Yaşamlarımızın her alanını günbegün kendi rant alanına çeviren kapitalizmin, günümüzde en gözde silahlarından biridir GDO. (GDO: Genetiği Değiştirilmiş Organizma) Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin. Gıda bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” cümlesiyle özetlediği 1974 tarihli raporu, günümüz kapitalistleri için bir yol haritası niteliğinde. Söz, GDO ve devlet-şirket işbirliğiyle konusu yaşamlarımız olan müzakerelerden açılınca da, yeryüzündeki genetiği değiştirilmiş tohumların %90’ının sahibi olan biyoteknoloji devi “Monsanto” adlı şirket ve icraatları akla gelir.
1. Nedir, Necidir Bu Monsanto?
1901 yılında Saint Louis’de, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarini ABD’de üretecek bir kimya şirketi olarak kuruldu. Alman karteli fiyatları düşürdüğü için zor günler yaşasa da, sadık müşterisi Coca-Cola sayesinde toparlanarak; vanilya, kafein, sakinleştiricileri de ürün yelpazesine ekledi. 1917’de Aspirin üretimine başladı, kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi oldu. 1. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durdurulunca da, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırdı ve zamanla, bu sektörde el atmadığı ürün kalmadı diyebiliriz.
Günümüzde bir tohum ve biyoteknoloji devi olan Monsanto, dönemin “sözde” ihtiyaçları doğrultusunda, yüzünü, sektörünü, ürünlerini, ilgi alanlarını 1901’den 2012’ye sürekli değiştirse de, sloganı hiç değişmedi:
“Kar hırsım uğruna; -ister kısa vadede, ister uzun vadede- doğayı da talan ederim, yaşamı da!”
2. GDO’nun Tanımı ve Monsanto’nun GDO’lu Tohumları
Bir canlıdaki genetik özelliklerin, insan eliyle ve laboratuar ortamında kopyalanarak, başka bir canlıya aktarılmasıyla elde edilen ürüne GDO denir. Kimi duyarlı çevreciler, “GDO’lu gıda” ya da “Frankeştayn gıda” diye nitelendirse de; üretenlerinin ve geliştirenlerinin bile bu “şey”lere gıda demeye dilleri varmaz. Bu şeylerin en azından insan bedenine zararlarını o kadar iyi bilirler ki; şimdiden Bayer başta olmak üzere ilaç şirketlerinden hisse satın alma peşindedirler. Hasta edip para kazanmak, iyileştirip para kazanmak, sonra tekrar hasta etmek; karlı bir döngüdür.
Monsanto başta olmak üzere GDO’lu tohum üreticileri, neden GDO’lu tohum ürettikleri sorusuna; tarımın, dolayısıyla yaşamın sürdürülebilirliğini sağlama amacı güttükleri yanıtını verir. Monsanto bizzat kendi internet sitesinde bunları söyler.
- Çiftçiler dünya için gıda, yakıt ve elyaf sağlar.
- Toprak, su ve enerji gibi kaynaklar sınırlıdır.
- Küresel nüfusun gelecek birkaç on yıl içinde %40 artması beklenmektedir.
- Nüfus artışını karşılamak için yiyecek üretiminin katlanarak artması gerekmektedir.
Sonuç: Çiftçiler toprağın her dönümünden, suyun her damlasından ve enerjinin her biriminden –gerek bugün, gerekse yarın– daha fazla yararlanmalıdır.
Lakin kapitalizmin bu sorumlu-sevimli yüzü, pek de inandırıcı değildir. GDO’nun gerçek amacı; küresel gıda tedarikini, bunun sonucu olarak da yaşamlarımızı kontrol altına alabilmektir. Yeryüzündeki açlığın nedeni, yeterli gıda olmaması değil; gıda dağılımındaki adaletsizliktir. Doğayı ve bununla beraber üreticiyi, tüketiciyi, değebildiği her şeyi “kaynak” olarak gören Monsanto efendilerinin umrunda olanın; artan gıda ihtiyacına yanıt vermek, açlığın hüküm sürdüğü bölgelere gıda götürmek ya da olası bir gıda kıtlığına karşı önlem almak olmadığı da ortada. Öyleyse internet sitesindeki sonuç bölümünü değiştirmek gerek.
3. Tarım Hakimiyeti
Monsanto gibi şirketlerin, göz diktikleri bölgeyi hakimiyet alanına çevirme süreci, Dünya Ticaret Örgütü ve devlet yöneticileri başta olmak üzere yürüttükleri lobi faaliyetleriyle, genelde sorunsuz işliyor. Öncelikle, Monsanto bir kampanyayla adını duyuruyor. Bu kampanyanın adı, bölgesinin özelliklerine göre “yeşil, tohum, umut, gelecek” gibi sözcüklerle bezenmiş oluyor. Kimi bölgede hükümetler, kiminde bankalar çiftçilere patentli tohumları satın alabilmeleri için krediler sunuyor. Bu arada Monsanto küçük tohum şirketlerini satın alıyor ya da anlaşmalarla kendine bağlıyor. Böceklenmeyen tarla, öngörülebilir ve verimli hasat vaatleri, tarımla geçinen insanlar için gerçekten önemli olduğundan; çiftçiler krediyle borçlanarak, Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş tohumlarından satın alıp ekiyorlar. Yine Monsanto’nun ürettiği tarım ilaçları sayesinde, ilk hasat –istisnalar dışında- “sorunsuz” geçiyor. Sorun genelde, elde edilen mahsulün kredi borçlarını kapatmamasıyla ortaya çıkıyor. Evdeki hesabın çarşıya uymamasının önemli sebeplerinden biri, tarım ilacı ve kimyasal gübrenin önceden hesaplanamaması.
Diyelim ki çiftçi bir şekilde ödedi borcunun ödemesi gereken kısmını, ikinci sorun kendini gösteriyor. Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş tohumlarının hepsi patentli. Terminator tohum diye adlandırılan bu tohumlar kullanılarak yetiştirilmiş ürünlerden ayrılan tohumlardan bir daha ürün alınamıyor, alınabiliyorsa da patent bedeli ödenmesi gerekiyor. Böylelikle çiftçi yeniden, yeniden ve yeniden borçlanıyor. 3 binden fazla tohum türünün patentine sahip olan Monsanto, “şirket patenti içeren tohumların üretilmesi, saklanması, yeniden ekilmesi” gibi gerekçelerle çiftçilere dava açabiliyor.
Tekrar tekrar borçlanan çiftçi ne yapıyor? Resmi rakamlara göre Hindistan’da, Monsanto’nun girişinin ardından geçen 16 yılda, 250 binden fazla çiftçi intihar etti. Tek yol bu değil elbette; tefecilerden ya da tekrar bankalardan borç alarak yaşamlarını sürdürmeye çalışanlar da var. “Açlığa çare” diye sunulan tohumlarla açlaştırılan insanlar üzerinden, Monsanto efendileri günden güne daha toklaşıyor.
4. Monsanto’nun GDO Dışında Birkaç İcraatı
Ürettiği zehirli kimyasallarıyla yaşamları günden güne söndüren ve en yaşamsal ihtiyaçlarımızdan olan gıdanın mutlak hükümdarı olmaya yüzünü dönen şirketin, su yüzüne çıkmasından haz etmediği, bol miktarda icraatı var. İşte bu icraatların yalnızca birkaçı:
İlk atom bombası projesinin uranyum araştırmalarını bu şirket yapmış, sonrasında da 1980’e kadar Ohio’da bir nükleer santral işletmiştir.
2. Dünya Savaşı ertesinde, Teksas’taki plastik fabrikasında nitratla dolu bir kargo kamyonu vesilesiyle meydana gelen patlama, 500 kişinin canına mal olmuştur. Bu olay, Monsanto tarihindeki ilk işçi katliamı olsa da, son değildir.
Vietnam Savaşı sırasında ABD ordusunun Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın ormanlık bölgelerinde kullandığı tarım ilacı ve yaprak dökücü olarak bilinen “Agent Orange”ın en önemli üreticisidir. Bu silah, kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemiş, gıdasız bırakmış; ayrıca köylülerin de gıdasız kalarak ABD kontrolündeki kentlere göç etmesini sağlamıştır. Vietnam Dışişleri Bakanlığı’na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Bunların yanı sıra, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması neredeyse imkansız bir hal aldı.
5. “Kirli” Şirket, Nasıl Oldu da “Temiz”lendi?
Kurulduğu günden beri sürdürdüğü lobi faaliyetleri bile aklanmasına yetmemiş olacak ki; 1997-2002 yılları arasında Monsanto, bir çeşit sicil temizleme operasyonuna girişti. Şirket birleşme ve bölünmeleriyle bozuk sicilli bir kimya devinden, bir biyoteknoloji devine dönüştü. Bu süreçte yaptığı en akıllı hamle, kimyasal madde üretimini Solutia adlı bir şirkete devretmesiydi. Monsanto’nun icraatları sebebiyle yüksek para cezalarına çarptırılan şirket, 2003 yılında iflasını ilan etti ve Monsanto’nun temiz görünümlü tohum şirketi imajını oluşturmasına katkı sağladı.
6. Bizim Sofralarımıza Ne Zaman Girecek GDO?
Girdi bile. Evet, gerçekten gıda niyetine bolca GDO tüketiyoruz. Bu Monsanto adındaki şirket, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında da, çeşitli ortaklıklarla 1998 yılından beri faaliyet yürütüyor ve birçok şubesi var. Söz konusu, şirketlerin itibarı olduğunda, elinden geleni ardına koymayan TC’nin Tarım Bakanlığı bile, raflardaki 1500’den fazla üründe GDO bulunduğunu kabul etti. Bildiğimiz üzere, denetimleri “eş-dost kontenjanı” sayesinde atlatanların sayısı, verilen sayının yaklaşık 3 katı oluyor. Bunu da göz önünde bulundurduğumuzda, çokça GDO yediğimiz ortada.
Bu yazının sonunda halkı isyana teşvik yok. Mücadeleye çağrı yok. Sessizlik var. Kaburgalarımız arasından üçüncü kolumuz çıkana kadar, açlar daha aç, toklar daha tok olana kadar, daha çok insan ölene kadar ve hatta yerde ot bitmez, gökte kuş uçmaz olana dek sessizlik var. Durabilirsen dur bakalım!
Mercan Doğan
[email protected]