıyordu sayıları. Atılan her adımda büyüyordu işçilerin coşkusu, daha canlı ve güçlü bir iradeyle atılıyordu sloganlar. Her yerden işçiler çıkmıştı sokağa, caddeleri arşınlamaya, sendikalar kanununu istediği gibi değiştiren devlet ve patronlara karşı direnmeye.
İstanbul’da yürüyüş, başlıca üç kol olmak üzere dört bir yandan gerçekleşti. Anadolu Yakası’nda Kadıköy ve Kartal Bölgesinde yürüyüşler gerçekleşti. Avrupa Yakasın’da Eyüp bölgesindeki fabrikalarda çalışan işçilerse, Topkapı’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Kağıthane’de polisin iki işçiyi gözaltına alarak Eyüp Karakolu’na götürmesi üzerine büyük bir işçi grubu buraya yürüyerek karakol önünde eyleme başladı. Eylem hemen sonuç verdi. İşçiler arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağladılar. Şehrin merkezine yakın fabrikaların işçileri ise özellikle Taksim Gümüşsuyu ve Şişli yönünde yürüdüler.
16 Haziran 1970: İkinci gün, her kilometrede barikatlar yıkılıyor, saflar sıklaşıyor.
İkinci gün, öfke ve direniş daha da büyüyordu. Büyüdükçe coşku, iradeler güçleniyor; adımlar daha sağlam atılıyordu. Yürüyüşler uzuyor, saflar sıklaşıyordu.
İkinci günde de aynı güzergahlarda yürüyüş devam etti. Uzunluğu 2-3 kilometreyi bulan yürüyüş kollarının şehrin merkezinde birleşmek istemesi üzerine çatışmalar çıktı. Bu arada çeşitli yürüyüş kollarının hedeflerine varmalarını ve yürüyüşlerini engellemek için polis saldırısı gerçekleşti.
Kartal-Kadıköy ve Levent yürüyüş kollarında çatışmalar çıktı. Polisin her türlü saldırısına rağmen işçiler, barikatları ve engelleri yıkarak ilerlediler. Kartal-Kadıköy yürüyüş kolundaki işçilerin, bir AP binasını ve –dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in kardeşi olan- Şevket Demirel’in ortağı olduğu Haymak fabrikasını işgal etmesi üzerine, Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’a ait birlikler fabrikayı kuşattı. Onlarca işçi yaralandı. İşçilerin kent merkezinde birleşmesini engellemek için köprüden geçişler engellendi, vapur seferleri durduruldu. En şiddetli çatışma Kadıköy-Yoğurtçu Parkı çevresinde oldu; dört işçi yaşamını yitirirken bir polis öldü, iki yüze yakın işçi yaralandı.
Sıkıyönetim ilanı, ilana rağmen dindirilemeyen öfke!
İşçilerin öfkesinin dindirilememesi üzerine, DİSK Yürütme Kurulu, acil toplantı gerekçesiyle 1.Ordu Komutanlığı’na ve ardından İstanbul Valiliği’ne çağrılıyordu. Toplantı sonrasında DİSK yöneticileri, eylemlerin sonlandırılması konusunda işçilere çağrı yaptı. Görüşmeler ve toplantılar sonucu, her türlü protesto ve eylemi yasaklayan bir bildiriyle sıkıyönetim ilan edilmişti. Devletin ilan ettiği bu sıkıyönetime karşın, işçilerin eylemleri ve protestoları devam ediyordu. Eylemler nedeniyle birçok işçi havzası sıkıyönetim güçlerince askeri denetim altına alınıyordu.
46 yıl önce saldıran devlet yenildi. Saldırılar da, direnişler de sürüyor!
15-16 Haziran Direnişi’nde 4 işçi yaşamını yitirdi ve 1 polis öldü, 200’e yakın işçi yaralandı; 5090 işçi işten atıldı, DİSK yöneticileriyle beraber birçok işçi gözaltına alındı ve tutuklandı. İşçilerin bu büyük ve kararlı direnişinin ardından, devlet 1971 yılında geri adım atmak zorunda kaldı ve Sendikalar Kanunu’nu iptal etti.
15-16 Haziran Direnişi’nin biz işçilere anlattığı ve aktardığı şey doğrudan eylem pratiğidir. 46 yıl önce devletin öz örgütlülüğüne yönelik saldırısına işçilerin verdiği cevap çok net olmuştur: Doğrudan eylem. Bugün de benzer bir şekilde olmasa da devlet yine işçi düşmanı yasalarıyla saldırıyor. Şimdi en iyi bildiğimiz şeyi tekrar yapma zamanıdır. 15-16 Haziran’da yaptığımız gibi devletin işçi düşmanı yasalarına karşı koyacağız. Ama artık DİSK ile değil bürokrasiden, uzlaşmacılıktan uzak başka bir sendika var: İnşaat-İş!
İnşaat İşçileri Sendikası
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.