Son günlerde iş cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Bununla beraber işsizliğin de getirisiyle artan yoksullaşmanın bıraktığı tek seçenek olarak görülen esnek, geçici, güvencesiz çalışma yani “taşeron işçilik” ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmakta. 1980’lerde uygulanmaya başlanan bu sistem, en basit haliyle işverenin işin bir kısmını başka bir firmaya yaptırması demek. Yani düzenlilik arz etmeyecek, dışarıdan alınması veya dışarıya yaptırılması kaçınılmaz olan mal ve hizmetlerin uygulanmasına yönelik bir uygulama. İlk olarak özel sektörde başlayan taşeronlaşma, 24 Ocak 1980 kararları (Türkiye ekonomisinin dünya kapitalizmine uyumu amacıyla kabul edilen 24 Ocak 1980 kararları, pek çok konuda olduğu gibi, çalışma yaşamına yönelik olarak hayata geçirilen düzenlemelerin de temelini oluşturmuş,1980 sonrasında IMF ile yapılan “yapısal uyum” anlaşmalarının ve Dünya Bankası’ndan alınan krediler ile hedeflenen, Türkiye’nin ekonomisinden siyasetine kadar bütün alanlarını ulusal ve uluslararası tekelci sermayenin ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda yeniden biçimlendirmekti. ) ve neo-liberal politikalar ile hız kazanan istisnai ve geçici işler için söz konusuyken, bugün itibariyle kamu sektörünün her alanına sızmış durumda; belediye, sağlık, maden, metal, tekstil, inşaat…
Taşeronluk sistemi esas olarak 1995 yılında imzalanan uluslararası GATS, MAİ ve MİGA anlaşmaları çerçevesinde hız kazanmıştır. Kısaca her türlü kamusal alanın ve hizmetin ticarileştirilmesi (özelleştirilmesi) anlamına gelen bu anlaşmaların uygulanma süreçleri başlangıçta yavaş yavaş seyrederken, 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından iyice hız kazanmıştır. 15 günde 15 yasa ve tahkimin onaylanmasıyla birlikte, bütün ulusal koruma hukuk mevzuat engelleri ortadan kaldırılmıştır.
Böylece 2002 yılında süreci devralan mevcut iktidar, gerek hizmetlerin ticarileşmesi gerekse özelleştirmelerde en üst noktaya ulaşan bir müdahaleyle serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği bütün düzenlemeleri gerçekleştirmiştir. Bu müdahalenin en önemli ayaklarından birisi, kamu hizmetlerinde ve özel işletmelerde ”güvencesiz ve esnek istihdam” olarak tanımladığımız “taşeronluk” sisteminin bütün acımasızlığı ve kuralsızlığı ile iş yaşamına hızlıca geçirilmesidir. Bu bağlamda taşeronluk sistemi bütünüyle sermaye sınıfının iş yaşamında ve işçi işveren ilişkilerinde kendi lehine avantajlar sağladığı, emek sömürüsünü yaygınlaştırdığı, patronların sermayesine sermaye kattığı bir uygulama olarak yaşamlara geçti. Günümüz itibariyle 1 milyon sınırına dayanmış işçi, taşeronluk sistemi içerisinde çalışmaya mahkûm edilmiştir.
Küçülerek büyüme?
Günümüzde, büyük ölçekli, seri üretime göre örgütlenmiş her düzeyde entegre işletme anlayışından vazgeçilmeye başlandığı bir dönemde, sermayenin çözüm olarak gördüğü taşeronlaşma ile birlikte büyük ölçekli şirket yapıları yerini daha küçük ve dinamik yapılara bırakmaya başladı. Sermaye, sadece belirli bir üründe uzmanlaşmış ve o ürün dışındaki tüm ara malları, yardımcı malları ve hizmetleri o alanda uzmanlaşmış diğer işletmelerden almaya yöneldi. Bu sebeplerle taşeronlaşmanın stratejisi, iş ilişkilerinin ve çalışma sisteminin esnekleştirilmesi, kuralsızlaştırılması ve “küçülerek büyüme” olarak da adlandırılabilir.
Taşeron İşçilerinin Yaşadığı Sorunlar
Taşeron işçiler herhangi bir statüye sahip olmadan, kurumların esas işlerini yapmalarına rağmen yoğun yıldırma ve dışlanma yaşamaktadırlar.
Taşeron işçilerin hukuk ve uzlaşma dışında tazminat ve kıdem tazminatı hakkı bulunmamakta; kıdem tazminatı, yıllık izin, fazla mesai ve diğer haklar ancak yargı yoluyla alınabilmektedir. Bu yargı süreci yıllarca sürebilmektedir. Her an ihaleleri alan alt şirketler, paravan şirketler kurabilmekte bu şirketleri iflas etmiş gibi göstererek haklara el konabilmektedir.
Taşeron işçiler iş güvencesi bulunmadığı için her an işten çıkarılma korkusunun verdiği psikolojik baskılar yaşamaktadırlar. Örgütlenme hakları bulunmamakta, sendikalaşmaları durumunda ise kapı önüne konmaktadırlar.
İş güvenceli çalışanlara banka özendirmeler (promosyon) ödenirken, taşeron işçilerine bu ödeme çok görülmektedir. Taşero işçiler, yıllık izinlerini tam kullanamamakta, bırakın yasal izinlerini 3-5 gün izin alabilmek için büyük eziyetler çekmektedirler.
Taşeron işçilere resmi tatil günlerinde personelin oluru alınmadan nöbet yazılmakta, nöbetle ilgili ücret farkları ödenmemektedir. İşçinin kendi onayı alınmadan, işçilere işleriyle alakalı olmayan mecburi işler yaptırılmaktadır. İşçiler bazen hafta sonları bazen de işe gelmeyenlerin yerine zorla çalıştırılmaktadır.
İhaleler değişince işten çıkarmalar olmakta, ihale şartnamesinde bulunsun ya da bulunmasın şirketler değişince yeni firma, işçilerin 1/3’ünü işten çıkarmaktadır. Bu atılan işçiler çoğunlukla taşeron işçiler olur. Taşeron işçilere kamuda kadrolu çalışan sendikalı işçi ve memurlardan daha düşük ücretler ödenmektedir ve işçilerin (SGK)sosyal güvenlik ödemeleri ve ücret durumu özel sektörde ise daha da kötü durumdadır.
Kamuda döner sermayeli kurumlarda çalışan taşeron firma işçileri bu döner sermayeye direkt katkıda bulunmalarına rağmen, bu işçilere döner sermayeden pay ödenmemektedir.
Taşeron işçileri çalıştırıldıkları kurumlarda büyük oranda tek tip elbise giymek zorundadır.
Yukarıda sıralanan sorunlar listesini uzatmak mümkündür. Sorunlar, her bir çalışma alanında farklılık göstermekle birlikte temel ve ortak sorunlar olarak değerlendirilebilir.
Taşeron işçileri yaşam mücadelesi veriyor.
Ölümlere ve sakat kalmalara en çok taşeron işçiler maruz kalmakta. Çünkü taşeron çalışma, güvencesizliğin de en gözle görülür biçimi. Taşeron işçiler barınmadan ulaşıma, ücretten beslenmeye ve iş güvencesine kadar en savunmasız kesimi oluşturmaktadır. Taşeron işçilerin görünürde yasal hakları olsa dahi bu hakların tanınması yönünde yaşanmış hiçbir örnek yok. Örneğin; çalışma alanınızda iş güvenliği yoksa ya da iş yerinde sağlıksız koşullar varsa işçinin çalışmama hakkı da var. Ancak bu durumda bu haklı taleplerinizin karşılanması yerine, işten çıkarılmanız söz konusu. Bırakın bu durumda “çalışmıyorum” demeyi duruma yasal itiraz hakkınızın bile olmaması, bu durumun nasıl dayatıldığı gerçeğini gösteriyor.
Son yıllarda gittikçe artan iş cinayetleri ve sakat kalmaların bu kadar artış göstermesindeki önemli etken olarak taşeronlaşma, bugün itibariyle modern kölelik olarak adlandırılmakta. Özellikle yoksulluğun bir getirisi olarak yaşamın idamesi noktasında zorunlu çalışmanın dayatıldığı bir seçenek olarak sunulan bu biçim birçok insanın yaşamına kast etti, etmekte. Dolaylı ya da doğrudan köleleştirerek en ağır ve kötü koşullarda çalıştırılan işçilerin bu kadar değersiz görülen yaşamları karşısına konulan şey ise sadece sermayenin büyüyerek daha fazla kar elde etmesi.
Son yıllarda sıkça duyduğumuz işçi ölümleri karşısında direnişin ve örgütlülüğün önündeki en önemli engel, yine taşeronlaşma. Çünkü belirttiğimiz gibi hem sistemin zorunlu olarak dayattığı yoksullukla zorunlu bir seçenek olması hem de yasal olarak kazanıma dönüşmeyecek bir uygulama olarak düzenlenmesi taşeronlaşmayı örgütlülüğü önündeki en büyük engel haline getiriyor.
Şu sıralar taşeron işçiler bir örgütlülük girişimde bulunuyorlar, ancak bu örgütlülüğün büyümesi ve yayılması sınıf dayanışmasının ruhunun da güçlenmesiyle orantılı. Çünkü farklı sektörlerde çok fazla sayıda taşeron işçi çalışmakta. İşçiler sektörler arası bu dayanışma zemininde örgütlenebilirlerse gözle görülür ve azımsanmayacak bir etkiye ulaşabilirler. Bu konuda devrimci sendikaların ve devrimcilerin dayanışmasına da el uzatarak büyütülebilecek bir etki günümüz itibariyle zaruri bir ihtiyaç olarak düşünülmeli.
Taşeronlaşmanın getirisiyle birlikte patronların iş güvenliği ihmali konusunda ise sınır tanımadıkları aşikâr. Bu son zamanlarda yaşanan iş cinayetleriyle birlikte adeta ispatlanır oldu. Yaşanan bu iş cinayetlerine, sakat kalmalara ve her türlü sömürüye karşı direnmek aynı zamanda taşeron sisteme karşı direnmek olarak görülmelidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.