Bundan yaklaşık 2 ay önce, 22 Temmuz günü, medyanın skandal olarak adlandırdığı bir haber piyasaya düştü. Bir haber programı, yazın sıcak günlerinde tüketimi tavana vuran damacana sularında insan ve hayvan dışkısı dahil birçok başka zararlı madde olduğunu söyledi. “Dışkı” tüketebileceğimiz en zararlı şeymiş gibi, bu kelimeye vurgu yaptılar. Bu haber beni açıkçası çok şaşırtmadı. Zira tekrar tekrar doldurulup boşaltılan bu depozitolu plastik damacanaların çok temiz olamayacağı düşüncesini, sonradan konu üstüne sohbet ettiğim başkalarında da gördüm.
1 milyon lira, bir dolum tesisi açmak için yeterli bir rakam. Türkiye’de ise 256 dolum tesisi var. Kimsenin mülkü olmayan suyu kaynaktan bedavaya doldurup, sonra hiçbir gideri olmayan bu hammaddenin fiyatında spekülasyonlar yapan, zamanı gelince suya fahiş zamlar koyan su şirketlerine güvenilemeyeceğini tahmin ediyorduk. Bu “dışkı” haberleri bizde “wikileaks” in yaptığına benzer bir etki yarattı. Medya tahmin ettiğimiz ve kimsenin şaşırmayacağı bir skandal haberini abartarak ve yükselterek duyurmaya başladı. Bu haber bizi şaşırtmadı. O zamana kadar damacanaların ne kadar kirli olabileceğini tahmin ediyor, fakat yine de kendimizi kandırmaya devam ederek temiz su içmek için damacana alıyorduk. UHT sütün faydası olmadığını tahmin ettiğimiz halde süt tükettiğimiz gibi. Bu haberi medyanın sürekli yükseltmesi ve “dışkı” kelimesini adeta insanları terörize etmek için ısrarla kullanması, kafamda soru işaretleri uyandırdı. Şimdilerde Sağlık Bakanlığı’nın her şey yolunda söylemleri medya tarafından kamuoyuna aktarılmaya başlansa da, bu haber şeyin yolunda olmadığını bize bir kez daha gösterdi. Bu haber ve devamında çıkan haberler dizimi ve saçmalıklarıyla dikkatimi çekti. Bu haberin bazı komik detaylarını paylaşırken, sizlere “damacana krizinin” medyada gördüğüm yansımasını kronolojik ilerleyişiyle kısaca aktarmak istiyorum.
Başlangıçta size bu haberin medyada en çok çıktığı tarihleri işaret etmek isterim, 22 Temmuz- 1 Ağustos gerçekten çok sıcak günlerdi ve ben tahminimce günde en az 3 litre su içiyordum –yani su satışlarının tavana vurduğu günlerdi. “Damacanalarda dışkı var” haberleri 22 Temmuz ve 25 Temmuz arası ana akım medyada “55 su firmasından sadece 14’ü temiz” sloganıyla sunuldu ve haber, tabiri caiz ise “patladı”. Bazı medya kuruluşları haberlerin sunumunu “en büyük firmalar bile kirli çıktı” şeklinde verdi. Medya, şirketlerin kaynaklarının yetişmediğinden dolayı kaçak “kuyu suyu” karıştırdığını iddia etti ve bunu suyumuza lağım karıştırıyorlar diye abarttı. Sanki su piyasası çok dürüstmüş gibi arıtma sistemi satanlara “halkın, damacana sulara güvenini yitirmesinden faydalanıyorlar” denildi. Akabinde bakanlık 28 Ağustos’ta yaptığı ilk açıklamada, 81 ilde denetlemeleri gereken toplamda 256 firmadan 4 tanesini ifşa etti. Bu firmalar isimlerini çok duymadığımız, marketlerde görmediğimiz firmalardı. Esas isimleri merak edilenleri ise 5 gün sonra açıklayacağını duyurdu. 5 gün sonra 15 firma daha açıklandı ve üretimlerinin durdurulduğu söylendi. Bakanlık bu firmalara 1 hafta müddet verdiğini, 1 hafta sonra tekrar bir denetim uygulanacağını, eğer damacanaları yine kirli çıkarsa bu sefer firmaların kapatılacağını söyledi. Bu arada haberler tam gaz devam etti, yasaklanan sular hastane sebillerinde görüldü, firmalar üretmese bile önceden doldurduğu damacanaları satmaya devam etti, Sağlık Bakanlığı suların yılda 4 kere denetlendiğini söyledi, ardından bakanlıkta üst düzey bir yetkili denetimin bakanlık merkezinde yapıldığını ve “denetlenen” damacana numunelerinin bakanlığa firmalar tarafından seçilip yollandığını itiraf etti. Bu arada yasaklanan firmalar bu işi 14 – 16 senedir böyle yaptıklarını dile getirip, bence gayet haklı bir şekilde “şimdi neden böyle oldu” diye sordular.
Medyada yayınlananlara uzaktan baktığımızda, küçük şirketlere karşı olan güvenin azalmış olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlarda nedense çok bilinen şirketlere ya da arkalarında büyük şirketler olan su şirketlerine güven duyabileceği yanılgısı oluştu. Halk da bu kanaatin oluşmasında sağlık bakanlığının saçma sapan açıklamaları ve medyanın başarılı (çakalca) yönlendirmesi önemli rol oynadı. Fakat hatırlamak gerekir ki; suyunda “dışkı” çıkan 41 şirketlerin içinde çok satan şirketler de vardı ve isimleri açıklanmadı. Medyanın yönlendirmesinden yola çıkarsak büyük şirketlerin 3,5 milyar liralık su piyasasındaki paylarını arttıracaklarını ve suyun daha da tekelleştirileceğini öngörebiliriz.
İzlediklerimden sonra benim aklımda kalanlar sattığı suların %75’i zehirli çıkan, cirosu 3,5 milyar lira olan damacana su pazarı, bu olayı olabildiğince büyüten bir medya, sular pis diyen ve pis şirketleri halka açıklamayan bir bakanlıktı. Dışkılı su satan şirketler şişe damacana doldurmaya devam etti. Marka değeri olan ve bakanlığın suyu pis dediği şirketler bakanlıktan temiz kağıtları alıp bu saçmalığı “temizlik raporu” diye gazetelerde yayınlattı. Medya hassasiyet gösterdi, bakanlık müdahale etti, 5 firma kapatıldı, halkın sağlığı güvene kavuştu… Yanlış anlamayın, sorun sistemin yanlış işlemesinde demiyorum sistemin kendisi “dışkılı”. Dünyada halkın suyu şirketlerden almaya zorunlu bırakıldığı her yerde buna benzer “skandallar” yaşanmakta.
2008’de dünyanın en büyük ve acımasız şirketi olan Wall Mart’ın doldurduğu damacanalarda da hem yüksek klor ve flor hem de suya katılan onca ilaca rağmen “dışkı” bakterileri bulunmuş, Wall Mart’ın birçok ülkede (çoğu gelişmiş Batı ülkeleriydi) “dışkılı” su sattığı ortaya çıkmıştı.
Size gerçeği söyleyeyim, suyun halka vurguncu şirketler tarafından satıldığı, işi halkı kandırmak olan bir bakanlığın bu vurguncu şirketleri denetlediği bir yerde, bizler göz göre göre daha çok “dışkı” tüketiriz.
Özgür Benol
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 3. sayısında yayımlanmıştır.