Bütün Çiçekleri Koparabilirsiniz Ama Baharın Gelişini Engelleyemezsiniz
Tunus’ta 2010’un sonunda başlayan ayaklanmalar kısa sürede Ortadoğu coğrafyasının neredeyse tamamına yayılmış, Mısır da bu ayaklanmalardan nasiplenmişti. Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte hükümet karşıtı protestoların ardından Mısır’da 2011 yılında Hüsnü Mübarek iktidarı yıkılmıştı. Baharın ikinci yıldönümünde ise protestolar yine dinmedi, bu kez iktidardaki Mursi karşıtı binlerce muhalif “Halk rejimi yıkmak istiyor” sloganlarıyla Tahrir Meydanı’na akın etti. Ancak Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler’in “devrime ihanet ettiğini” söyleyen protestocuların eylemi, yaşanan toplu taciz ve tecavüzler, 20’yi aşkın kadının bu saldırılarda ağır yaralanması ile yaşanan baharın başka bir yüzünü tartışmaya açtı.
Mısır ve özellikle Tahrir Meydanı’nda kadınlara yönelik gerçekleştirilen saldırılar son dönemlerde sıkça gündeme geldi. Mısırlı kadınların katıldıkları protestolarda maruz kaldığı saldırılar sonucu kadınları korumak için kurulan “Tahrir Muhafızları” adlı koruma timinin de başarısızlığı, yaşananların organize bir biçimde gerçekleştirilme ihtimalini gündeme getirdi. Arap Baharı’nın ilk zamanlarında erkeklerle birlikte Mübarek rejimine karşı mücadele eden ve “devrimin kalbi” Tahrir Meydanı’nı işgal eden muhalif kadınlara yönelik yapılan saldırılar giderek artıyor.
“Bir toplumu, topluluğu çökertmek istiyorsanız, önce kadından başlamak gerektiği tezi vardır, çünkü kadına bunları yaparsanız erkekler korkar. Bence bu örgütlü bir saldırı. Çoğu insanın zannettiği gibi tesadüfi değil” açıklamalarının geldiği Mısır’da, kadınlar yaşanan saldırıların iktidardaki Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler tarafından organize edildiği düşüncesinde. Saldırıların son zamanlarda özellikle Tahrir Meydanı’nda bu kadar sık yaşanıyor olmasının sebebinin, Mursi ve Müslüman Kardeşler menşeili bir yıldırma politikası olabileceği tartışılıyor olsa da, bu henüz kanıtlanmış değil. Aslında genel olarak Ortadoğu coğrafyasında Müslüman kadınlara yönelik bu cinsel saldırı kültürü, çok öncelere dayanıyor.
Müslüman Bir Toplumda Kadın Olmak
Dinin artık kültür haline geldiği ve toplumsal yaşamı belirlediği bir coğrafyada kadının toplumsal statüsü, dinin çerçevesini belirlediği kadardır. Irak, İran, Pakistan, Mısır gibi nice Müslüman ülkede kadın ancak, İslam’ın izin verdiği kadar “özgür” yaşayabilir. Benzer coğrafyalarda kadınlık, devletin baskıladığı, kimliklerin ve sınıfların dışında bir varoluş biçimidir. Gündelik yaşamın bütününün İslami kurallar çerçevesinde ve dolayısıyla erkekler tarafından belirlendiği toplumlarda, kadın hem sosyal hem politik olarak her daim görünmez kılınmıştır. “Modern insan hakları” dahilinde tüm insanlar “eşit” görülüyor olsa dahi, Müslüman toplumlarda gündelik yaşama ve inanca bağlı olarak “erkekler tarafından yoğrulmuş din”in vaaz ettiği gibi kadın ve erkek “eşit olamaz”.
Müslüman toplumlarda kadın yalnızca kadın kimliği sebebiyle ezilmekteyken, var olabilmek için mücadele etmesi kaçınılmazdır. İslam coğrafyasında varoluş mücadelesi veren kadınlar, Batı’da aynı mücadeleyi veren hemcinsleri gibi toplumsal cinsiyet ayrımının kökenini kadın ve erkek bedeninde, yani biyolojide değil, kültürde arıyorlar.
Batı’dan Ortadoğu’ya Baskının Sadece Şekli Değişiyor
Kadın mücadelesi veren Müslüman kadınlara göre İslam dini, ataerkil zihniyetle çevrelenen erkekler tarafından esir alınmıştır. İslamcı feministlerden Fatima Mernissi “Kuran’ı bin yıl boyunca kendi anlayışlarına göre yorumlayan erkek din bilginleri”ni kadınların ezilmesi için Kuran’ı istismar etmekle suçlarken aslında şundan bahsetmekteydi: Bu toplumlarda “İslami yasa” olduğu söylenen birçok düzenleme onları uygulayanlar tarafından söylendiği gibi Allah’ın yasası değil, yüzlerce yıl önce kadınların erkeklerin malı olarak görüldüğü ve dinsel söylemlerin tamamen erkeklerin elinde olduğu toplumlarda yaratılmış yasalardır. Ve kadınlar, bu yasalara karşı mücadele ettiklerinde aynı zamanda baskın İslam anlayışına karşı da mücadele etmektedirler.
Var olan baskıcı ortama karşı Kuran’ı kadın gözüyle yeniden okumak isteyen Müslüman kadınların mücadelesi zaman zaman, Batı’daki hemcinslerinin eleştirilerini toplamış olsa da; Batı feminizminin İslamcı feminist kadınlara “zavallı, ezilmiş, kendi haklarını savunamayan mağdur kadınlar” bakışı tıpkı kadınların kadın kimliğiyle varolamayacakları iddiası gibi politik ve ideolojik bir önyargıdır. Erkek egemenlikle mücadele ederken aynı zamanda bu önyargıyla da mücadele etmek zorunda kalan Mernissi yapılan eleştirileri şöyle değerlendirmektedir: “Kadını haremlerle mekana sıkıştıran İslamiyet’in karşısında, Batıcı seküler anlayış da kadını güzellik anlayışına hapsederek, onu zamanla yarıştırır. Yani İslam kültürü kadını hareme kapatırken, Batı’nın modern kültürü kadını 36 bedene sıkıştırarak ona modern bir hapishane yaratmıştır. Ben buna Batı’nın haremi diyorum.”
Müslüman Kadınlar Yaşamak İçin Direniyor
İslam kültürünün ve haliyle erkek egemen algının hakim olduğu coğrafyalarda, kadın kimliğiyle mücadele etmek, beraberinde otoriteye karşı bir mücadele hattını da getirir. Mernissi ekliyor: “Düşünün ki iktidar iddiasını İslam’a dayandıran mutlak bir monarşide yaşıyorsunuz. Sonra bir kadın çıkıyor ve bireyin özgürlüğüne karşı olanın, Hz. Muhammed’e de karşı olduğunu öne sürüyor”. Böyle bir denklemde kadının özgürlüğü için mücadele etmek, iktidarın kaynağını aldığı İslam anlayışını tartışmayı zorunlu kılar. Meşruiyetin sorgulanması ise beraberinde o iktidarın varlığını da sorgulatabilme ihtimalini taşır.
İslam coğrafyasının birçok yerinde olduğu gibi Tahrir Meydanı’nda da toplu saldırılara maruz kalan kadınların mücadelesi, aslında kendi kurtuluşları içindir. Kaynağını erkek egemenlikten alan bir toplumda kadın olarak mücadele etmek, aynı zamanda o toplumun kendisine karşı da mücadele etmeyi zorunlu kılmaktadır. Böyle bir durum içerisinde ise, mücadele eden kadınların iktidarın şiddetine maruz kalmaması neredeyse imkansızdır. Müslüman bir toplum içinde yok sayılan kadının var oluş mücadelesi, şiddete maruz kalma, devleti karşısına alma ve hatta bazen ölme pahasına bile olsa kadının politikleşmesinin ve özgürleşebilmesinin en etkili yoludur.
Selma Bulut