Geçtiğimiz ay bir kıyamet tartışması geldi, geçti. Kimileri kıyametten korkup Şirince’ye kaçtı, kimi ise olabildiğince kıyametten nasiplendi. Kıyamet kimilerine para, kimilerine reyting getirdi. Peki nedir ne değildir; yok oluş mu yoksa kurtuluş günü müdür bu kıyamet?
Kıyam Arapça’ da ayağa kalkma, bir işe kalkışma anlamına gelir. Kıyamet kelimesi ise kıyam kökünün çoğul hali, kelime anlamıyla ayaklanma, başkaldırı, topluca ayağa kalkma anlamına gelir.
Mayalarda, İslam’da, Hinduizm’de, Hıristiyanlık’ta, Budizm’de, Yezidilik’te, Brahmanizm’de ve başka birçok dinde geleceğine inanılan bir kıyamet günü olmuştur. Budizm’de, dünyanın 6000 yıllık döngüsünde ilk binyılın başladığı gündür; Hıristiyanlıkta, Tanrının Krallığı’nın kurulacağı Altın Çağ’ın başladığı gündür. Tüm dinlerde benze şekilde kıyamet gününün, adaletsizliklerin ve bencilliğin dayanılamaz hale geldiği zamanlarda geleceği düşünülmektedir. Kıyamet ezilen halklar için kurtuluşu müjdeleyen kutlu gündür. Kıyametin tarihi belki devlet kadar eskidir.
Hristiyanlık inancına göre Adem ve Havva’nın cennetten kovulup dünyaya yollanmasıyla, dünya insanlığın cezalandırıldığı ve sınandığı bir yer olagelmiştir. İnsanlığa verilen ceza yoksulluk, açlık, savaş, afetler gibi felaketlerdir. Kıyamet günü ise insanların tanrı tarafından affedileceği, insanların kurtulacağı gündür. Aslında Tanrı’nın değil, devletin başının altından çıkmış bu felaketlerin sona ermesidir. Kıyamet devletin hükmünü kaybetmesi, Kutsal Ruh’un, Yahuda’nın, iyiliğin (Taoizmde “yin”) kurallarının geçerli olacağı kutlu günlerin gelmesi demektir.
Tarih boyunca halklar, Kıyamet’in geldiğine inanarak pek çok kez ayaklanmıştır. Örneğin, İsa’nın doğumundan hemen önce Kudüs ve bugünkü Filistin toprakları Roma kolonileriydi. Bölgede yaşayan Yahudi halkı, gelirlerinin %45’ini, Roma’ya ve Roma tapınaklarına vergi olarak vermek zorundaydılar. Çoğunluğunu topraksız köylüler, düşük ücretli işçiler ve kölelerin oluşturduğu halk, bir Mesih’in gelmesini ve Davut’un krallığını tekrar kurması umuduna sıkıca yapışmışlardı. İsa’nın asılmasının ardından, onun vatanı Galile’de yaşayan köylüler ayaklanmışlar ve Roma’ya karşı “kıyam”a girişmişlerdi. Galile’li köylüler, Roma’ ya karşı savaşı ancak isyancı köylülerin yanında savaşmaya gelecek bir Mesih’in yardımı ile kazanabileceklerine inanıyorlardı. Ayaklanma sırasında pek çok kişi Mesih olduğunu iddia ederek, ayaklanmaya öncülük etmişti.
Mesih ve Mehdi kıyametin gerçekleşmesinden önce beklenen, insanları felaketlerden, savaşlardan kurtaracak, tekrar yeryüzünde adaleti kuracağına inanılan kişidir. Mehdi; İslam’da kıyametten önce, insanlara doğru yolu gösterecek, insanları imana yönlendirecek kişidir. Maniheizm’de, Tanrı Ahura Mazda’nın elçisi olan Mehdi’nin kıyametten önce gelip insanları dine yönelteceğine inanılır. Hristiyanlıkta İsa Mesih, Tanrının Krallığı’nı tekrar kuracaktır. Fakat bu krallık, yeryüzü krallıklarının aksine zorla ve kılıçla değil; barış ve ikna ile yönetilecektir. Kıyametle birlikte Mesih ve Mehdi inanışı neredeyse her dinde vardır. Mehdi hakkındaki genel inanış, Mehdinin son savaşçı, yeryüzüne barış ve huzuru getirecek kişi olduğudur. Mehdi aslında kurtarıcı sembolüdür.
Kıyamet; geçmişte pek çok halk için bir ayaklanma günü, eski bozuk düzenin değişeceği bir kurutuluş gününü ifade etti. Kıyamet ilahi adaletin sağlanacağı bir kutlu gündü. Ancak kıyamet dünyanın değil, bozuk düzenin sonudur. Halklar “artık kıyamet günü geldi.” diyerek defalarca ayaklandılar. Bu ayaklanmalara da genelde mehdiler öncülük etti.
11. yy. ila 13. yy arasında Avrupa’da pek çok başka tarikatı etkilemiş Hristiyan Fransisken tarikatı mensuplarına göre tarih Tanrı üçe ayrılmıştır. Bu inanışa göre birinci dönemde insanlar ancak korku ve baskı ile yönetilmişti; ikinci dönemde bilgelik ve disiplin hakim olmuştu. Gelecekteki son dönemde ise bütün yeryüzü yasalarının sonu gelecekti, bütün yeryüzü efendileri ortadan kalkacaktı. Bu dönem insanlık için sevgi ve ruhsal kurtuluş çağı olacaktı. Fransiskenler mülkiyeti reddettikleri gibi papazların, baronların mülklerine de el koyup, bu mülkleri dağıtıyorlardı. Aynı dönemde Avrupa’nın dört bir yanında köylüler özel mülkiyeti kaldırıyor, kilisenin dini otoritesini reddediyor, Papa’yı Deccal ilan ediyorlardı. Beklentileri İsa’nın dönmesi ve Avrupa’daki Babil olan Vatikan’ı ortadan kaldırmasıydı.
Bundan 650 yıl sonra Filistin’e yakın bir bölgede, bu sefer başka bir devlet, topraklar fethedip, cihatta bulunduğunu iddia ederek bölge halklarına zulmediyordu. Emevi Dönemi’nde İslam Devlet’i zalimleşmiş, bölgede Arap halkı dışındaki halkları hor görmüş, sömürmüş, öfkelerini katliamlarla dize getirmeye çalışmıştı. Bu baskılardan nasibini alan halk; (özellikle Arap olmayanlar) Ali ve soyunun da yaşamış olduğu eziyetleri görerek, kendilerini Ali’nin yanında olduğunu belirterek, ezilen kimliklerini öne çıkartıp kendilerine Şii demişlerdir. Aynı dönemde bir kültür beşiği olan şimdiki İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Anadolu’ da yaşayan pek çok halk, İslam’daki ezilen damarı benimseyip inandıkları dinlerle harmanlamışlardı. Tabii hepsi, “doğru” İslam’ı yayma iddiasındaki Emevi, ardından Abbasi hanedanlarının hışmına uğramışlardır. Emevilerin hanedanının sonu ve Abbasi hanedanının başına yayılan 130 yılda sayısız isyan gerçekleşmiştir. Ezilenlerin yanında duran söylemlerle iktidara gelmiş Abbasiler de halklara aynı inkar ve imha politikasını uygulamıştır. Bölge halkları, bu dayanılmaz koşulları değerlendirerek, kıyamet vaktinin geldiğine inanmışlardır. Bu dönemde en çok ayaklanmanın baş gösterdiği İran’da Şiiliği ve Şiilik ile ilişkili mezhepleri benimseyen halk, Muhammed’in soyundan gelen 12. İmam’ın(12. önder) yeryüzüne adaleti ve barışı getireceğine inanmıştı. Halkın içinden birçok kişi çıkıp, 12. İmam olduğunu ilan ederek, ayaklanma başlatmıştır. Bazen halk ortaya çıkan imamı kendi yükseltmiştir.
Mehdi bekleyişinin özünde başkaldırı, adalet arayışı ve iktidarlara mücadele vardır. Mehdi bozuk düzeni düzeltecektir, adaleti hakim kılacak kişinin ise kavga etmesi gereken; sözde adalet tekelini elinde bulunduran devlettir. Çünkü devlet tebaası altındaki halklara hükmederken, adaletli olduğunu varsayar. Düzenin adaletsiz olduğunu söyleyen ve düzelmesi gerektiğini dile getiren, devletle ters düşecektir. Tarihte Mehdi olduğu iddiasıyla ortaya kişiler, her seferinde mevcut bulunan iktidarla savaşmışlardır. İçinden çıktığı halkı iktidara karşı kıyam etmeye çağırmış, halkın adalet arayışını dile getirmişlerdir.
Adaletsizliklere karşı Mehdi olduğu iddiasıyla ayaklanan çoğu önder, ayaklanmanın bastırılması halinde işkencelere maruz kalarak öldürülmüştür. (İsa; savaşmayı, şiddeti reddetmesine rağmen işkenceyle öldürülmüştür.)
Halk ise Mehdilerin kılıçla, okla, işkence ile öldürülemeyeceğine inanır. Mehdi bedenen ölmüş gözükse bile aslında ölmemiştir. Kıyametten önce geri gelmek üzere ya toplumdan uzakta bir mağaraya çekilmiştir ya da Tanrı onu yanında korumaya almıştır. O kıyamet günü geldiğinde toplumsal adaleti sağlamak için dönmeyi beklemektedir. Mehdi’nin ölümsüz olması aslında insanlara anlattığı ilkelerde, uğruna savaştığı, öldürüldüğü adalet ve özgürlük mücadelesinde yaşamaktadır. Mehdiler bedensel varoluşlarının ötesine geçmiş, uğruna insanlara anlattığı, savaştığı, öldürüldüğü adalet ve özgürlük mücadelesinde var olmaya başlamışlardır. Bu ölümsüzlük anlayışı Mehdilik inancına özgü değildir, halkların özgürlük mücadelelerinde sembole dönüşmüş çoğu ayaklanma lideri için de geçerlidir.
Kıyamet, ya her dinin kutsal kitabında geleceği bildirilmiş, ya da yazılı olmayan dinlerde bir kehanete dayandırılmıştır. Kıyamet gelecekte bir günde beklenmektedir. Buradan baktığımızda; kıyamet beklentisinin, halkların adalet ve özgürlük arayışlarını, tarihi meçhul bir güne ertelemelerine yol açacağı düşünülebilir. Fakat tarihi incelediğimizde kıyameti bekleyenlerin, kıyameti tanrıdan beklemediğini, kendi kıyametlerini yarattıklarını görüyoruz. Kıyamet kehaneti ise kendini gerçekleştirmeye yönelik öngörülen kehanetlerdendir. Çünkü kıyamet beklentisi insanların adalet beklentisiyle örtüşmektedir. Ezilenler toplumsal adaleti sağlama, zalim iktidarları lağvetme şansını yakaladıklarında, kendi kıyamet günlerini ilan etmişlerdir. Kıyamet gününde ayaklanmayla hem kalkıştıkları işi kutsal kılmışlar hem de iktidara yenilemeyeceklerini bildirmişlerdir.
Buraya kadar günümüzde inanılandan epey farklı bir kıyamet inanışı çizdik. Günümüzde insanların korktuğu, sakındığı, beraberinde dünyanın sonunun getireceğine inandıkları bir kıyamet günü var. İki kıyamet arasında bir uçurum var gibi gözükse de iki kıyametin de temelinde insanlığın aynı ihtiyaçları ve beklentileri var. Günümüzde kıyamet, bütün insanlığın kurtuluşunu ifade etmiyor olsa da iman edenler için cennet vadediyor. Günümüz kıyametinde, iktidarlar halkın mahkemelerine çıkmıyor, bireyler tanrının mahkemelerine çıkıyor. Günümüz kıyametinde adalet beklentisi bireylerin cennetlik ve cehennemlik olarak ayrılmasından ileri geliyor. Kuran-ı Kerim’de detaylıca tariflenen mahşer meydanında; insanların günah ve sevaplarının şeceresi çıkartılıyor, her insan kendi işlediği suçlardan sorumlu tutuluyor. Hırsız çaldığı maldan yargılanırken, onu çalmaya zorunlu kılan yoksulluk, açlık durumları hesaba katılmıyor. Hırsızın ihtiyaç duyduğu besinden veya eşyadan fazlasına sahip olduğu halde ihtiyacı olanları mahrum bırakan mülk sahiplerine herhangi bir kefaret yüklenmiyor. Günümüzde kıyamet; firavunlar, zalimler, devletler için bir gelecek felaketi değil tüm insanlık ve beraberinde dünyadaki tüm yaşamın nihayete ermesi anlamına geliyor. Günümüzde, ahlakın bozulmasından, kardeşin kardeşi öldürmesinden, dünyanın çivisinin çıkmasından sorumlu tutulanlar; insanlığı yoksulluğa sürükleyen, savaşlar çıkartan, halkı kendi arasında amansız bir rekabete sokan şirketler, devletler, zalimler değil; yeryüzünde yolunda gitmeyen şeylerin vebali (yoksulluk, savaş, açlık, yozlaşma) bireylerin başına yıkılıyor.
Günümüzde kıyametin faturası tek tek bireylere kesiliyor. İnsanların gereksinimlerinden adalet ise, cennet ve cehennem arasında sıkıştırılmış durumda. Kıyamet anlayışındaki süregelen bu köklü değişim bize kıyametin ötesinde, değişen bir din anlayışını da işaret ediyor. Açıkça bu değişim, devletçi bir anlayışın yansımasıdır.
Özgür Benol
[email protected]