“…Bu sistemde halk, sürekli olarak, bir çömez, bir öğrenci olarak kalacak ve kendisine ait olmayan düşüncelerin, isteklerin ve nihayet çıkarların aracı olmaya devam edecektir. Bu durum ile bizim özgürlük olarak adlandırdığımız -ve aslında tek gerçek özgürlük olan- durum arasındaki fark ancak uçurum sözcüğüyle tanımlanabilir. Bu durumda, eski baskı ve eski kölelik, yeni biçimler altında varlığını sürdürür…” Mihail Bakunin /Tanrı ve Devlet
İktidarın, seçim aritmetikleri bağlamında sayısal üstünlüğünü kaybetmeye başladığı, hem iç hem de dış politikada seçeneklerinin azaldığı uzun bir yaz geride kaldı. Eski bir iktidar ortağı olarak Sedat Peker ifşaları, Kürt halkını sindirmeye yönelik Deniz Poyraz cinayeti ve Konya Katliamı, devletin şirketlerle işbirliği içinde gerçekleştirdiği ekolojik talan politikalarının bir sonucu olarak sel katliamları, kışkırtılan ırkçılığın neden olduğu Altındağ’daki pogrom girişimi ve yine ırkçı saldırılar eşliğinde tanık olduğumuz orman yangınları… Bütün bunlar, politik bağlamı çerçevesinde mecazi ve gerçek anlamıyla “sıcak geçen” 2021 yazında yaşananlardan bazılarıydı. “Winter is coming” mottosunda atıfta bulunulan “o kış” belki bu kış olmasa da artan gıda fiyatları, havaların soğumasıyla birlikte daha da zamlanacak ısınma giderleri gibi maliyet kalemleriyle birlikte düşünüldüğünde bu mottoyu, yoksullar/ezilenler için “tehlike büyüyor” diye okumak mümkün.
Beri yandan AKP-MHP bloğu dilini daha da saldırganlaştırarak şiddet potansiyeline dair topluma yönelik güç projeksiyonunda bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yönelik saldırılar bunun bir yönünü oluştururken iktidar aparatı TÜGVA’nın Adalar’daki binaya -yargı kararına rağmen- “çökmesi” rejim değişikliğinin söz konusu olacağı seçimlerde aleyhte bir sonuç çıkması halinde olacaklara dair bir fragman niteliğinde.
Peki, toplumun giderek daha büyük bir kesimini oluşturan yoksulların gündemi, ekonomik kriz nedeniyle, hayatta kalma derecesine gelmişken, mevcut ve müstakbel “iktidarların” gündemi ne? Halktan kesilen vergilerin de aralarında olduğu mali kaynakları, “Beşli Çete” başta olmak üzere, çeperindeki şirketlere aktaran AKP’den iktidarı almaya hazırlanan parlamenter muhalefet yeni bir seçim havasına girerken, ekonomik krizin yol açtığı derin yoksullaşmaya da vurgu yapıyor elbette. Ancak yoksullaşmaya yol açan ekonomik krizi, AKP’nin “demokrasiyle” olan sorunlu ilişkisine indirgeyerek kapitalizmi zikretmeyen politik söylem, bu “vurgunun” müstakbel iktidar değişimi bağlamında araçsallaştırıldığı konusunda şüpheye yer bırakmıyor.
Bu bağlamda geçtiğimiz 10-11 Haziran tarihlerinde patron örgütü TÜSİAD heyetlerinin, Millet İttifakı’nın iki büyük partisi CHP ve İYİP ziyaretleri not edilmeli. TÜSİAD’dan, şimdilik Millet İttifakı dışında yer alan ancak restorasyon muhalefetinin “doğal bileşenleri” olan DEVA ve Gelecek Partisi’ne de benzer ziyaretler yapıldı. O halde, bu bilgi paralelinde, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın 15 Mayıs 2019’da yapılan Yüksek İstişare Konseyi toplantısındaki “…İyi işleyen bir demokrasinin en temel özelliklerinden birisi iktidarın seçimle el değiştirebilmesidir. Toplumsal değişimin yakıcı olduğu, mevcut iktidarların ve liderlerin çetrefilli sorunlarla baş etmekte zorlandığı zamanlarda, toplumun önünü açan çözümleri ancak demokrasiler üretir…” sözlerini akılda tutmakta fayda var. Geçtiğimiz yıl 17 Ekim’de ise TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski’nin Dünya gazetesine verdiği röportajdaki “hukuk devleti” vurgusu ve iktidara yer yer örtük de olsa, ekonomi politikaları anlamında muhalefetle aynı dalga boyundaki eleştirilerini hatırlayalım. Bu veriler alt alta konulduğunda AKP’nin “demokrasiyle” olan sorunlu ilişkisi kadar, Millet İttifakı’nın da var olan yoksullaşmada -elbette AKP’nin dizginsiz rant hırsını dışlamadan- kapitalizmle “sorunsuz ilişkisini” belirtmek gerek.
Millet İttifakı’nın ana siyasi hedef olarak 24 Haziran 2018’de geçilen ve resmi adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olan “başkancı sistemden” parlamenter yönetime geri dönmeyi belirlediği aşikar. Hal böyleyken ve ekonomik kriz ya da yoksulluğa dair bakış açısı bu noktadayken, ırkçılık, göçmenler, Kürt sorunu, Suriye Savaşı ve TSK’nin sınır ötesi müdahaleleri gibi konularda da onları ya mevcut iktidarın yedeğinde ya da müstakbel iktidarlarında olabileceklere dair fragmanlar içeren söylem ve pratiklerde görüyoruz.
Birbiriyle etkileşim içindeki iki başlıkta değerlendirilebilecek ırkçılık ve göçmenler konusuna dair, Bolu’nun CHP’li Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın, partisinde ciddi bir tabanda karşılık bulduğu aşikar ırkçı sözleri ve İYİP’in “Hudut Namustur” kampanyası “muhalefetteki iktidar” için fikir verebilir. Keza CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “Suriyelileri geri göndereceğini” vurgulayan açıklamalarına defaatle tanık olduk. İYİP ise Aralık 2019’da ‘Suriyeli Sığınmacıların Ülkelerine Dönüş Çalıştayı” gerçekleştirerek bu konudaki “ciddiyet ve kararlılığını” ortaya koymuştu. Bu politikalar ise coğrafyamızda son yıllarda gelişme eğilimi gösteren ve gerek orman yangınlarında Kürt düşmanlığı, gerekse Afganistanlı göçmenlerin hareketliliği sırasında göçmen düşmanlığı olarak belirginleşen seküler/milliyetçi “muhalefet” ile karşılıklı bir “selamlaşma” halinde. Mevcut iktidarla kesişim noktaları olan bu “muhalefetin” ırkçılık, kapitalizm, homofobi, kadın düşmanlığı vb. meselelerle derdi olan sokak muhalefeti için, Gezi Direnişi’nin palalıları ve 15 Temmuz’un saldırgan mobilizasyonundan bir farkının olamayacağı açık.
Benzer bir durum, devlet korumasındaki erkek şiddeti ile karşı karşıya kalan kadınlar için de söz konusu. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması tartışmaları gündeme geldiğinde, Millet İttifakı bileşenlerinden Saadet Partisi, iktidarın bu kararına hararetli bir destek vermişti. Aile, ahlak değerleri, milli ve manevi değerler gibi söylemlerde AKP’nin yanında hizalanan Milli Görüş’ün geleneksel siyasi hareketinin İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe sokulmasına ikna edilememesi durumunda erkek devletin mikro iktidarlarının kadınlar üzerindeki şiddetinin bitmesini beklemek hayal olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde, sürgündeki gazeteci Can Dündar sosyal medya hesabından bir video-analiz paylaştı. İYİP Genel Başkanı Meral Akşener’in, yürütmenin başında en yetkili kişi olarak başbakanın olduğu parlamenter sisteme geri dönüleceğine vurgu yapan “Cumhurbaşkanlığına değil başbakanlığa adayım” sözleri, Dündar’ın analizinin ana temasıydı. İktidarı simgeleyen yüzüğün, anlatısının merkezinde olduğu “Yüzüklerin Efendisi’yle” paralellik kuran Can Dündar, “iyi niyetli bile olsa” parmağına geçiren kişiyi iktidar hırsına mahkum eden “yüzüğü” 2017’deki referandumda temeli atılan, 24 Haziran 2018’de de “hukuksal zemine” oturtulan “başkancı sisteme” benzetiyordu. Yüzüğü, iktidarı sembolize ettiği simgesel bağlamından koparan Dündar’ın “mesele yüzüğün el değiştirmesi değil yok edilmesi” sözlerinin -bağlamından koparılmaması halinde- iktidardaki ve muhalefetteki “iktidarlar” açısından, yazının akışında verilen örnekler ışığında doğru olduğu aşikar.
Ancak “muhalefetteki iktidarın” iktidar hırsının, Platon’un Devlet adlı kitabında aktardığı, sıradan bir çobanken kendisini görünmez kılan yüzüğü bulduktan sonra kraliçeyi kandırıp o zamanki kralı öldürerek kral olan Gyges’in hikayesinde olduğu gibi, hasbelkader ve mütevazı olduğu tartışmaya açık.
Gücün bir kişide toplandığı “mutlak iktidardan”, güç paylaşımının olduğu “makul iktidara” geçildiğinde, “yüzük el değiştirdiğinde” bu toplumun ezilenleri için hayat dikensiz bir gül bahçesi olmayacak. Yüzüğün el değiştirmesini “Kral öldü, yaşasın yeni kral!” şeklinde karşılamak, iktidarın politik ayrım noktalarını ortadan kaldırır. İktidarı normalleştiren, ona kurtarıcı olarak umut bağlayan ve “olmazsa olmaz” payesi veren yaklaşım, mutlak ya da makul iktidarlardan ezilenlerin payına sömürü, adaletsizlik, şiddet, katliam ve yoksulluğun düştüğü statükonun devamını sağlayabilir ancak.
Ezilenlerin, mutlak ya da makul, kendisine dayatılan ve her ikisi de birer çıkmaz sokak olan iktidar seçenekleri arasında, mutlaka bir başka seçeneği vardır. O da başkanların, başbakanların, “yüzüklerin” ve iktidarların olmadığı iktidarsız özgür bir yaşama açılan bir başka sokaktır.