Dünyadan haberler başlığı altında Kuzey Kore’ye ilişkin bir şeyler bulabilmek her zaman mümkün olmuyor. Küreselleşen dünyada Kuzey Kore’nin bu “kapalı devre” politikası, özellikle küreselleşmenin yararlarından dem vuranlar açısından acımasızca eleştiriliyor. Geri kalmış, despot, totaliter gibi kavramlar Kuzey Kore’nin uyguladığı iç politika için sıkça kullanılan sıfatlar. Küreselleştikçe “özgürleşen” bir dünyada asla olmaması gereken bir ülke Kuzey Kore. Hele hele komşusu sosyalist Çin bile dünyaya açılırken. Tabi ki bu tarz eleştirilerin büyük bir çoğunluğunun altında yatan hesapların, küresel sermayenin denklemleriyle ilişkili olduğu açıktır.
Son dönemde uluslararası siyasi meselelere ilişkin Kuzey Kore’ye yönelik artan ilgi, medyaya da yansıyor. Yeni lider Kim Jong-un’un nükleer tehdidinin medyada yer alması çok da yeni bir durum değil. Babası, eski lider Kim Jong-İl’in de benzer nükleer tehditleri, uluslararası arenada Kuey Kore’ye ilişkin neredeyse tek bilgiydi. Ancak yeni lidere (ve onun iktidarındaki devlete) yönelik ilgi, nükleer tehditten çok önce başladı. İşin tuhaf yanı, son nükleer tehditten önce Dennis Rodman gibi ünlü ABD’li basketbol oyuncusunun Kuzey Kore’yi ziyaret etmesi, yeni liderle samimi ilişkisi gibi Kuzey Kore’yi olumlu gösterecek haberlerin medyada yer almasıydı. Yeni lider Kim Jong-un da, Kuzey Kore de bu olumlu uluslararası pozisyondan çok mustarip gibi görünmüyor olsa da, son nükleer tehdit akıllarda soru işareti uyandırdı.
Kuzey Kore önce Kaesong Endüstri Bölgesi’inden işçilerini çekti ve Güney Koreli yöneticilerin bölgeye girişini engelledi. Sonra da Güney Kore’deki elçilikleri ve turistleri ülkeden çıkmaları konusunda uyardı. Bu süre içerisinde Kuzey Kore ordusunun “savaşa hazırlık” propaganda videoları sadece Kuzey Kore televizyonlarında değil, karşı propaganda için sosyal paylaşım ağlarında, haberlerde vb. görsel medyada yer aldı. Bu görüntülerin karşı propaganda amacıyla, küresel medyada yayınlanması, Kuzey Kore’nin bu nükleer savaş tehdidinde hiçbir şekilde haklı olamayacağı hissiyatını yarattı. Yeni teknoloji ve iletişim aygıtlarının, bir savaşın meşruluğu noktasındaki etkisini son örnekle görmüş olduk.
Kuzey Kore’nin, uluslararası balistik füzelere başlık üretmek için, uranyum zenginleştirme programını gerçekleştireceği bir tesis açması ve bunları kullanacağını söylemesinin, “hiçbir şey yokken, şimdi nereden çıktı bu nükleer savaş” sorusunu akıllara getirmesi de aynı karşı propagandanın bir parçası. Kuzey Kore’nin bu tehdidinin, ABD ve Güney Kore’nin ortak düzenlediği askeri tatbikattan sonra olması, nükleer gündemin çok da konuşulmayan yanıydı. ABD’nin bu ortak tatbikat sonrası Güney Kore’ye B-2 bombardıman uçağı göndermesi de…
Bu tarz nükleer tehdit Kuzey Kore tarafından daha önce birkaç sefer yapılmasına rağmen, son olanı farklı kılan durum neydi?
İlki Kuzey Kore’yle ilgili. Kuzey Kore, Kore Savaşı’ndan bu yana bu kadar sert bir üslupla bir tehditte bulunmamıştı. İkincisi, Güney Kore ve ABD’nin önceki tehditlerde olduğu gibi bir tavır takınmamasıydı. İki devlet de, bu tehdidi alttan almadı ve saldırıya hazır olduklarını belirtti. Bu tarz bir karşı çıkışta, Çin’in tavrı da önem taşıyor. Genelde arabulucu konumda olan Çin, Kuzey Kore’nin tavrından rahatsızlığını dile getirdi.
Kuzey Kore ordusu, ABD ve Güney Kore’yle baş edemeyecek kadar zayıf olmasına rağmen; hatta ABD, Japonya ve Güney Kore’nin anti-balistik kapasitesi Kuzey Kore’nin nükleer tehdidini karşılayabilecek bir durumdayken, bu devletlerin uygulayacakları herhangi ekonomik ambargo Kuzey Kore’nin ekonomisini sarsabilecekken, Kim Jong-un neden böyle bir çıkış yaptı?
İç Politikada Karmaşa, Beklenen Ekonomik Bunalımlar
Kuzey Kore’deki Juche doktrini, devlet liderine sorgulanamaz bir meşruluk sağlıyor olsa da, tek ve güçlü liderlik konumuyla babasının yerini almsına rağmen Kim Jong-un, bu durumu biraz gizlilik ve propagandaya borçlu. Parti yöneticileri ve liderin etrafındaki generallerin de yönetimde Kim Jong-un’u yalnız bırakmadığı açık. Böyle bir çıkış Kim Jong-un‘un tecrübesizliği gibi görünüyor olsa bile, parti yöneticileri ve generaller iç politikada kendi güçlü konumlarını korumak için böyle bir yol seçmiş olabilirler.
Bir kişi ya da şirketin bir malın üreticisiyle bağlantısız olarak, bir malı bir ülkede ucuza alıp başka ülkede pahalıya satması olayı. Karaborsaya benzese de çoğunlukla yasadışı değildir. Devletin iç piyasada yetersiz kaldığı durumlarda, bu tarz bir kaçak ekonomi oluşmasına göz yumduğu söylenebilir. Kuzey Kore’de de mal alımı ve satımında bu tarz bir ekonomik işleyişin olması, komünist bir ekonomi işlettiğini savunan bir devlet açısından büyük bir soru işaretidir. Yakın bir tarihte Kuzey Kore’de benzer yöntemlerle Coca Cola’nın satışa sunulması, uluslararası medyada geniş yer bulmuştu.
İyi analiz edildiğinde Kim Jong-un rejiminin birçok iç sorunla boğuştuğunu görmek mümkün. Ekonomik reformlar Kuzey Kore için bir zorunluluk gibi görünüyor. 2015’te ulusal refaha ulaşılacağının bir devlet propagandası olduğunun herkes farkında. Bunun en büyük göstergesi, “gri piyasa”nın ekonomideki etkisi. Ancak böyle bir ekonomik yöntemle, Kuzey Kore ekonomisi içinde bulunduğu durumu idare edebiliyor. Gerçekleştirilmesi beklenilen ekonomik reformlar, Kim Jong-un için tehlikeli. Çin usulü ekonomik reformlar, liderin statüsünün altını boşaltabilir. Eğer Kim Jong-un başarısız bir ekonomi politikası işletirse, eleştiriler yükselecektir.
Kuzey Kore’nin “Siz hepiniz, ben tek” stratejisi, yakın gelecekte karşılaşılması beklenen ekonomik bunalımları gizlemeye yönelik olabilir.
Sarı Denizdeki Kestirilemez Siyasi İktidar Dengesi
Kuzey Kore’nin siyaset yürüttüğü coğrafi alanın hemen etrafındaki coğrafyadaki devletlerin, son dönem bölgedeki politika seçimlerinin, Kuzey Kore’yi böyle bir tehdide itmiş olabileceği nedenler arasında.
Park Geun-hye’nin Güney Kore’de, Shinzu Abe’nin Japonya’da yeni dönem siyaset tarzlarının son derece sağcı etkileri en çok da dış politikada görülmekte. İki liderin de bu tarz çıkışlarda geri adım atmayan tarzı, saldırgan beyanatları ve müttefikleri ABD ile bölge üzerine ilişkileri Kuzey Kore’nin politikasında etkili olabilir. Obama’nın yeniden seçimiyle, Washington’un gündeminde Pasifik’in olacağı biliniyordu. “Pasifik Çağı” için vakit kaybetmeden, Avustralya, Vietnam, Endonezya ve Myanmar ile ilişkiye geçildi. Güney Kore ile birlikte gerçekleştirilen, Çin’den çok da eleştiri almayan askeri tatbikatlar, Kore’nin ABD için önemini bir kez daha gösterdi.
2003’te açıklanan nükleer program, 2005’teki Altılı Görüşmeler, 2006’da ilk nükleer test, 2008’de Uluslararası Atom Enerji Enstitüsü’nden denetlemecilerin denetimine izin verilmemesi, 2009’da ikinci nükleer test gibi çıkışlarla Kuzey Kore istediği etkiyi yaratmış ve “politik açıdan başarılı” anlaşmalar yapmıştı. Bugünkü çıkışın nedeni de, böyle bir “başarı” isteği olabilir.
Büyük Küresel Güçlere Karşı Nükleer Güç
Kuzey Kore’nin bu tehditlerini, irrasyonel ve tutarsız bulmayanlar da var. Nükleer güçle yapısal bir dönüşüme girdiği vurgusunu yapan Kuzey Kore’nin bu tarz bir çıkış yapabilmesi, direnebilme kapasitesini göstermesi adına önemli. ABD ile “iki eşit güç” gibi masaya oturabilme kudretini bu tarz “tehdit politikaları”na borçlu.
Rusya, Çin, ABD, Japonya ve Güney Kore gibi dünyanın büyük güçlerine karşı izlediği bu strateji, Kuzey Kore’nin siyasi varlığını devam ettirmesine olanak veriyor. Böylelikle Kim Jong-un dış siyasette yaptığı etki, “devletinin bağımsızlığı ve özgürlüğü”nü koruyabildiği için Kuzey Kore’de de meşruluğunu pekiştirebiliyor.
Tehditler ciddiye alınırsa, iki farklı senaryo mümkün görünüyor. Daha önceki tehditlerde olduğu gibi Seul ve Washington anlaşmayı tercih ederse bir güvenlik anlaşması gerçekleşebilir. Böylelikle yeni lider, hem Kuzey Kore’de hem de uluslararası siyaset arenasında gücünü ve meşruiyetini ispatlamış olur. Bu ona yeni ekonomik (belki de kapitalizme evrilecek) reformlar için yeterli zamanı verebilir. Diğer senaryo, ABD ve Güney Kore, alttan almayan politikalarını sürdürür ve nükleer savaş gerçekleşir.
Kuzey Kore’nin Güney Kore sınırında bulunan, Kaesong şehrindeki endüstri parkı. Bu bölgenin özelliği, Güney Kore şirketlerinin Kuzey Kore’nin işgücünü kullanıp üretim gerçekleştirdiği bir bölge olmasıdır. 700 bine yakın Kuzey Koreliyi, 500’e yakın şirketiyle istihdam eden Güney Kore, bu bölge aracılığıyla Çin’deki ucuz üretim ile baş edebilmeye çalışıyor. Son dönem yükselişteki Güney Kore ekonomisine katkısı oldukça fazla olan bu bölgede, Güney Kore çalıştırdığı işçi başına Kuzey Kore’ye 58 dolar ödüyor. Kuzey Kore ise işçilere bu paranın sadece 8 dolarını veriyor. Kuzey Kore bu bölge ile ekonomisini sınırlı miktarda açarak gelişmeyi hedefliyor.
Yaşananlarda gözden kaybedilen bir durumu iyi görmek önem taşıyor. Kuzey Kore’nin bu tehditkar tavrı, “küresel barış naralarının” savaşlarla atıldığı bir ortamda marjinal kılınıp, Kuzey Kore terörist devlet konumuna taşınıyor. Kullanılan iletişim teknolojileriyle, sivil kampanyalar ile Kuzey Kore, tüm sorunun nedeniymiş gibi gösteriliyor. Sadece ABD’nin değil, diğer siyasi iktidarların da Pasifik hesapları görmezden geliniyor. Bu siyasi iktidarlar, başka coğrafyalardaki sömürü politikalarını benzer stratejilerle gerçekleştirerek, yaptıkları adaletsizlikleri kılıfına uyduruyorlar. Siyasi-ekonomik çıkarlar uğruna yaşanacak bir nükleer savaşta asıl terörist ilan edilmesi gerekenler, ezilen milyonlarca insanın ölümüne yol açacak devletler ve kapitalist odaklar olmalıdır.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.