Anarşizm Nedir? (27): Emeğin Toplumsal Devrim İçin Örgütlenmesi – Alexander Berkman

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 27. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.

Önceki sayfalarda önerilen uygun hazırlık, toplumsal devrimin yükünü büyük ölçüde hafifletecek, onun sağlıklı gelişmesini ve işleyişini sağlayacaktır.

Peki devrimin ana işlevleri ne olacak?

Her ülkenin kendine özgü koşulları, kendi psikolojisi, alışkanlıkları ve gelenekleri vardır. Devrim süreci doğal olarak her ülkenin ve halkların özelliklerini yansıtacaktır. Ancak temelde tüm ülkeler toplumsal (daha ziyade anti-toplumsal) karakterleri bakımından birbirine benzer: Siyasi biçimler veya ekonomik koşullar ne olursa olsun, hepsi istilacı otorite, tekel ve emeğin sömürülmesi üzerine kuruludur. Bu nedenle toplumsal devrimin temel görevi özünde her yerde aynıdır: Devletin ve ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması, üretim ve dağıtım araçlarının toplumsallaştırılması.

Üretim, dağıtım ve iletişim, varoluşun temel kaynaklarıdır; onların üzerinde zorlayıcı otoritenin ve sermayenin gücü vardır. Bu güçten yoksun bırakılan valiler ve yöneticiler, senin ve benim gibi sıradan insanlardan oluşan milyonlarca insan arasında sıradan vatandaşlar haline gelirler. Bunu başarmak sonuç olarak toplumsal devrimin ilk ve en hayati işlevidir.

Devrimin sokak karışıklıkları ve isyanlarla başladığını biliyoruz: Bu, güç ve şiddeti içeren başlangıç aşamasıdır. Ama bu, gerçek devrimin yalnızca gösterişli önsözüdür. İnsanların asırlardır maruz kaldığı sefalet ve aşağılama, düzensizlik ve kargaşa biçiminde patladı. On yıllardır uysalca katlanılan aşağılama ve adaletsizlik, öfke ve yıkım eylemlerinde kendini buluyor.

Bu kaçınılmazdır ve devrimin bu ilk niteliğinden sorumlu olan yalnızca efendi sınıfıdır. Çünkü “rüzgâr eken fırtına biçer” sözü bireyselden çok toplumsal olarak doğrudur: İnsanların boyun eğdirildiği baskı ve sefalet ne kadar büyükse, toplumsal fırtına da o kadar şiddetli olacaktır. Tarihin tümü bunu kanıtlıyor ancak yaşamın efendileri hiçbir zaman onun uyarısına kulak asmadı.

Devrimin bu aşaması kısa sürelidir. Bunu genellikle otorite kalelerinin daha bilinçli ancak yine de kendiliğinden yıkımı, örgütlü şiddet ve vahşetin görünür sembolleri izler: Hapishaneler, polis karakolları ve diğer devlet binaları saldırıya uğrar; tutsaklar serbest bırakılır, yasal belgeler yok edilir. Bu içgüdüsel halk adaletinin tezahürüdür. Bu yüzden Fransız Devrimi’nin ilk hareketlerinden biri Bastille’in yıkılması oldu. Benzer şekilde Rusya’da hapishaneler basıldı ve tutsaklar devrimin en başında serbest bırakıldı. Halkın sağlıklı içgörüsü, tutsakları haklı olarak toplumsal talihsizler, koşulların kurbanları olarak görür ve onlara bu şekilde sempati duyar. İnsanlar mahkemeleri ve kayıtlarını sınıf adaletsizliğinin araçları olarak görürler ve bunlar devrimin başlangıcında haklı olarak yok edilir.

Ancak bu aşama çabuk geçer: Halkın öfkesi kısa sürede tükenir ve devrim yapıcı çalışmasına başlar.

“Gerçekten yeniden yapılanmanın bu kadar erken başlayabileceğini mi düşünüyorsun?” diye soruyorsun.

Dostum, hemen başlamalı. İnsanlar ne kadar aydınlanırsa işçiler amaçlarını o kadar net gerçekleştirir. Onları gerçekleştirmeye ne kadar iyi hazırlanırlarsa devrim o kadar az yıkıcı olacak ve yeniden yapılanma çalışmalarına o kadar hızlı ve etkili bir şekilde başlanacak.

“Çok umutlu değil misin?”

Hayır, sanmıyorum. Toplumsal devrimin “bir anda gerçekleşmeyeceğine” ikna oldum. Hazırlanması, örgütlenmesi gerekecek. Evet, gerçekten örgütlü, tıpkı bir grevin örgütlenmesi gibi. Gerçekte bu bir grev olacak, bütün bir ülkenin birleşik işçilerinin grevi, bir genel grev olacak.

Bir duralım ve şunu düşünelim.

Zırhlı tankların, zehirli gazın ve askeri uçakların olduğu bu günlerde bir devrimle mücadele edilebileceğini nasıl hayal ediyorsun? Silahsız insanların ve onların barikatlarının, yüksek güçlü toplara ve uçan makinelerden üzerlerine atılan bombalara dayanabileceğine inanıyor musun? Emek, devletin ve sermayenin askeri güçleriyle savaşabilir mi?

Görünüşte gülünç, değil mi? İşçilerin kendi alaylarını, “şok birliklerini” veya komünist partilerin sana tavsiye ettiği gibi bir “kızıl cepheyi” kurmaları önerisi de daha az gülünç değildir. Bu tür proleter yapılar, devletin eğitimli ordularına ve sermayenin özel birliklerine karşı durabilecekler mi? En ufak bir şansları olacak mı?

Böyle bir önermenin yalnızca tüm imkansız çılgınlığı içinde görülebilmesi için belirtilmesi gerekir. Bu sadece binlerce işçiyi kesin ölüme göndermek anlamına gelir.

Bu zamanı geçmiş devrim fikrini bitirmenin zamanı geldi. Bugünlerde devlet ve sermaye, işçilerin onlarla baş edemeyecekleri kadar güçlü ve askeri bir şekilde örgütlenmiş durumdalar. Buna teşebbüs etmek suç, düşünmek bile delilik olurdu.

Emeğin gücü savaş alanında değildir. Dünyada hiçbir ordunun yenemeyeceği, hiçbir insan gücünün fethedemeyeceği güç işyerinde, madende ve fabrikada yatar.

Başka bir deyişle, toplumsal devrim ancak genel grev yoluyla gerçekleşebilir. Hakkıyla anlaşılmış ve düzgünce yürütülen genel grev, toplumsal birdevrimdir. Mayıs 1926’da İngiltere’de genel grev ilan edildiğinde devlet, bunun işçilerden çok daha çabuk farkına vardı. Devlet aslında grevcilere “Bu devrimdir!” dedi. Tüm orduları ve donanmaları ile yetkililer durum karşısında güçsüz kaldılar. İnsanları vurarak öldürebilirsin ama onları işe giderken vuramazsın. İşçi “liderleri” genel grevin aslında devrimi ima ettiği düşüncesinden kendileri korktular.

İngiliz sermayesi ve devleti grevi kazandı. Silahların gücüyle değil, işçi “liderlerinin” zeka ve cesaret eksikliğinden ve İngiliz işçilerinin genel grevin sonuçlarına hazırlıklı olmadıklarından dolayı kazandılar. Aslında bu fikir onlar için oldukça yeniydi. Daha önce onunla hiç ilgilenmemişler, önemini ve potansiyellerini hiç incelememişlerdi. Fransa’da benzer bir durumun oldukça farklı bir şekilde gelişeceğini söylemek doğru olacaktır çünkü o ülkede emekçiler yıllardır genel grevi devrimci bir silah olarak görüyorlar.

Toplumsal devrimin tek olasılığının genel grev olduğunu anlamamız çok önemlidir. Geçmişte genel grevin propagandası -gerçek anlamının devrim olduğu, bunun tek pratik yolu olduğu yeterince vurgulanmadan- çeşitli ülkelerde yapıldı. Artık doğrusunu öğrenmemizin zamanı geldi ve bunu yaptığımızda toplumsal devrim belirsiz, bilinmeyen niteliğinden kurtulup kendini var edecektir. İlk adımı sanayilerin örgütlü emek tarafından ele geçirilmesi olan bir gerçeklik, kesin bir yöntem ve amaç, bir program haline gelecektir.

“Şimdi neden toplumsal devrimin yıkımdan ziyade inşa anlamına geldiğini söylediğinizi anlıyorum.” diyor arkadaşın.

Anlamana sevindim. Ve beni şimdiye kadar takip ettiysen, endüstrileri devralma meselesinin şansa bırakılabilecek bir şey olmadığı ve gelişigüzel bir şekilde gerçekleştirilemeyeceği konusunda benimle hemfikir olacaksın. Bu ancak iyi planlanmış, sistematik ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilebilir. Bu tek başına yapılamaz. Ne ben ne de başka bir işçi, Ford ya da Roma Papası farketmez. İşçilerin kendileri dışında onu yönetebilecek hiçbir insan ya da insan topluluğu yoktur çünkü endüstrileri işletmek işçilerin işidir. Ama işçiler bile böyle bir girişim için örgütlenmedikçe bunu başaramazlar.

“Ama ben senin bir anarşist olduğunu sanıyordum.” diye araya giriyor arkadaşın.

Öyleyim.

“Anarşistlerin örgütlenmeye inanmadıklarını duydum.”

Anladığımı sanıyorum ama bu eski bir tartışma. Sana anarşistlerin örgütlenmeye inanmadığını söyleyen herkes saçma sapan konuşuyor. Örgütlenme her şeydir ve her şey örgütlenmedir. Yaşamın tamamı, bilinçli veya bilinçsiz bir örgütlenmedir. Her ulus, her aile, hatta her birey bir örgüt veya örgütlenmedir. Her canlının her parçası, uyum içinde çalışacak şekilde düzenlenmiştir. Aksi halde farklı organlar düzgün çalışamaz ve yaşam olamazdı.

Ama örgütlenmeler de birbirinden farklıdır. Kapitalist toplum o kadar kötü örgütlenmiştir ki çeşitli üyeleri acı çeker: Tıpkı bir organında ağrı olduğunda tüm vücudunun ağrıması ve hasta olman gibi.

Hasta olduğu için acı çeken örgütlenme de vardır, sağlıklı ve güçlü olduğu için neşeli olan örgütlenme de vardır. Bir kuruluş, organlarından veya üyelerinden herhangi birini ihmal ettiğinde veya bastırdığında hasta veya kötüdür. Sağlıklı örgütlenmelerde tüm parçalar eşit derecede değerlidir ve hiçbirine karşı ayrımcılık yapılmaz. Zorlama üzerine kurulu, zorlayan ve baskılayan örgütlenmeler kötü ve sağlıksızdır. Gönüllü olarak oluşturulan, her üyenin özgür ve eşit olduğu özgürlükçü örgüt, sağlam bir yapıdır ve iyi çalışabilir. Böyle bir örgütlenme, eşit parçaların özgür birlikteliğinden oluşur. Anarşistlerin inandığı türden örgütlenmeler bunlardır.

Emeğin sağlıklı, etkin bir şekilde çalışabilen bir bedene sahip olması için işçilerin örgütlenmesi de böyle olmalıdır.

Bu, her şeyden önce, hiçbir örgüt veya sendika üyesinin ayrımcılığa uğramaması, baskı altında tutulmaması veya göz ardı edilemeyeceği anlamına gelir. Bunu yapmak, ağrıyan bir dişi görmezden gelmekle aynı şey olurdu: Tüm vücut hasta düşerdi.

Başka bir deyişle, işçi sendikası tüm üyelerinin eşit özgürlük ilkesi üzerine inşa edilmelidir.

Ancak her biri özgür ve bağımsız bir birim olduğunda, karşılıklı çıkarlar nedeniyle kendi seçimiyle diğerleriyle işbirliği yaptığında başarılı bir şekilde çalışabilir ve güçlenebilir.

Bu eşitlik herhangi bir işçinin kim olduğunun hiçbir önemi olmadığı anlamına gelir: Vasıflı olup olmaması; duvarcı, marangoz, mühendis veya gündelikçi olması; çok veya az kazanması önemli değildir. Hepsinin çıkarları aynıdır; hepsi birbirine aittir ve ancak bir arada durarak amaçlarına ulaşabilirler.

Bu; fabrikadaki, değirmendeki veya madendeki işçilerin tek bir vücut olarak örgütlenmesi gerektiği anlamına gelir çünkü bu onların hangi işlerde çalıştıkları, hangi zanaatları ya da meslekleri takip ettikleri değil çıkarlarının ne olduğu meselesidir. Çıkarlarıysa patrona ve sömürü sistemine karşı aynıdır.

Bir zanaat veya sektörün grevde olduğunu ve aynı endüstrinin diğer dallarının çalışmaya devam ettiği mevcut işçi örgütlenme biçiminin ne kadar aptalca ve verimsiz olduğunu kendin düşün. Örneğin New York’un tramvay işçileri işi bırakınca metro, taksi ve otobüs şoförlerinin iş başında kalması gülünç değil mi? Grevin temel amacı, işvereni emeğin taleplerine boyun eğmeye zorlayacak bir durumu yaratmaktır. Böyle bir durum ancak söz konusu sanayinin tam olarak bağlanmasıyla yaratılabilir, öyle ki kısmi bir grev kaçınılmaz yenilginin zararlı etkisi bir yana, emeğin zamanını ve enerjisini boşa harcamaktan başka bir şey değildir.

Katıldığın grevleri ve duyduğun diğer grevleri düşün. Sendikan, işvereni boyun eğmeye zorlamadığı sürece herhangi bir kavga kazanıldı mı? Bunu ne zaman yapabildi? Ancak patron, işçilerin iş demek olduğunu, işçilerin aralarında herhangi bir anlaşmazlık olmadığını, tereddüt ve oyalanma olmadığını, ne pahasına olursa olsun kazanmaya kararlı olduklarını öğrendiğinde kazanıldı. Bilhassa işveren kendini sendikanın insafına kalmış hissettiğinde, işçilerin azimli duruşu karşısında fabrikasını veya madenini işletemediğinde, grev kırıcıları bulamadığında ve çıkarlarının zarar göreceğini gördüğünde kazanıldı. İşçilere karşı çıktığında onların taleplerini yerine getirmekten daha fazla acı çektiğinde kazanıldı.

O halde ancak kararlı olduğunda, sendikan güçlü olduğunda, iyi örgütlendiğinde, patronun fabrikasını sizin iradeniz dışında çalıştıramayacağı şekilde birleştiğinizde onun itaatini zorunlu kılabileceğin açıktır. Ancak patron genellikle büyük bir üretici veya çeşitli yerlerde değirmenleri, madenleri olan bir şirkettir.

Bir kömür şirketini düşünelim. Bir grev nedeniyle Pennsylvania’daki madenlerini işleyemezse Virginia veya Colorado’da madenciliğe devam ederek ve orada üretimi artırarak kayıplarını gidermeye çalışacaktır. Eğer sen Pennsylvania’da grevdeyken bu eyaletlerdeki madenciler çalışmaya devam ederse şirket hiçbir şey kaybetmez. Hatta senin grevin yüzünden arzın yetersiz olduğu gerekçesiyle kömür fiyatını yükseltmek için grevi memnuniyetle bile karşılayabilir. Bu şekilde şirket sadece grevini kırmakla kalmaz, aynı zamanda kamuoyunun size karşı olan bakışını da etkiler çünkü insanlar aptalca, yüksek kömür fiyatının maden sahibinin açgözlülüğünden kaynaklanmadığına, gerçekten de senin grevinin sonucu olduğuna inanırlar. Grevi kaybedersiniz, bir süre sonra sen ve her yerdeki işçiler kömür için daha fazla ödemek zorunda kalırsınız ve yalnızca kömür için değil yaşamın diğer tüm gereksinimleri için daha fazla ödeme yapmak zorunda kalırsınız. Çünkü kömürün fiyatıyla birlikte genel yaşam maliyeti yükselir.

Grevdeyken diğer madenlerin çalışmasına izin veren mevcut sendika politikasının ne kadar aptalca olduğunu düşün. Diğerleri işte kalıyor ve grevinize maddi destek veriyorlar ancak onların yardımlarının yalnızca grevinizi kırmaya yardımcı olduğunu görmüyor musunuz? Çünkü grev fonunuza katkıda bulunmak için çalışmaya devam etmek, sonuçta sizi hırpalamak zorundalar? Bundan daha anlamsız ve zararlı bir şey olabilir mi?

Bu, her endüstri ve her grev için geçerlidir. Çoğu grevin neden kaybedildiğini tahmin edebilir misin? Amerika’da olduğu gibi diğer ülkelerde de durum böyle. Önümde, İngiltere’de Emek İstatistikleri başlığı altında yeni yayınlanan Mavi Kitap var. Veriler, grevlerin işçi zaferlerine yol açmadığını kanıtlıyor. Son sekiz yılın rakamları ise şöyle:

Lehine Sonuçlar:

Yıl İşçiler Patronlar
1920 390 507
1921 152 315
1922 111 222
1923 187 183
1924 162 235
1925 154 189
1926 67 126
1927 61 118

O zaman grevlerin neredeyse %60’ı kaybedildi. Bu arada grevlerden kaynaklanan iş günü kaybını -yani ücretin olmadığı zamanı- da göz önünde bulundurun. 1912’de İngiliz emeği tarafından kaybedilen toplam işgünü sayısı 40.890.000’di; her biri 60 yıl ömürlü 2.000 insanın hayatına neredeyse eşittir. 1919’da kaybedilen iş günü sayısı 34.969.000 idi; 1920’de 26.568.000; 1921’de 85.872.000; 1926’da genel grev sonucunda 162.233.000 gün… Bu rakamlara işsizlik nedeniyle kaybedilen zaman ve ücretler dahil değildir.

Şu anda yapılan grevlerin işe yaramadığını, işçi sendikalarının endüstriyel anlaşmazlıklarda kazanan olmadığını görmek için çok fazla matematik bilgisi gerekmiyor.

Ancak bu, grevlerin hiçbir amaca hizmet etmediği anlamına gelmez. Aksine çok değerlidirler: İşçiye dayanışmayı, kendi gibilerle omuz omuza durma ve ortak davada birlik içinde savaşmanın hayati ihtiyacını öğretirler. Grevler onu sınıf mücadelesinde eğitirler; ortak çaba, efendilere karşı direniş, dayanışma ve sorumluluk ruhunu geliştirirler. Bu anlamda başarısız bir grev bile tam bir kayıp değildir. Emekçiler onun aracılığıyla, proleter mücadelenin en derin anlamını somutlaştıran pratik bilgeliğin “birinin yaralanmasının herkesin endişesi olduğunu” öğrenirler. Bu, yalnızca maddi iyileştirme için verilen günlük savaşla değil aynı şekilde işçiye ve onun varlığına ilişkin her şey, özellikle adalet ve özgürlüğün söz konusu olduğu meselelerle de ilgilidir.

Söz konusu dava kimin olursa olsun, insanların toplumsal adalet adına harekete geçtiğini görmek dünya üzerindeki en ilham verici şeylerden biridir. Çünkü gerçekten de en gerçek ve en derin anlamıyla hepimizin kaygısı budur. Emek ne kadar aydınlanır ve daha büyük çıkarlarının farkına varırsa sempatileri o kadar geniş ve evrensel hale gelir, adalet ve özgürlüğü dünya çapında o kadar çok savunur. Sacco ve Vanzetti’nin Massachusetts’te yargılanarak öldürülmesini her ülkedeki işçilerin protesto etmesi bu anlayışın bir tezahürüydü. Bütün dürüst erkek ve kadınlar gibi, dünyanın her yerindeki insanlar içgüdüsel ve bilinçli olarak böyle bir suç işlendiğinde bunun kendileri ile ilgili olduğunu hissettiler. Ne yazık ki bu protesto, benzerleri gibi sadece kısmi çözümlerle yetindi. Örgütlü emek, genel grev gibi bir eyleme başvurmuş olsaydı talepleri göz ardı edilmeyecek ve işçilerin en iyi iki dostu ve en onurluları gerici güçlere kurban edilmeyecekti.

Proletaryanın muazzam gücünün, birleşik ve kararlı olduğunda her zaman galip gelen gücün değerli bir gösterimi olacaktı. Bu, geçmişte Idaho Eyaleti kömür baronlarının Batı Madenciler Federasyonu yetkilileri olan Haywood, Moyer ve Pettibone örneğinde olduğu gibi kararlı çalışma tutumunun planlı yasal saldırıları engellediği birçok durumda kanıtlanmıştır. 1905 madenci grevi sırasında darağacına göndermek için komplo kurulmuştu. Yine 1917’de California’da Tom Mooney’nin idamını engelleyen şey emekçilerin dayanışmasıydı. Amerika’daki örgütlü emeğin Meksika’ya karşı sempatik tavrı da şimdiye kadar o ülkenin Amerikan petrol çıkarları adına Birleşik Devletler Hükümeti tarafından askeri işgaline engel olmuştur. Benzer şekilde, Avrupa’da işçilerin birleşik eylemi, yetkilileri defalarca siyasi tutsaklara af çıkarmaya zorladı. İngiltere Devleti, İngiliz emeğinin Rus Devrimi’ne duyduğu sempatiden o kadar korktu ki tarafsızmış gibi davranmak zorunda kaldı. Rusya’daki karşı-devrime açıkça yardım etmeye cesaret edemedi. Liman işçileri Beyaz Ordu için yiyecek ve mühimmat yüklemeyi reddettiğinde İngiliz Hükümeti aldatmacaya başvurdu. Yiyecek ve mühimmatın Fransa’ya gönderileceği konusunda işçilere güvence verdi. 1920 ve 1921’de Rusya’da tarihi malzeme toplama çalışmalarım sırasında, gönderilerin Fransa’dan İngiliz Devleti’nin doğrudan emriyle karşı-devrimci generallere -Rusya’nın kuzeyinde, orada sözde Çaykovski-Miller Hükümeti’ni kurmuş olan generallere- derhal iletildiğini kanıtlayan resmi İngiliz belgelerine sahip oldum. Pek çok olaydan biri olan bu olay, uluslararası proletaryanın uyanan sınıf bilincine ve dayanışmasına karşı sahip olunan güçlü korkuyu gözler önüne seriyor.

İşçiler bu ruhta ne kadar güçlenirlerse kurtuluş mücadeleleri o kadar etkili olacaktır. Sınıf bilinci ve dayanışması, emeğin tam gücüne kavuşabilmesi için ulusal ve uluslararası boyutlara ulaşmalıdır. Nerede adaletsizlik varsa, nerede zulüm ve baskı varsa -Filipinler’in boyun eğdirilmesi, Nikaragua’nın işgali, Kongo’daki emekçilerin Belçikalı sömürücüler tarafından köleleştirilmesi; Mısır, Çin, Fas veya Hindistan’daki insanların üzerindeki baskı- tüm bu tür rezilliklere karşı seslerini yükseltmek ve dünyanın her yerinde yağmalanmışların ve mahrum bırakılmışların ortak davasında dayanışmalarını göstermek her yerde işçilerin görevidir.

Emek yavaş yavaş bu toplumsal bilince doğru ilerliyor: Grevler ve diğer sempatik ifadeler bu ruhun değerli bir tezahürüdür. Şu anda çok sayıda grev kaybediliyorsa bunun nedeni proletaryanın ulusal ve uluslararası çıkarlarının henüz tam olarak farkında olmaması, doğru ilkeler üzerinde örgütlenmemiş olması ve dünya çapında işbirliği ihtiyacını yeterince kavramamasıdır.

Eğer fabrikan veya madenin greve gittiğinde tüm endüstrinin iş bırakmasını sağlayacak şekilde örgütlenmiş olsaydın, daha iyi koşullar için günlük mücadelelerin hızla farklı bir karakter kazanırdı; yavaş yavaş değil aynı anda, hepsi aynı anda. O zaman patron senin insafına kalmış olurdu, tüm sektörde çark dönmediğinde ne yapabilirdi ki? Bir ya da birkaç fabrikaya yetecek kadar grev kırıcı bulabilir ancak tüm bir endüstriye bunları tedarik edilemez ve bunu güvenli ya da uygun görmezdi. Ayrıca, modern endüstri iç içe geçtiği için, herhangi bir endüstride işin askıya alınması, çok sayıda diğer endüstriyi de hemen etkileyecektir. Durum tüm ülkeyi doğrudan ilgilendirecek, halk harekete geçirilecek ve çözüm talep edilecektir. (Şu anda, tek fabrika grev yaptığında kimsenin umurunda olmuyor ve sessiz kaldığın sürece açlıktan ölebilirsin.) Bu çözüm yine kendine, örgütünün gücüne bağlı olacaktır. Patronlar, gücünüzü bildiğinizi ve kararlı olduğunuzu gördüklerinde, yeterince çabuk pes edecekler veya bir uzlaşma arayacaklardır. Her gün milyonlar kaybedeceklerdir, grevciler işleri ve makineleri sabote edeceklerdir ve patronlar sadece o zaman “anlaşmak” için çok hevesli olacaklardır. Bir fabrikanın ya da bölgenin grevinde genellikle bunu memnuniyetle karşılıyorlar çünkü tek başınıza hiçbir şansınızın olmadığını biliyorlar.

Bu nedenle, sendikanın hangi tarzda, hangi ilkeler üzerine kurulduğunu ve daha iyi koşullar için günlük mücadelende tek başına emeğin ve işbirliğinin ne kadar hayati olduğunu düşün. Güç birlik olmaktır ancak bu birlik mevcut değil ve endüstriler yerine zanaat hatlarında örgütlendiğin sürece imkansızdır.

Senin ve iş arkadaşlarının, sendikanın kuruluşunun şeklini hemen değiştirmekten daha önemli ve acil bir işiniz olamaz.

Ancak değiştirilmesi gereken yalnızca biçim değildir. Sendikanız amaçları ve hedefleri konusunda net olmalıdır. İşçi gerçekten ne istediğini, bunu nasıl ve hangi yöntemlerle yapmak istediğini ciddi bir şekilde düşünmelidir. Sendikanın ne olması gerektiğini, nasıl işlemesi gerektiğini ve neyi başarmaya çalışması gerektiğini öğrenmelidir.

Şimdi, sendika neyi başaracak? Gerçek bir işçi sendikasının kolları ne olmalıdır?

Her şeyden önce, sendikanın amacı üyelerinin çıkarlarına hizmet etmektir. Bu onun asli görevidir. Bu konuda bir tartışma yok; her işçi bunu anlar. Bazıları bir emek kuruluşuna katılmayı reddediyorsa bunun nedeni, onun büyük değerini takdir edemeyecek kadar cahil olmalarıdır, bu durumda da aydınlanmaları gerekir. Ama genellikle sendikaya inanmadıkları için ya da hayal kırıklığına uğradıkları için üye olmayı reddediyorlar. Sendikadan uzak kalanların çoğu bunu yapıyor çünkü örgütlü emeğin gücü hakkında çok fazla gururlu oldukları halde çoğu zaman acı deneyimlerden, neredeyse her önemli mücadelede onun yenilgiye uğradığını biliyorlar. “Ah, sendika,” diyorlar kibirle, “hiçbir önemi yok.” Gerçekten, doğruyu konuşmak gerekirse bir dereceye kadar haklılar. Örgütlü sermayenin serbest piyasa politikası ilan ettiğini ve sendikaları yendiğini görüyorlar; işçi “liderlerinin” grevleri sattığını ve işçilere ihanet ettiğini görüyorlar; üyeleri, tabandakileri, sendika içindeki ve dışındaki siyasi entrikalarda işe yaramaz görüyorlar. Emin ol işçiler neden böyle olduğunu anlamıyorlar ama gerçekleri görüyorlar ve sendikaya karşı çıkıyorlar.

Bazıları bir zamanlar sendikaya üye oldukları için sendikayla herhangi bir ilgileri olmasını reddediyor ve bireysel üyenin, ortalama işçinin örgütün işlerinde ne kadar önemsiz bir rol oynadığını biliyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yerel liderler, bölge ve merkez organlar, ulusal ve uluslararası memurlar, Amerikan İşçi Federasyonu’nun şefleri bütün gösteriyi yönetiyor. “Oy vermekten başka yapacak bir şeyiniz yok ve itiraz ederseniz sepetlenirsiniz.” diyorlar.

Maalesef haklılar. Sendikanın nasıl yönetildiğini biliyorsun. Üyelerin söyleyebileceği çok az şeyi var. Tüm gücü liderlere devrettiler ve bunlar patronlar haline geldi, tıpkı toplumun daha geniş yaşamında insanların, başlangıçta kendilerine hizmet etmesi amaçlananların -devlet ve görevlilerinin- emirlerine boyun eğdirilmesi gibi. Bunu yaptığınızda, devrettiğiniz yetki her defasında size ve kendi çıkarlarınıza karşı kullanılacaktır. Sonra da liderlerinizin “iktidarlarını kötüye kullandıklarından” şikayet ediyorsunuz. Hayır dostum, kötüye kullanmazlar; sadece onu kullanırlar çünkü kendisi en kötüsüdür. Kötüye kullanım iktidarın kullanılması anlamına gelir.

Gerçekten sonuç elde etmek istiyorsan tüm bunların değiştirilmesi gerekir. Bu, toplumda siyasi gücün yöneticilerden alınıp tamamen ortadan kaldırılmasıyla gerçekleştirilebilir. Siyasi iktidarın otorite, baskı ve tiranlık anlamına geldiğini; ihtiyacımız olanın siyasi hükümet değil kolektif işlerimizin rasyonel yönetimi olduğunu önceden gösterdim.

Tıpkı bunun gibi, sendikanda işinin mantıklı bir şekilde yönetilmesine ihtiyacın var. Tüm zenginliklerin yaratıcısı ve dünyanın destekçisi olarak emeğin ne kadar muazzam bir güce sahip olduğunu biliyoruz. Düzgün bir şekilde örgütlenip birleşirlerse işçiler durumu kontrol edebilirler. Ama işçinin gücü sendika toplantı salonunda değil dükkânda ve fabrikada, değirmende ve madendedir. Örgütlenmesi gereken yer orasıdır. Orada ne istediğini, ihtiyaçlarının neler olduğunu bilirsin, çabalarını ve iradeni oraya yoğunlaştırman gerekir. Her dükkan ve fabrikanın sıradan insanların -liderlerin değil- istek ve gereksinimleriyle, tezgahtaki ve ocaktaki üyelerin istek ve gereksinimleriyle ilgilenmek, iş arkadaşlarının talep ve şikayetleriyle ilgilenmek için özel bir komitesi olmalıdır. Yerinde ve sürekli olarak işçilerin yönlendirmesi ve denetimi altında olan böyle bir komite hiçbir iktidara sahip değildir: Sadece talimatları yerine getirir. Üyeleri, o anın ihtiyacına ve eldeki görev için gerekli olan yeteneğe göre, istedikleri zaman geri çağrılır ve diğerleri onların yerine seçilir. Söz konusu konulara karar veren ve kararlarını atölye komiteleri aracılığıyla uygulayan işçilerdir.

Emeğin ihtiyaç duyduğu örgütlenmenin karakteri ve biçimi budur. Yalnızca bu biçim onun gerçek amacını ve iradesini ifade edebilir, onun ihtiyaç duyduğu sözcüsü olabilir ve gerçek çıkarlarına hizmet edebilir.

Bu atölye ve fabrika komiteleri yerel, bölgesel ve ulusal olarak diğer fabrika ve madenlerdeki benzer organlarla birleştiğinde, emeğin insanca sesi ve onun etkin temsilcisi olacak yeni bir tür emek örgütlenmesi oluşturacaktır. Birleşik işçilerin tüm ağırlığını ve enerjisini taşıyacak, kapsamı ve potansiyelleri açısından muazzam bir gücü temsil edecektir.

Proletaryanın günlük mücadelesinde böyle bir örgüt, muhafazakar sendikanın şu anda inşa edildiği şekliyle hayal bile edemediği zaferler elde edebilecektir. İnsanların saygısını ve güvenini kazanacak, örgütlenmemişleri kendine çekecek ve tüm işçilerin eşitliği, ortak çıkarları ve amaçları temelinde emek güçlerini birleştirecektir. Efendilerin karşısına işçi sınıfının tüm gücüyle, yeni bir bilinç ve güç anlayışı içinde çıkacaktır. Ancak o zaman emek birlik kazanır ve onun ifadesi olan sendika gerçek bir anlam kazanır.

Böyle bir sendika kısa zamanda işçinin salt savunucusu ve koruyucusu olmaktan öteye geçecektir. Birlik ve bunun sonucunda ortaya çıkan gücün, emek dayanışmasının anlamının hayati bir kavrayışını kazanacaktır. Fabrika ve dükkân, işçinin yaşamdaki uygun rolüne ilişkin anlayışını geliştirmek, kendine güvenini ve bağımsızlığını geliştirmek, ona karşılıklı yardımlaşmayı ve işbirliğini öğretmek, onu sorumluluğunun bilincine varmak için bir eğitim kampı işlevi görecektir. Kendi işlerine bakmayı ve onun refahını gözetmeyi liderlere veya politikacılara bırakmadan, kendine göre karar vermeyi ve hareket etmeyi öğrenecektir. Ne istediklerini ve hangi yöntemlerin amaçlarına en iyi şekilde hizmet edeceğini, kürsüdeki arkadaşlarıyla birlikte belirleyecek olan o olacak ve komitesi sadece talimatları yerine getirecektir. Dükkan ve fabrika işçinin okulu ve üniversitesi olacaktır. Orada toplumdaki yerini, endüstrideki işlevini ve hayattaki amacını öğrenecek. Bir işçi ve bir insan olarak olgunlaşacak ve emek anlamını bulacaktır. Bilecek ve bu sayede güçlü olacaktır.

Kısa bir süre önce bir ücretli köle, bir çalışan ve emeğinin desteklediği efendisinin iyi niyetine bağımlı olarak kalmanın kendisine yettiğini düşünen işçi, mevcut ekonomik ve toplumsal düzenlemelerin yanlış ve canice olduğunu anlayacak, onları değiştirmeye kararlı olacaktır. Atölye komitesi ve sendika yeni bir ekonomik sistemin, yeni bir toplumsal yaşamın hazırlık alanı olacaktır.

O halde, senin ve benim ve özünde emeğin çıkarlarını taşıyan her erkek ve kadının, bu amaçlar için çalışmamızın ne kadar gerekli olduğunu görüyorsun.

Ve tam burada, daha öndeki proleterlerin, radikallerin ve devrimcilerin bunu daha ciddi bir şekilde düşünmelerinin özellikle acil olduğunu vurgulamak istiyorum çünkü çoğu için, hatta bazı anarşistler için bile bu sadece manevi bir dilek, uzak bir istek ve bir umuttur. Bu yöndeki çabaların üstün önemini kavrayamazlar. Ama bu sadece bir rüya değil. Çok sayıda işçi bu anlayışı kavrıyor: IWW ve her ülkedeki devrimci anarşist-sendikalistler kendilerini bu amaca adıyorlar. Günümüzün en acil ihtiyacı budur. Bizim çabaladığımız şeyi ancak işçilerin doğru örgütlenmesinin başarabileceğini ne kadar vurgulasak az kalır. İçinde emeğin ve geleceğin kurtuluşu yatıyor. Aşağıdan yukarıya, dükkandan ve fabrikadan başlayarak her yerdeki işçilerin ortak çıkarları temelinde -ticaret, ırk veya ülke ne olursa olsun- karşılıklı çaba ve birleşik irade yoluyla örgütlenme, emek sorununu tek başına çözebilir ve insanın gerçek kurtuluşuna hizmet eder.

“Endüstrileri devralan işçilerden bahsediyordunuz,” diye hatırlatıyor arkadaşın, “Bunu nasıl yapacaklar?”

Evet, örgütlenme ile ilgili bu açıklamayı yaptığında ben de bundan bahsediyordum. Ama meselenin tartışılmış olması iyi, çünkü incelediğimiz problemlerde bundan daha hayati herhangi bir şey yok.

Endüstrilerin devralınmasına geri dönersek; bu sadece onları devralmak değil onları emekle yönetmek demektir. İşçiler halihazırda endüstrilerin içindeler. Devralma, işçilerin oldukları yerde çalışan olarak değil yasal kolektif mülk sahibi olarak kalmalarına dayanır.

Bu noktayı kavra dostum. Toplumsal devrim sırasında kapitalist sınıfın mülksüzleştirilmesi -endüstrilerin devralınması- şimdi bir grevde kullandığın taktiklerin tam tersini gerektirir. Grevde işi bırakır ve patronun değirmen, fabrika ya da madenin tam mülkiyetinde olmasını sağlarsın. Elbette bu aptalca bir işlem, çünkü efendiye tüm avantajı veriyorsun: O senin yerine grev kırıcıları bulabilir ve sen dışarıda soğukta kalırsın.

Toplumsallaştırma ise tam tersidir. Sen içeride kalırken patronu kovarsın. Ancak diğerleri ile eşit şartlarda işçiler arasında bir işçi olursa orada kalabilir.

Herhangi bir yerin emek örgütleri, kendi yerel bölgelerindeki kamu hizmetlerinden, iletişim araçlarından, üretim ve dağıtımdan sorumlu olurlar. Yani telgrafçılar, telefon ve elektrik işçileri, demiryolu işçileri vb. atölyeyi, fabrikayı veya başka bir kurumu (devrimci atölye komiteleri aracılığıyla) ele geçirirler. Kapitalist ustabaşılar, gözetmenler ve yöneticiler değişime direnirler ve işbirliği yapmayı reddederlerse binadan çıkarılırlar. Katılmak isterlerse bundan böyle ne efendiler ne de sahipler olmadığını; fabrikanın, genel teşebbüste hepsi eşit ortaklar olan sanayiyle uğraşan işçilerin sendikasının sorumlu olduğu kamu malı haline geldiğini anlamaları sağlanır.

Büyük sanayi ve imalat şirketlerinin üst düzey yetkililerinin işbirliği yapmayı reddetmeleri beklenebilir. Böylece kendilerini yok ederler. Yerlerini önceden bu iş için hazırlanmış işçiler almalıdır. Bu yüzden endüstriyel hazırlığın büyük önemini vurguladım. Bu, kaçınılmaz olarak gelişecek ve toplumsal devrimin başarısının diğer faktörlerden çok buna bağlı olacağı bir durumda öncelikli bir gerekliliktir. Endüstriyel hazırlık en önemli noktadır, çünkü onsuz bir devrim çökmeye mahkumdur.

Mühendisler ve diğer teknik uzmanların, toplumsal devrim geldiğinde özellikle de bu arada kol ve kafa işçileri arasında daha yakın bir bağ ve daha iyi bir anlayış kurulmuşsa emekle el ele verme olasılıkları daha yüksektir.

Onlar reddetmesi ve işçilerin endüstriyel ve teknik olarak kendilerini hazırlamakta başarısız olması halinde, üretim zorlayıcı işbirliğine dayanır. Bu yöntem Rus Devrimi’nde denendi ve başarısız olduğu kanıtlandı.

Bolşeviklerin bu bağlamdaki ciddi hatası, entelijansiyanın bazı üyelerinin muhalefeti nedeniyle tüm sınıfa düşmanca davranmasıydı. Birkaç kişinin hatası yüzünden bütün bir toplumsal gruba zulmetmelerine neden olan, fanatik dogmanın doğasında bulunan hoşgörüsüzlük ruhuydu. Bu durum kendini profesyonel unsurlara, teknik uzmanlara, kooperatif örgütlerine ve genel olarak tüm kültürlü kişilere karşı toptan intikam politikasında gösterdi. İlk başta devrime dost olan, hatta bazıları onun lehine hevesli olan çoğunluk bu Bolşevik taktikleri tarafından yabancılaştırıldı ve işbirliği imkansız hale getirildi. Diktatör tutumlarının bir sonucu olarak komünistler, ülkenin endüstriyel yaşamında sonunda tamamen savaş yöntemlerini uygulamaya koyana kadar artan baskı ve zorbalığa başvurdular. Kaçınılmaz olarak bu durum fabrikaların ve değirmenlerin askerileşmesine, zorunlu emeğe yol açtı ve başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü zorunlu emek doğası gereği kötü ve verimsizdir; dahası bu durma sürüklenenler tarafından uygulanan sabotajlar, iş yavaşlatmalar ve işin berbat edilmesi en baştan çalışmayı reddetmekten daha kötü sonuçlar doğurdu. Akıllı düşmanlar tarafından kullanılan ve uzun vadede fark edilemeyecek bu yöntemler, makinelere ve ürünlere çalışmamaktan çok daha fazla zarar verdi. Bu tür sabotajlara karşı alınan en sert önlemlere hatta idam cezasına rağmen devlet kötülüğün üstesinden gelmekten acizdi. Bir Bolşevik’in, bir siyasi komiserin, daha sorumlu pozisyonlardaki her teknisyenin üzerine yerleştirilmesi meselelere yardımcı olmadı. Sadece endüstriyel konulardan habersiz, yalnızca devrime dost ve yardım etmeye istekli olanların çalışmasına müdahale eden, göreve yabancı olmaları sebebiyle sabotajı hiçbir şekilde engellemeyen bir asalak memurlar ordusu yarattı. Zorla çalıştırma sistemi sonunda pratikte ekonomik karşı-devrim haline gelen bir duruma evrildi ve bu noktada diktatörlüğün hiçbir çabası durumu değiştiremezdi. Bolşeviklerin zorunlu çalışmadan uzmanları ve teknisyenleri sanayilerdeki pozisyonlarına geri döndürmesine, onları yüksek ve özel ücretlerle ödüllendirerek kazanma politikasına dönmelerine neden olan buydu.

Rus Devrimi’nde bu kadar belirgin bir şekilde başarısız olan ve nitelikleri gereği, hem endüstriyel hem de ahlaki olarak her seferinde başarısız olmaya mahkum olan yöntemleri yeniden denemek aptalca ve canice olur.

Bu sorunun tek çözümü, işçilerin endüstriyi örgütleme ve yönetme sanatında önceden de önerilen hazırlığı yapması ve eğitiminin yanı sıra kafa ve kol emekçileri arasındaki daha yakın temastır. Hammaddeden üretim ve dağıtıma kadar birbirini takip eden süreçlere, endüstrilerinin çeşitli evrelerine işçileri alıştırmak amacıyla her fabrika, maden ve fabrikanın atölye komitesinden ayrı ve bağımsız özel işçi konseyleri olmalıdır. Bu sanayi konseyi kalıcı olmalıdır ancak üyeleri belirli bir fabrika veya fabrikanın hemen hemen tüm çalışanlarını alacak şekilde dönüşümlü olmalıdır. Örneklemek gerekirse: Belirli bir kuruluştaki sanayi konseyinin, sanayinin karmaşıklığına ve belirli bir fabrikanın büyüklüğüne göre, duruma göre beş veya yirmi beş üyeden oluştuğunu varsayalım. Konsey üyeleri, sektörlerini iyice tanıdıktan sonra, öğrendiklerini iş arkadaşlarının bilgisine sunmak için yayınlar ve onların endüstriyel çalışmalara devam etmeleri için yeni konsey üyeleri seçilir. Bu şekilde tüm fabrika veya değirmen, ticaretinin organizasyonu ve yönetimi hakkında gerekli bilgileri ardışık olarak edinebilir ve gelişimine ayak uydurabilir. Bu konseyler, işçilerin endüstrilerinin tekniğine tüm aşamalarda aşina olacakları endüstri okulları olarak hizmet edecektir.

Aynı zamanda, daha büyük örgüt olan sendika, sermayeyi fiili yönetime daha fazla emek katılımına izin vermeye zorlamak için her türlü çabayı kullanmalıdır. Ancak bu, en iyi ihtimalle bile, işçilerin yalnızca küçük bir azınlığına fayda sağlayabilir. Öte yandan yukarıda önerilen plan atölyede, fabrikada ve değirmenlerde hemen hemen her işçiye endüstriyel eğitim olanağı sunuyor.

Elbette endüstri konseylerinin fiili uygulama yoluyla elde edemeyecekleri belirli iş türleri -örneğin mühendislik; inşaat, elektrik, mekanik- olduğu doğrudur. Ama sanayinin genel süreçleri hakkında öğrenecekleri şey, hazırlık olarak paha biçilmez değerde olacaktır. Geri kalanı için, işçi ve teknisyen arasındaki daha yakın dostluk ve işbirliği bağı en büyük gerekliliktir.

Bu nedenle endüstrilerin devralınması, toplumsal devrimin ilk büyük amacıdır. Bu, proletarya tarafından onun örgütlenmiş ve göreve hazır olan kısmı tarafından gerçekleştirilecektir. Önemli sayıda işçi şimdiden bunun önemini kavramaya ve önlerindeki görevi anlamaya başlıyor. Fakat yapılması gerekeni anlamak yeterli değildir. Nasıl yapılacağını öğrenmek bir sonraki adımdır. Bu hazırlık çalışmasına bir an önce girmek örgütlü işçi sınıfının görevidir.

Alexander Berkman – Çev.Burak Aktaş