Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Erdoğan’dan ve BDP kanadından “İmralı görüşmeleri” diye tabir edilen bir müzakere sürecinin sürmekte olduğuna ilişkin açıklamalar geldi. Devlet yeni başlamayan zaten bir süredir sürmekten olan bir müzakere sürecindeyiz diyerek, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın bu görüşmeleri başlattığı ve Öcalan ile İmralı’da 2 kez görüştüğünü belirtti. Bu süreç hükümetin “terör sorununun “ çözümü olarak ta gördüğü Kürt sorununun çözümünde bir kez daha tek muhatabın Abdullah Öcalan olduğu konusundaki tavrının bir göstergesiydi. BDP “demokratik açılım” adıyla dillenen sürecin en başından beri tüm diyaloglarında ısrarla belirttiği “Kürt sorununda muhatap İmralı’dır” sözünün bugün gerçekleşiyor olmasından ötürü “hükümet üzerine düşeni yapmıştır” açıklamasıyla görüşmelerin sonraki aşamasına işaret etti. Hem hükümet kanadında hem de BDP kanadında görüşmelerin ilerleyen seyri önemli.
14 yıldır kapatılmış olup da halen Kürt halkının tek muhatap olarak işaret ettiği ve Kürt özgürlük mücadelesinin bütününde etkisinin halen kaybolmadığı bir isim Abdullah Öcalan. Devlette zaten bu gerçekten kaçamazdı ve kaçamadı da. Bugün gelinen nokta devlet nezdinde bir müzakere olarak düşünülebilir. Ancak BDP kanadında ve Kürt özgürlük mücadelesinin bütününde hükümetin başlattığı bu müzakerenin oluşturacağı koşullar son derece önemli. Kürt halkının yıllardır onurlu bir barışın koşulları noktasında dillendirdiği taleplerin sağlanması ve bu konuda somut adımların atılması konusundaki ısrarı oldukça net. Bu net olan talepler karşılanmadıkça müzakere gerçekliğini bulamaz.
Daha dün bir bugün iki deme den Fransa’nın Paris şehrinde katledilen üç Kürt kadının ölüm haberi müzakere dışı bir gündem yarattı. Öyle ki katledilen bu kadınlar Kürt özgürlük mücadelesi için hem mücadeledeki konumları, hem de müzakeredeki pozisyonları açısından son derece önemli kadınlardı. Yani bu sıradan bir cinayet değil. Belli ki böylesi bir süreçte siyasi anlamda karışıklık yaratmak isteyen biri ya da birileri var. Hükümet, beklenildiği gibi yaşanılan bu katliamı PKK’ye indirgemek isteyerek “iç infaz” şeklinde yorumladı. BDP kanadından “derin devlet”, “dış güçler” açıklamaları gelirken, PKK ise katledilen yoldaşlarını “şehit” ilan ederek iç infaz iddialarını çürüttü. Zaten PKK “İmralı görüşmeleri” sürecini izlemeyi ve müzakerenin sürmesi gerektiğini vurguluyordu. Yaşanılan bu katliam ancak yine devletin kendi içerisindeki “müzakere sürecini” hazmedemeyen kanadından gelmesi olasılığını taşıyor.
Yıllardır Kürt halkının onurlu bir barış koşullarının gerçekleşebilmesi hazmedilemeyerek halk türlü propagandalarla, inkar ve imha politikalarının içerisinde eritiliyordu. Bu inkar ve imha aynı zamanda hareketin de bütününe yönelikti. KCK operasyonları ve tutuklanmalar son sürecin en önemli yıpratma politikasıydı. Siyasetçiler, gazeteciler, sendikacılar, akademisyenler, öğrenciler olmak üzere 3558 Kürt tutuklandı, cezaevlerine kapatıldı.Kürt siyasetçilerine yönelik karalama kampanyaları, BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin meclis tezgahları birer birer oluşturuldu. Yani son süreçte Kürt özgürlük mücadelesinin bütününe ilişkin topyekün bir saldırı sürmekteydi.
TC bir değil bin hesap peşinde
TC’nin aynı zamanda bir Ortadoğu stratejisi var. Bölge de kendisini belirginleştirme derdinde. Hükümetin bölgedeki küresel hesapları son süreçte TC’yi Iraklı Kürtlere, Iraklı Kürtleri de TC’ye zorunlu kılmış gözüküyor. Irak merkezi hükümeti ile köprüleri atmış durumda. TC, Irak, Suriye, İran ekseninde sünni politikaları sahiplenen bir ülke olarak algılanıyor. Irak’taki gerginlik doğrudan TC’yi ilgilendirmiyor gibi görünse de, TC, Irak Merkezi Hükümeti ile Iraklı Kürtler arasındaki çekişmenin merkezinde. Yani bugün Irak’lı Kürtlerle el sıkışan bir hükümetin kendi ülke sınırları içerisindeki Kürtlerle olan ilişkisi önemli bir sorun olarak karşısına çıkıyor. Bu sorunu çözmek zorunda olan TC bölgedeki karmaşık denklemlerde kendini güçlendirmek istiyor. Senelerdir inkar ettiği ve önemsiz “üç beş serseri” gibi göstermeye çalıştığı PKK’nin ise önemli bir güç olduğunun farkında.
Ve ayrıca müzakere süreciyle birlikte artık fazlaca önemsemediği Avrupa Birliği kriterleri gibi Demokratik devlet görüntüsü yaratmada Kürt sorunu gibi önemli bir engeli aşmak istiyor.
TC, İmaralı görüşmelerinden hem Ortadoğu politikalarındaki strateji ve hem de batılılaşma politikalarındaki kabulü açışından medet umuyor. Müzakerelerin diğer tarafında Kürt hareketi ise senelerdir verdikleri özgürlük mücadelesinin taleplerinin karşılanmasını istiyor. Ve bu taleplerin karşılanması sürecinde Kürt halkının onurunun incilmemesinin gerektiğinin çok önemli olduğunu defelarca söylediler. Ayrıca şunun da farkındalar, bu müzakereler sonucunda taleplerinin karşılanması sadece TC’yi değil tüm dünya devletlerini bağlayıcı olacaktır.
Ancak Kürt hareketinin taleplerinin ve hassasiyetlerinin önemsenmemesi halinde silah bırakmanın teslim olmak anlamına geleceği aşikardır. Yıllardır akan kanın, akıtılan gözyaşının ve acının dinmesi, artık savaşın sonlanması taraflarca hem gerekli hem de zorunlu ise bu ancak TC’nin tüm sosyal ekonomik ve siyasi baskısını Kürt halkının üzerinden çekmesiyle mümkündür.