ABD, Libya’da bundan bir yıl önce Kaddafi’nin düşürülmesiyle son bulacak “değişim” sürecine açık bir şekilde destek vermişti. Tabi ki bu stratejik destek sadece Libya özelinde değildi. Başkan Obama, Ortadoğu’daki tiranlara karşı gerçekleşecek tüm değişikliklerin yanında olduğunu beyan etmişti.
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton bu “değişim”i güçlendirmek ve hızlandırmak adına Kaddafi devrilmeden iki gün önce Libya’daydı.Clinton bu değişimi Obama kadar yürekten istemişti. Öyle ki Kaddafi’nin linç edilerek öldürüldüğü görüntüleri büyük bir sevinçle karşılayıp “demokrat yanını” gözler önüne sermişti.
Aynı Hilary Clinton Bingazi’de geçtiğimiz 11 Eylül’de ABD Konsolosluğu’na yapılan saldırı sonrası bir o kadar üzgün görünüyordu! Libya’daki “bahar”ın Kaddafi’yi devirmesini Clinton kadar gönülden destekleyen ABD Libya Konsolosu Christopher Stevens’ın üç konsolosluk görevlisiyle birlikte öldürülmesi, Hilary Clinton’ı çok üzmüş görünüyordu.
Stevens’ın gerçekten bu ülkeye ve değişime inandığını, saldırı sonrası gerçekleşen basın toplantılarının hepsinde vurguladı. “Stevens hayatını bir tiranı durdurmaya adadı ve daha iyi bir Libya kurmak için canını verdi. Dünyanın daha fazla Chris Stevens’lara ihtiyacı var.” diyerek Stevens’ın Arap Baharı sonrası yaratılan rejimdeki önemini bir kez daha gözler önüne serdi.
Peki daha iyi bir Libya’da, neden bu tarz bir saldırı gerçekleşti? Üstelik bu saldırı neden rejimin değişmesinden yana olan ve bunun için elinden geleni yapan bir konsolosun başına geldi? Bu soruların yanıtlarının hepsi, Arap Baharı sonrası Ortadoğu coğrafyasında, yeni hükümetlerin konumlarının ne olacağı ve küresel iktidarların çıkarlarını koruma yeterliliğinde olup olmayacağını gösterecek. Bütün bu yaşananlarla birlikte Arap Baharı gündemimize bu kez farklı bir biçimde tekrar girecek.
Müslümanların Masumiyeti isimli (filmin birkaç dakikalık özeti niteliğindeki) videonun Avusturalya’dan Pakistan’a, Sri Lanka’dan Yemen’e dünyanın birçok farklı bölgesinde yaşayan Müslümanı sokağa döküp, özellikle Ortadoğu coğrafyasında bu tarz bir etki yaratacağı kuşkusuz öngörülemezdi. Gerçi benzer bir durum 2005 yılında “karikatür” olayıyla açığa çıkmıştı. Ancak 11 Eylül’ün yıldönümünde Libya’daki konsolosluğa saldırmaya varacak bir etki yaratması beklenmiyordu.
Saldırı sonrası tartışılan ve merak konusu hale gelen filmin videosu, aslında Temmuz ayından bu yana internet üzerinden paylaşılıyordu. Filmin bu kadar merkez hale gelmesinde Libya’da yayımlanmakta olan yerel bir şeyhin programının etkisi var.
İki Farklı Bahar
Şeyhin programının etkisi ne kadar tartışılabilir gibi görünse de şeyh, “bahar” sırasında homojen gibi görünen değişim yanlılarının bir kutbunun temsilcisi. Bahar sonrası kazanılan ifade özgürlüğünden sadece Facebook üzerinden organize olup Arap Baharı’nın yüzü haline gelen liberal, eğitimli ve seküler gençler yararlanmıyor. Kaddafi’ye karşı değişimi destekleyen muhafazakârlar ve Batı karşıtı radikal İslamcılar da bu özgürlüğü olabildiğince kullanıyor. 11 Eylül’deki mobilize olan kitle, baharın çok da konuşulmayan bir yanıydı.
Tam da bu grubun öznesi olduğu eylemlikler Batılı medya tarafından büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Özgürleştirilmiş bir Libya’da bu tarz bir eylemin nasıl değerlendirileceği birçok farklı yorumun çıkmasına neden oldu.
“Peygamberlerine yapılan saygısızlık” tan dolayı sokağa çıkan kızgın Müslümanların gerçekleştirdiği bu eylem, kimi zaman spontane bir eylem gibi yorumlandı. Doğrudan El-Kaide’nin planlı bir saldırısıymış gibi kolayca hüküm verenler oldu. Gerçi eylem sonrası Christopher Stevens’ın günlüğünden çıkan (El-Kaide’nin listesinde olduğuna dair korkularını ifade ettiği) beyanlarla beraber düşünüldüğünde ikinci yorum medyada daha baskın geldi. Bu eylem sonrası Libya’ya saldırıp saldırmayacağı merakla beklenen ABD, yetkilileri aracılığıyla “planlı olmayan terörist bir saldırı” beyanatında bulundu.
Saldırıyı Ensar El-Şeria örgütü üstlendi. Ensar El-Şeria Kaddafi sonrası silahsızlandırılmayan, El-Kaide’yle bağları olan bu örgüte karşı sıkı bir önlem alınmış değildi. Kaddafi sonrası hükümetin lideri Mustafa Ebuşakir’in ve onun yönetimindekilerin bu tarz bir önleme muktedir olup olmadıkları önemli bir tartışma konusu.
Mısır’ın Değişken Tavrı
Arap Baharı’nda Libya kadar konuşulan Mısır’ın başında bulunan Muhammed Mursi’nin tavrı, Libya’da yaşananlar kadar ilginçti. Mursi, diğer Ortadoğu hükümetlerinin yapmaktan korktuğu bir şey yaptı. Film meselesinde ABD’yi eleştirmekten çekinmedi. Bu, Mursi’nin ABD’ye karşı gerçekleştirdiği ilk cesur hareketi değildi tabi ki. Mursi, Bağlantısızlar Zirvesi’nde Ahmedinejat’la samimi bir şekilde konuşmuş, öncesinde de “Suriye sorunu”nda İran’ın da mutlaka içinde olması önerdiği bir çözüm grubu sunmuştu. Bu gelişmeler üzerine Obama’ya sorulan Mısır’ın dost mu düşman mı olduğu sorusuna Obama’nın yanıtı “Yeni ve konumunu bulmaya çalışıyor.” olmuştu.
Arap Baharı süresince, bir kısım muhalif yazarlar baharın yönlendirilme tehlikelerinden bahsetmiş; başka bir kısımsa en başından itibaren küresel güçlerin kontrolünde olan bir baharın, halkların özgürlüklerini kazanacakları bir süreç olamayacağının altını çizmişti. İki eleştiriden hangisinin gerçek olduğu tartışması bir kenara, Libya ve Mısır gibi Arap Baharı’nın vuku bulduğu coğrafyalarda yeni hükümetlerin mevzu bahis küresel iktidarlara yakın politik tavırları dikkatlerden kaçmamıştı.
11 Eylül’de Lübnan’da yaşanan bu saldırıyla beraber bir başka gerçek ortaya çıkmış oldu. Arap Baharı sonrası kurulan hükümetler (Libya örneğinde olduğu gibi), bu Batılı küresel odakların temsilcisi olacak kadar yeterli olmayabilir. Öte yandan (Mısır örneğinde olduğu gibi), Batı’ya yakın gibi görünen yeni hükümetler, Ortadoğu coğrafyasında üst bir konum elde edebilmek için, bu “yakın politik tavırları” değiştirebilir. Arap Baharı süresince, homojen görünen “değişim” yanlılarının farklılıkları belirginleştikçe, bu belirginlik kendini radikal şekillerde gösterip taraflar arası çekişmelere yol açabilir. Üstelik, bu küresel iktidar odaklarına karşı yerel iktidar konumundaki El-Kaide benzeri oluşumlar, bu coğrafyalarda etkili bir şekilde hareket edebiliyorken, acemi hükümetlerin yerel iktidar odaklarıyla bir güç yarışına gireceği durumu Ortadoğu’da büyük bir krize dönüşebilir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 4. sayısında yayımlanmıştır.