İyi niyet gösterileri, umut dolu temenniler, naif dilekler… Yeni yılı karşılamanın o tarifsiz heyecanı… Bir de eski yıl güle güle yeni yıla merhaba ninnileri. İhtiyar eski yıla el sallayan sevimli yeni yıl bebeği… Döne dolaşa aynı yollardan geçse de farklı yerlere ulaşabileceğini zannetmenin hafifliği…
Pek naif, pek nazif, pek eğlenceli… Kendini geriye çekip gözlerini kapatınca ortalığa yayılan leş kokusunu duymuyormuş gibi yapmak elbette olası. İçinde debelendiğimiz bataklığa gözlerimizi kapatırız ve o yok oluverir…
26 koca adamın tecavüzüne uğrayan N.Ç.’yi görmezden gelirsin olur biter… Aralarında devletlüler olsa ne yazar? Yargı organları rıza dediyse rıza vardır elbette… 15 yaşındaki kızına tecavüz eden babayı çocuğun bekâreti bozulmadı diyerek aklayan yargı organları… Zeka geriliğinden müzdarip çocuğa tecavüz ettiği Adli Tıp Kurumu’nun yüzde 99’luk raporuyla sabit olan adamı beraat ettiren yargı organları… 14 yaşındaki sağır ve dilsiz çocuğa tecavüz eden 11 kişiye ilişmeyen yargı organları… Sakarya’da 14 yaşındaki çocuğa tecavüz eden iki polis şefini serbest bırakan yargı organları… Ve yalnızca son bir yılda 3. sayfalarda ufacık göründükten sonra ışık hızıyla unutulan onlarca haber…
Polislerin, mülki amirlerin, ordu mensuplarının, öğretmenlerin, babaların, dayıların… Yani akla gelebilecek her türden otorite figürünün tecavüzüne uğrayan çocuklar ve her seferinde “rıza”dan bahseden yargı organları… Gözlerimizi kapatırsak, kendimizi geriye çekersek yok sayabileceğimiz yüzlerce çocuk… Kendimizi iyi hissetmemek için nasıl bir sebebimiz olabilir ki?
Kurguların, ritüellerin, basmakalıp haber cümlelerinin, polis bültenlerinin, mahkeme zabıtlarının o soğuk kusursuzluğuna kapılıp gitmemek için nasıl bir sebebimiz olabilir; gerçekler bize kendini duyurana kadar çığlık çığlığa bağırmasa… Gerçeklerin böyle kötü bir huyu var işte: Biz tam tatlı hülyalara dalmak üzereyken bir bakmışsın taş olup patlamış suratımızda… On yıllar içinde tepeden tırnağa çürütülen bu toplum kendisini çocukların üzerine kusarken, çıldırmış bir topluluğun içine doğan bu çocuklar yakamıza yapışıp o hülyalı bakışlarımızı kendilerine çevirtmeyecekler mi sanıyordunuz? Huzurumuzu kaçırmayacaklar mı? Onlara yasak ettiğimiz tatlı uykulardan uyandırmayacaklar mıydı bizleri? Kimi taş atar, kimi tiner çeker, kimi karanlık bir arka sokakta çıkıverir karşımıza. Tepeden tırnağa çürümüş bu dünyada gerçeklerin suratımızda nasıl patlayacağını kim bilebilir ki?
Çünkü çocuklar korkunçtur… Bütün o çocuklar… Taş atanlar, tiner çekenler, ölesiye sömürülenler, zorla gelin edilenler, tecavüze uğrayanlar, zindanlara tıkılıverenler o sevimli yüzlerine bakıp kendimizi iyi hissetmemizi sağlayabilen şirin yaşam formları değillerdir artık…
Sonra medya tinerci çocukların saçtığı dehşetten dem vurmaya başlar… Sonra devletin valileri taş atan çocuklar tehlikesine dikkat çeker… Sonra devletin Adalet Bakanı çocuk suçlulardaki akıl almaz artışı kamuoyuyla paylaşıverir… 2005 yılına oranla 2012 yılında çocuk tutuklu ve hükümlü sayısı yüzde 42 oranında artmıştır… Çocukların tutuklanmasını güçleştiren onca yasal düzenlemeye rağmen olmuştur bu!
Sonra gelsin polis, gelsin zindan, gelsin cop…
Kameraların önünde dipçiklenen çocuklar, hapishanelerde işkenceden bahsederek intihar notu bırakanlar, toplu halde tecavüze uğrayan çocuk tutuklular… Yüzsüzlüğün ya da ikiyüzlülüğün âlemi yok, o çocuklar çığlık çığlığa uykularımızı bölmeseler umurumuzda değildir elbette… Hapishanelerden dumanlar yükselir. Çocuk mahkûmlar isyan üstüne isyan çıkarırlar… Zaman Gazetesinin 2009’da öve öve bitiremediği “çocuk tutuklular için tatil köyü gibi hapishane” lerden öyle sesler yükselir ki en azından bazılarımız artık onları duymak mecburiyetinde hisseder kendini… Sonra seslerine ucundan kulak verilen çocuklar teker teker ortaya çıkar ve “Pozantı” derler… Kimse duymuyorsa sorun yoktur ama duyulmaktadır işte. “Öyle bir şey söz konusu olmuşsa elbette gereği yapılacaktır” der hükümet yetkilileri ve gereği yapılır çabucak…
Sonra… Sonra ne olmasını bekliyorsunuz ki? Gelsin polis, gelsin zindan, gelsin cop…
Halen içerde olan tecavüz mağdurları Pozantı’dan Sincan’a sevk edilir… Tahliye edildikten sonra hapishanedeyken tecavüze uğradığını açıklayan çocuklar, davaları alelacele bitirilip onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırılır ve yeniden içeri tıkılıverir… Her fırsatta tecavüzcüleri “rıza” gerekçesiyle aklayıveren yargı organları aynı esnekliği hapishanede tecavüze uğrayan bu çocuklar için göstermeyecektir… Ama biz yine de onların bir bildiği olduğuna inanmalıyızdır… Adalete güvenmeliyizdir… Zaten tek kişilik hücrelerde çocuklar artık tecavüze uğramayacaklardır…
Şimdi hep birlikte derin bir nefes almak… Ah şu çığlık çığlığa gerçekler olmasa mümkündür elbette. Ama ne kadar bastırılmak istenirse istensin gerçekler her zaman inatçıdır… Yeniden tutuklanan tecavüz mağduru çocukların intihar haberleri duyulur bu kez…
Sonra… Sonrası hiç bitmeyecek bir hikâyedir bu… Devlet devletliğini yapar her seferinde, devletin valileri, anne babaları çocukları üstünden tehdit etmekten geri durmaz… Yeşil kartlarınızı iptal ederiz denir, çocukları elinizden alırız denir… Şu denir bu denir… Ama yetmez… Gerçekler ne zaman midemize bir yumruk gibi otursa çocukların çığlıklarını boğmak üzere harekete geçer düzenek… Açık oturumlar mı dersiniz, tefrika dosyalar mı, akademik tartışmalar mı? “Çocukları böyle şiddete meyilli kılan sosyo-psikolojik etmenler” filan diye laflar gevelenir. Her şey konuşulur… Her şey konuşulur… Üstüne basa basa… Tekrar tekrar… Her… Şey… Konuşulur… Da… 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymazlardan bahis açılmaz bunca laf salatasının arasında… Devletin cephane artığıyla parçalara ayrılan Ceylan Önkol’lar anlatılmaz… F16 bombardımanıyla yok edilen Uludereli çocuklardan söz edilmez… Taksim’de şurda burada sokaklarda dövülen, sövülen, tecavüze uğrayan ve tutup bir ara sokakta biz “masum yurttaşlar”dan birinin ciğerine bıçağı sokmadıkları sürece görmezden gelinen sokak çocuklarının adı anılmaz… Son on yılda taciz ve tecavüze uğrayan 250 bin çocuk sadece birer istatistikten ibarettir zaten. Çocuk gelinler hayatımızın dışında bir yerde, çok uzaklarda bir takım kötü insanların mağduru olan bahtsız insancıklardır… Merdivenaltı atölyelerde ölesiye çalıştırılan çocukların vebali de yine aynı birkaç kötü adamın başındadır… Çok sıkıştıklarında bir takım kısaltmalar yetişir imdada: N.Ç. der geçiverirler mesela. Çünkü yaşayan, soluk alıp veren, bu dehşetli zulüm makinesinin acısını çeken bir insanı akla getirmez kısaltmalar… Senin adına benzemez, benimkine benzemez, ona buna benzemez…
Hâsılı hakkında konuşulanı görünmez kılmak için ne gerekiyorsa yapılır da sistem içi hayatına huzur içinde çekiliverir “masum yurttaş”lar…
Ve sonra ortalık azıcık durulduğunda yeni yıl gelmiş olur “yepyeni umutlar”la…
Ve sonra gerçekler çığlık çığlığa üzerimize gelene kadar iyi niyet gösterileri, umut dolu temenniler, naif dilekler… Yeni yılı karşılamanın o tarifsiz heyecanı… Bir de eski yıl güle güle yeni yıla merhaba ninnileri. İhtiyar eski yıla el sallayan sevimli yeni yıl bebeği… Döne dolaşa aynı yollardan geçse de farklı yerlere ulaşabileceğini zannetmenin hafifliği…
Ve saire ve saire… Ve yine de gerçekler inatçı, çocuklarsa korkunçtur!