Dersim’in Hozat ilçesinde polis ve jandarmanın insanları bir bir fişlediği ortaya çıkmıştı. İddiaya göre Hozat Belediye Başkanı olmak üzere, ilçedeki siyasi parti çalışanlarının, ilçedeki 8000 kişinin ve bu kişilerin sohbet ettiği insanlar da dahi olmak üzere herkesin kilosu, göz rengi, tüm kişisel bilgileri kolluk kuvvetlerince kayıt edildi. 16 Kasım tarihinde yaşanan bu olay, ana akım medyaya “fişleme skandalı” olarak yansıdı. Fakat bu haber bir skandal niteliği taşımaktan ziyade aslında devletin sadece bir fişleme uygulamasıyla kalmayıp, denetleme, bilgi toplama, gözetleme tekniklerine her gün bir yenisini daha eklediğini gösteriyor.
Hayatlarımız Gözetim Ve Denetim Altında
Emniyetin bir fişleme yöntemi olarak herkese kanıtsattığı GBT (genel bilgi tarama) uygulaması buna güzel bir örnek. Örneğin, bir kişi savcılık tarafından yöneltilen bir suçlamadan beraat ettiği takdirde mevcut suç kişinin adli sicil kaydına işlenmiyor. Fakat kişi herhangi bir GBT çevirmesi sırasında polisler tarafından hırsızlık ya da benzeri bir suçla itham edilip ona göre muamele görebiliyor. Kişi savcılığa bu durumu bildirmek için gittiğinde ise savcılıktan “GBT resmi bir kayıt değil, biz müdahale edemeyiz, GBT sadece emniyetin kendi bilgi toplama işlemi” cevabını alıyor. Bu bakımlardan GBT, çok kapsamlı bir fişleme yöntemi olarak uygulanıyor.
Devletin, denetim adı altında uyguladığı yöntemlere başka benzer örnekler de verilebilir. Geçtiğimiz aylarda Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen alımında öğretmen adaylarının üniversite hayatlarının inceleneceğini duyurmuş, öğrencilerin birinci sınıftan itibaren dosyasının tutulacağını ve ders dışı etkinliklerinin, gittiği sinema ve tiyatrolara varıncaya kadar kayıt altına alınacağını açıklamıştı. Yine eskiden polis, gözaltı esnasında zorla parmak izi alabiliyorken, artık gerekirse bayıltarak ağızdan DNA örneği alma hakkına sahip durumda.Devletin; Jandarma, Emniyet, Maliye, Gümrük, Milli Eğitim, Sağlık Bakanlığı gibi kurumlarının veri tabanlarını ortaklaştırma projesi toplumdaki bireylerin bütün bilgilerine sahip olma isteğine uygun ilerleyen bir proje. MOBESE’ler, elektronik kimlik kartları, internet denetimi, telefon dinlemeleri…Tüm bunlar devletin denetim ve gözetiminin teknolojik gelişmelerle gün be gün arttığı bir göstergesi.
12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen anayasa değişikliği ile fişlemelerin tarihe karışacağı iddia edilmişti. Referandumla, anayasanın 20. maddesine “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar.” şeklinde yansımıştı. Ancak bu anayasa değişikliğine rağmen değişmeyen uygulamalar sadece kendini kılık değiştirmiş başka biçimlerde gösterir oldu. Medya, bu değişiklik vaadini gerçekleşmiş sayıp fişlemeyi, işkenceyi, ayrımcılığı münferit vakalar gibi göstermeyi taktik edindi. Devlet ise tek tek bireylerin ve bireylerin sosyal hayatlarının detaylı bilgisine sahip olmak istemesiyle aslında gözetim ve denetim adıyla, kontrol mekanizmasını daha da büyütmeye devam etti. Hozat’taki fişleme olayı, devletin kontrol edemediği ve kendisine tehdit unsuru oluşturan bireyleri kayıt altına almak ve tüm bunları da meşru bir şekilde uyguladığı bir gerçek olarak ortaya çıktı. Ortaya çıkan gerçek kağıt parçalarına yazılı üzerilerinde fotoğraflar olan Hozatlıların kişisel bilgileri değil. Devletin işinin zaten insanları fişlemek olduğu gerçeğidir.