Yetmiş senedir Filistin halkının sesine kulaklarını tıkayanlar, onu yok sayanlar, şimdi de Filistin’i “devletli siyaset”in içine sokarak elini kolunu bağlamaya çalışıyor.
29 Kasım 2012’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan sonra Filistinliler, kazandıkları statüyü dünyanın her yerinde kutladılar. Sadece Filistinliler değil, kazanılan bu statü Mısır, Türkiye, Katar gibi Müslüman Kardeş devletler tarafından da çok olumlu karşılandı. Hamas yönetimindeki Filistin, 138 ülkenin desteğini alarak “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünü kazandı. Bu oylamada ebedi düşman İsrail, onun vazgeçilmez müttefiki ABD, dış politikasını ABD üzerinden belirleyen Kanada, İsrail’le iyi ilişkileri olan Çek Cumhuriyeti ve ABD’nin nükleer denemelerini yaptığı ada devletleri Panama, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau hayır oyu kullandı. Filistin’in kazandığı bu statü, onu belki birkaç sene içerisinde, üye devlet konumuna yükseltecek.
Filistin’in böyle bir statü kazanmasında payı olan devletler, İsrail’in 150’nin üstünde insanı öldürdüğü Gazze saldırısını göz önünde tutarak mı böyle bir karara vardı bilinmez. Ancak İsrail, Filistin’in böyle bir statü kazanmasının ardından Batı Şeria’da yerleşimci sayısını arttıracağına ilişkin uyarılarla duruma ilişkin rahatsızlığını açık bir şekilde dile getirdi. ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, İsrail ve Filistin arasında olası barışın bu adımla sekteye uğradığını söyleyerek sonuçtan duyduğu rahatsızlığı belirtti.
Filistin’in “Gözlemci” Devlet Olması
Filistin’in bu statüyü kazanmasının ardından, İsrail’in rahatsızlığı, uluslararası medyada farklı bakış açılarıyla yorumlandı. Filistin, “gözlemci” konumundan sonra, üye devlet olmak için, daha önce benzer süreci işleten İsviçre, Japonya vb. devletler gibi BM’ye başvurabilecek.
Filistin’in üye devlet olmasının anlamı şu; İsrail, Gazze benzeri bir saldırıda bulunduğunda ya da Filistin topraklarında işgale ve yerleşimlere devam ettiğinde, Filistin bu durumu uluslararası ceza mahkemesine taşıyabilecek. Böylelikle İsrail, somut anlamda bir yaptırımla karşılaşabilecek.
Gazze saldırılarından sonra, Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin araya girmesiyle sağlanan ateşkes, Gazze üzerindeki ambargoyu hafifletmiş, Mısır sınırı tam anlamıyla olmasa da açılmış, İsrail Gazze’nin deniz sahası kullanımındaki kontrolünü biraz daha geri çekmişti. Bütün bu kazanımlar 150’nin üstünde Filistinlinin ölümü gerçeğini unutturmasa da Mahmud Abbas, tüm bu gelişmelerin olmasını sağlayan devlet başkanı konumundaydı.
BM’de Filistin’in gözlemci devlet statüsüyle birlikte, başarılı devlet başkanı Abbas’ın karizması pekişmiş oldu. Müslüman Kardeş devletler de bu durumu her fırsatta dile getirdi.
Hukuki Meşruiyetin Zaferi
Son siyasi gelişmeler, Mahmud Abbas ve Filistinliler kadar birini daha, çok sevindirmişti: Hamid bin Halife El Sani. Katar Emiri El Sani, tüm bu gelişmeler yaşanmadan Gazze’yi ziyaret etmişti. Bu ziyaretin Gazze’de siyasi ambargo varken gerçekleşmesi, bu ambargonun kırılması adına önem taşıyordu.
1967’den bu yana Gazze’yi ziyaret eden ilk Arap, El Sani olmuştu. Yapılan ziyaret Filistin’de bazı tartışmalara yol açsa da, özellikle inşaat sektörüne yaptığı yüklü yardımla El Sani, ziyaretini kendisi meşrulaştırmış oldu.
Katar Emiri, Filistin’in “gözlemci devlet” statüsünü ilk kutlayanlardandı. El Sani yaşanan bu gelişmeyi, uluslararası hukuk ve meşruiyetin zaferi diye niteliyordu. El Sani’nin dışişleri bakanı Hamid Bin Kasım da benzer şekilde “Hamas şimdi bir siyasi örgüt oldu.” diyerek pekiştirdi Emir’ini.
Filistin’in Uluslararası Siyasette Tanınması
Filistin’in BM’ye üye “devlet” olmasının önünü açan bu süreç, Filistin halkının yıllardır çektiği zulüm ve inkâr politikalarına karşı umut vadeden bir süreç gibi algılanabilir. İsrail’in bundan sonra, Filistin topraklarına saldırmaya çekineceği ihtimali, yıllardır bu topraklarda “var olma mücadelesi” veren bir halk için önemli olabilir. Bu kararlı mücadelenin bir sonucu olarak bile görülebilir belki bu süreç.
Filistin halkı, BM’de kazanılan bu statüye sevinmekte haklı. Yaşamın ölümle arasındaki mesafenin kısa ve bu mesafeyi kat etmenin ani olduğu topraklarda, direnen halkın yaşama isteği var bu sevinçlerde.
Ancak, uluslararası hukukun “devlet” meşruiyetine sevinenlerin zafer naralarında başka hesaplar gizli!
Katar, şu ana kadar İsrail politikasını en barışçıl tutan devlet konumunda Ortadoğu’da. Hatta İsrail’in yerleşimci politikalarını ve Tamamen Yahudi Kudüs projesini destekliyor. El Sani’nin 2007 yılında ABD’de bir araya geldiği İsrail dışişleri bakanı ile yaptığı görüşmeler, bu desteği pekiştirir nitelikte.
Zira, Mısır’ın ve Türkiye’nin de benzer kaygılar içinde olduğunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Bu sürecin en büyük destekçileri konumundaki bu üçlü, direnişin sürdüğü zaman zarfında İsrail politikalarını hiçbir zaman radikalleştirmediler. İsrail devleti ile diyalogu sürdürerek, bölgedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını korudular.
Filistin, Ortadoğu’da yaklaşık yetmiş yıldır direniyor. İsrail’in, ABD’nin ekonomik ve siyasi temelli politikalarına karşı direniyor. Bu direniş meşruluğunu, “devlet” statüsünden değil; ezilen halkın yaşam mücadelesinden alıyor. Meşruluğu “devlet” statüsüne indirgemeye çalışan uluslararası hukukun devletleri, yetmiş senedir yok edemedikleri direnişi daha “meşru” yollarla yok etmeye çalışıyor.
Filistin halkının var olma mücadelesini, kitle imha silahlarıyla, psikolojik şiddetle, yok saymayla sağlayamayanlar; bu kez Müslüman Kardeş devletlerin bünyesinde vücut bulup, direnişi başka bir şekilde yok etmeye uğraşıyorlar. El Sani, Mursi ve Erdoğan’ın Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik stratejilerinin bağımlı olduğu odaklar göz önünde bulundurulduğunda, direnen Filistin’e ne yapmak istedikleri açık. Bu üçlü ortağın Suriye politikasının da aynı olduğu unutulmamalı.
Kürsel iktidarların Ortadoğu politikalarının yerel uzantıları konumundaki devletlerin, İsrail ve ABD’nin stratejilerini neden görmezden gelemeyeceği açıkken, asıl planlanılanın nasıl bir yıpratma ve yok etme planı olacağının dikkatlerden kaçmaması gerekiyor.
Küresel kapitalizmin hukuki düzeninde, devletler savaşır ve devletler barışır. Savaş ve barış, devletlerin hukuki meşruiyetinde tanımlanır. Bu uluslararası hukuk düzleminde yer almayan her şey yok sayılır. Yetmiş senedir Filistin halkının sesine kulaklarını tıkayanlar, onu yok sayanlar, şimdi de Filistin’i “devletli siyaset”in içine sokarak elini kolunu bağlamaya çalışıyor. Yakın zamanda, Ortadoğu’da yeni bir devletin kuruluşuna tanıklık edeceğiz.
Kuruluşundan itibaren bu devletten, uluslararası hukuk düzleminde kendine biçilen rolü oynaması beklenecek: Mahmud Abbas, tanınmış Filistin’in ilk devlet başkanı olacak. Müslüman Kardeş’lerin Filistin kanadı olan Hamas ise 25. yılını bir devlet gibi kutlayacak. Katar dışişleri bakanının öngörüsünün olması beklenecek; “Hamas artık siyasi bir örgüt ve direnişi bir kenara bıraktı.”