Siyaset denildiğinde akıllara, devletle ilgili kavramlar gelir; hükümetler, bakanlar, meclis, oy atmak, partiler… Çünkü gündemimizi meşgul eden “modern siyaset” 1648’den bu yana devletli biçimiyle kendini var ediyor. Bu, siyasetin kadim kökenini yok saymaya yönelik bir iddia değil tabi. “Yönetme Sanatı”nın insanların gündeminde olması (belirli bir sınıf insanın gündemi demek daha doğru olabilir), milattan öncesinin ilk devletsi yapılarına kadar götürülebilir.
Siyasetin üç yüz elli yıllık modern devletli türü, insanların toplumsal yaşamını belirlemede bir zorunluluk. Bu zorunluluk, sadece şimdi bir sıkışmışlık hissi yaratmıyor. Siyaset bu şekilde ifade edildiği ilk günden bu yana, bu sıkışmışlığı yaşıyor toplum. Toplumsala ilişkin olan, oy atmak ve atmamak arasında sıkışıp kalıyor. Çünkü “homo politicus”un tek “iradi” siyasi etkinliği bu.
Siyaset mekanizması bu çoktan seçmeli sistem etrafında şekilleniyor. Tabi ki bu şekillenme ardında siyasi, sosyal ve ekonomik iktidarları gizliyor. Bu sıkışmışlık, meşru siyaset biçimi olarak yüceltilirken, sıkışmışlığın dışı siyaset dışı olarak tahlil ediliyor. Bu en çok devletin çıkarını kollarken, toplumsal muhalefet bu sıkışmışlığın meşruluğuna ya da kolaylığına kanıyor. Toplumsal vasfını unutup, bu tarz bir siyasetin muhalefeti oluyor. Devletin siyaset parkında oyun oynamaya devam ediyor.
İşte bu devletli siyasete karşı, yaşamın siyasallığını savunan, siyasallığını toplumun gerçekliğinden alan bir anarşizm var. Anarşizm, devletli siyasetin bahşettiği alanlar dâhilinde gerçekleştirmez kendini. Anarşizmin siyaset alanı toplumdur. Bireylerin gönüllü toplumsal sorumluluk aldığı bir ortamda kendi siyasi gerçekliğini kurar. Yöntemi budur.
Anarşizm bu yöntemle, yüzyıllardır farklı coğrafyalarda kendi siyasi gerçekliğini yaratabilmiştir. Sıkışmış bir devletli siyaset yerine, bireylerin doğrudan müdahil olabildiği ve toplumsal sorunların böyle aşıldığı bir yol örgütlemiştir. Bu tarz bir siyasetin örgütlenişini, devletli siyasetin güncel konularında bulmak tabi ki güçtür. Anarşizmin bu doğrudan etkisi doğal olarak devletli siyasete gündem olmayacak, engellenecektir. Bu toplumsal hareketin siyaset tarzı tabi ki iktidar mekanizmaları tarafından açığa çıkarılmayacak; Uzak Asya’dan Güney Amerika’ya, Orta Avrupa’dan Mezopotamya’ya yaşattığı toplumsal deneyimlerin hepsi yok sayılacaktır.
Bütün bunlara rağmen anarşizmin siyasete soktuğu ve tartıştırdığı meseleleri, kavramları başka toplumsal hareketler üzerinde bıraktığı etkisi, bu hareketlerin mücadele hattı, yöntemi ve mücadelenin dayanağını oluşturan noktaları bütünüyle değiştirerek kendini göstermektedir.
Bu değişimi görmek için “devlet”in toplumsal muhalefette artık ne kadar olumsuz bir anlam kazandığına bakmak yeterlidir. Sadece ekonomik değil, farklı iktidarları da gündeme getirerek son elli senedir siyaset arenasında birçok toplumsal hareketi sadece düşünsel olarak beslemeyen, aynı zamanda bu hareketlerle kurduğu dirsek temasıyla anarşizm, devletli olmayan siyasetin gündemini belirleyebilmiştir. Bu değişimi görmek için 1968’lerin farklı coğrafyalarda yarattığı etkiye bakmaya gerek yok. Bu değişimi bu coğrafya üzerindeki toplumsal hareketlerde de görmek mümkün.
Tüm bu dolaylı etkilerin yanında, anarşizmin doğrudan toplumsal hareketlerle kendini var ettiği bir süreci yaşamaktayız. Asturya’dan Amed’e, New York’tan Selanik’e, İstanbul’dan Chiapas’a mücadele anarşizmin yerelliklere özgü anlayışını savunan doğasıyla, bu deneyimlerin farklı özgün koşullarda nasıl daha da farklılaştırılabileceğini gözler önüne seriyor.
Tabi ki bunu görmek için devletli siyasetin lugatinden konuşmayı bırakmak ve bu sıkışmışlıktan dışarı çıkmak gerekiyor.
Hüseyin Civan
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır.