Bir tarla düşünün. Üstünde çiçekler, buğday, arpa bitmeyen. Çorak, toz toprak içinde bir tarla. Ölüm tarlası. Amerika-Meksika sınırında bulunan, bir kan tarlası Juarez.
Bu kente girdiğinizde çoğunlukla ne olduğunu anlamlandıramadığınız bir koku duyarsınız, ölümün kokusunu. Herhangi bir sokak başında kesik bir kol, bacak ya da kafa görmeniz ise hiçbir zaman sıra dışı olmayacaktır. Dünyanın en yüksek suç oranının olduğu bu kent, aynı zamanda en büyük uyuşturucu kartellerini de barındırır. Yaşamın kıyısında, var olan herkesin sınırda yaşadığı bir yerdir aynı zamanda. İşte böyle bir kavşak noktasında bulunan Juarez’de, 1994’ten bu yana yüzlerce kadın katledildi.
Seri bir şekilde katledilen yaklaşık 500 kadının bazıları diri diri gömüldü, bazıları bir varilin içine konup yakıldı, bazıları vurularak, bazıları boğularak ya da bıçaklanarak öldürüldü. Çoğu öldürülmeden önce şiddetli işkence gördü, tecavüze uğradı. Katledilen bu kadınların cesetleri çöle, çöp konteynırlarına, kanalizasyon çukurlarına atılmış halde bulundu, hatta bazılarının cesetleri bulunamadı bile. Öldürülen bu kadınların yaşları değişiyor aralarında on yaşında çocuklar da var, aynı yaşta çocuğu olan anneler de. Çoğunun ortak noktası ise kadın olmaları ve tekstil atölyelerinde çalışıyor olmaları.
1994’te Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) ’nın imzalanmasının ardından, Juarez kentinde bir çok tekstil atölyesi açıldı. Atölyelerinin açılmasının ardından ise Juarez’de kadın cinayetleri %600 arttı.
Amerika – Meksika sınırındaki bu kent elbette büyük yatırımcılar için oldukça karlıydı. Aralarında Tommy Hilfiger, Calvin Klein, GAP gibi markalara da üretim yapan atölyelerin kurulduğu bu kentte yoksulluk oranı hala oldukça yüksek. Kentin bazı bölgelerinde hala elektrik kullanılmıyor, bazı bölgelerinde ise hiçbir altyapı yok. Yine de, atölyelerin açılmasının ardından kent, Meksika’nın başka bölgelerinden de göç alan bir çekim merkezine dönüştü. Birçok kadın ailelerinin evlerinden ayrılıp, Juarez’deki tekstil atölyelerinde çalışmaya geldi.
Kadınların sosyal hayata “iş gücü” olarak katılımı, onların cinayetlere kurban olmalarına yol açtı. Atölyelerde erkeklere nazaran daha ucuz iş gücü oldukları için yoğun olarak kadınlar istihdam edilirken, erkekler işsiz kaldı. Ekonomik kaynaklar konusunda on yıllardır devam eden bu rekabetin, maço kültürle çarpıştığı noktada çalışan kadınlar hedef alınarak katledildi. Bir yandan evinin kadını, çocuklarının anası olması beklenen kadının, kendisine biçilen bu rolü gerçekleştirmeyip çalışmak için evden ayrılması, diğer yandan ise erkeklerin hali hazırda sahip oldukları hakimiyet alanlarını kaybetmesi, bölgedeki maço kültürün daha da agresifleşmesi ile kadınlara duyulan nefreti ve kadın cinayetlerini tetikledi.
Buna karşılık, günde yaklaşık 8-9 lira kadar bir para için 12 saat çalışan kadınlar da ucuz iş gücü olarak kullanıldığını ve en ufak “daralmada” işten ilk atılacak olduğunu bilirler. İster evde ister fabrikada olsun, kadının kapitalizm içindeki bu pozisyonu onu kullanılıp atılabilir bir özne haline getirir.
Durum böyleyken kadınların korkunç işkencelere maruz kalması, tecavüze uğraması, öldürülmesi kapitalist kültür içinde önemsiz bir ayrıntı, bir teferruattır.
Juarez ‘de yaklaşık 20 yıldır devam eden bu cinayetler, bu topraklardan da çok alışkın olduğumuz bir manzarayı ortaya koyuyor. Art arda gelen cinayetlerin ardından polis birkaç kişiyi gözaltına alıyor, sorguluyor, mahkemeye çıkarıyor, yargılıyor, suçlu buluyor, masum buluyor, hapse tıkıyor, serbest bırakıyor. Tüm bunlar birbiri ardına sıralanıyor fakat polisin de yargının da devletin de bizzat dahil olduğu bu sistematik katliam devam ederken, Juarez’in kadınları kardeşleri için, yaşamları için adalet için mücadele etmeye devam ediyor.
1999 yılında Juarez’de kadınlar ilk defa Tecavüz ve Cinsel Saldırı Kriz Merkezi Casa Amiga’yı kurdular. Bunun ardından 2002 yılında toplumsal adalet hareketi olarak “Ni Una Mas” (Biri daha asla) kuruldu ve hem yerel hem de uluslararası anlamda Juarez’de yaşananları duyurmak ve durdurmak için çalışma yürütüyorlar.
Filiz Aktaş