Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi yemekhane bölümünde taşeron olarak çalışan bir işçiydim. 10 yılı aşkın bir süredir burada çalışıyordum. Çalıştığım süre boyunca taşeron işçisi olmanın yarattığı çok sayıda haksızlığa maruz kaldım. Taşeron firmanın ve taşeronlaşmanın yarattığı haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı 2011 Ocak ayında DİSK’e bağlı Dev Sağlık İş Sendikası’na üye oldum. Sendika üyeliğimle beraber gerek hastane yönetimiyle, gerek taşeron şirket patronlarıyla, gerek idare görevlileriyle birçok defa karşı karşıya geldim. Tabi ki bu benim patronlarla ilk kez karşı karşıya gelişim değildi. Ben de diğer işçi arkadaşlarım gibi hayatımın farklı zamanlarında farklı yerlerde sömürüye ve baskıya her maruz kaldığımda, sürekli direnişle karşılık verdim. İşçi olmamdan tutun, Kürt kimliğime kadar neredeyse hayatım boyunca sürekli direnişçiyim.
Sendikaya üye olduğum tarihten itibaren Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde sendikal çalışmalar yürüttüm. Bu süre zarfında yemekhane bölümü için yeni bir taşeron ihalesi yapıldı. Bizim de bağlı olduğumuz taşeron şirket ihaleyi kaybetti ve şirket ihaleyi kaybedince hiçbir alacağımızı vermeden kaçar gibi hastaneden ayrıldı. Yeni gelen şirket bizlere “önceki şirketten kalan tüm haklarımı aldım” yazılı bir ibraname imzalatmak istedi. Geriye dönük hiçbir alacağımızı almadığımızdan dolayı diğer iki direnişçi arkadaşımla beraber ibranameyi imzalamadık ve işten atıldık.
İşten atıldıktan sonra başhekimle, şirket yetkilileriyle ve birçok yerle görüşmelerimiz oldu. Sonuç çıkmayacağı başından belli olan tüm bu görüşmelerin ardından, yemekhanede beraber çalıştığım ve uzun yıllardır tanıdığım arkadaşlarım Serkan Kaşka, Ethem Aktürk ve ben 15 Temmuz 2012 günü Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi C Blok önünde çadır kurarak direnişimize başladık. Bugün direnişimiz, 300. gününe yaklaşıyor.
Direnişimizin ilk süreçlerinde haklılığımızı duyurmak adına çok sayıda eylem gerçekleştirdik. Neredeyse her günümüz bir eylemle geçiyordu. Her öğlen sloganlarımızla, basın açıklamalarımızla asıl işverenimiz olan Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi Başhekimi İran Yalçınkaya’ya patron koltuğunu dar ediyorduk. Ardından gelişen süreçte devletin Kamu Hastaneleri Birliği yasasıyla birlikte, zaten şirket gibi işleyen hastanemizde, patron değişti. Eski patron olan başhekim İrfan Yalçınkaya’nın yerine hastane genel sekreteri (CEO’su) Mehmet Kutlu getirildi.
Mehmet Kutlu Süreyyapaşa’ya geldiği ilk andan itibaren “Temiz bir sayfa açalım”, “Ben bu çadırdan rahatsızım” diyerek, biz direnen taşeron işçilerinden görüşmeler talep etti. Son olarak Ocak ayında yeni hastane yönetimi bizi tekrar görüşmeye çağırdı. Gittik. Görüşme süresince yönetim sık sık “Siz haklısınız, bizler de her zaman sizin yanınızdayız.” gibi sözlerle bizleri kandırmaya yönelik konuşmalar yaptı. Görüşmeler neticesinde bize “Şu anda bir kişilik boşluk var. Sadece birinizin iş başı yapmasını sağlayabiliriz. 5 Şubat tarihinde boşluk oluşacak o tarihte siz diğer iki işçinin de işe iadesini yapacağız. Zaten burası sizin iş yeriniz, işinizin başına döneceksiniz” denerek işe geri alınacağımıza dair söz verildi. Ardından “Biz hastane yönetimi olarak verdiğimiz sözün arkasındayız” dendi. Bu sözlerin birer yalan olduğunu ve kandırmak amacıyla, planlı bir şekilde söylendiğini 5 Şubat tarihi geldiğinde somut bir şekilde gördük.
Tabi ki hastane yönetiminin bu geri adımı sonrasında, biz de kendi aramızda konuşarak, Ethem arkadaşımızı işe soktuk. Serkan ve ben o tarihten itibaren eylemlerimize bir süre ara verdik. Ancak bu durum basında “Süreyyapaşa’da İşçiler Kazandı” şeklinde yapılan haberlerle kazanım olduğu, direnişin sonlandığı yorumuyla aktarıldı. O sürece kadar direniş çadırımıza her gün birçok farklı kurum dayanışma ziyaretlerinde bulunuyordu. Eylemlerimize katılarak dayanışma gösteriyorlardı. Maddi ve manevi dayanışma açısından hiçbir sıkıntımız yoktu. Basında direnişimizin sonlandığı yorumuyla verilen haberlerin ardından ziyaretler azalmaya dayanışmalar düşmeye başlasa da bugün hala daha hastanemizde örgütlü olan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası(SES) bizimle dayanışmayı sürdürüyor. Direnişimizi sahipleniyor. Yine sürecin başından beri Devrimci Anarşist Faaliyet ‘ten arkadaşlarımız da her gün çadırımızı ziyaret ediyor, bizimle her türlü dayanışmayı gösteriyorlar. Ayrıca Uluslararası İşçi Dayanışma Derneği’nden(UİDDER) arkadaşlarımız da hemen hemen her gün çadırımızı ziyaret ediyor, dayanışma gösteriyorlar. Bu destek ve dayanışmalardan dolayı tüm kurumlara tekrar teşekkür ediyorum. Bu dayanışmaların, sonuna kadar sürdüreceğimiz bu mücadelede devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Öte yandan 5 Şubat tarihine kadar bizi işe alacağının sözünü veren hastane yönetimi, 5 Şubat öncesi görüşmelerde çadırı kaldırmamızı, zaten işe alınacağımızı söyleyerek direnişimizi tamamen kırmaya yönelik konuştu. Ancak biz Serkan ile beraber çadırımızı kesinlikle kaldırmayacağımızı, işe iademiz gerçekleştiğinde kitlesel bir eylemle bunu duyurduktan sonra kaldırmakta kararlı olduğumuzu vurguladık.
5 Şubat gelip çattığında, işe iademiz ile ilgili verilen sözleri hatırlatmak için hastane yönetimiyle bir görüşme daha gerçekleştirdik. Bu görüşmede, bize verilen sözlerden eser yoktu. Bize “Bakanlıktan işe iadesi yapılsın yazısı gelmeden, biz sizi işe alamayız” dendi. Ayrıca zaten işe iade davasından vazgeçmezsek, yazı geldiğinde dahi bizi işe alamayacaklarını belirttiler. Biz de kesinlikle hukuki alandaki mücadelemizden vazgeçmeyeceğimizi ve bu noktada kararlı olduğumuzu söyleyerek görüşmeden ayrıldık. Bundan sonraki süreçte birkaç görüşme daha gerçekleştirdik. Bu görüşmelerde hastane yönetimi verdiği sözün arkasında durmak bir yana bizim direnişimizi kırmak için davayı kaybedeceğimizi, geri çekersek işimize geri dönmek için tekrar görüşmeler yapabilecekleri yalanıyla bizi yıldırmaya çalıştı. Kararlılığımız karşısında şimdi de psikolojik baskı uygulamaya başladılar. Ancak bizi yıldıramayacaklar. Çünkü biz davamızı niye geri çekmememiz gerektiğini çok iyi biliyoruz. Genellikle iş davalarında kazanan patronlar değil, işçiler oluyor. Çünkü mağdur olan işçidir. Patron değil. Bizim durumumuz da tam anlamıyla bir mağduriyettir ve biz direnen işiler sonuna kadar haklıyız. Haklılığımız her alanda olduğu gibi işe iade davasında da anlaşılacak. Bu mağduriyet giderilecektir. Ben bu sebepten dolayı iş mahkemelerindeki sonuçlara güveniyorum. Tabi ki asıl güvencem, hastane yönetimine geri adım attıran kararlılığımızla süren fiili direnişimizdir.
Direnişimiz hala daha ilk günkü inanç ve kararlılığıyla sürerken bu çadırda sadece ben ve Serkan değil; benim annem, babam, kardeşlerim, eşim ile Serkan’ın eşi, iki çocuğu, annesinin de direndiğini belirtmek gerekiyor. Fiziki olarak çadırda olmasalar da ailelerimizin de bu direnişteki emeği göz ardı edilemez. Biz en çok onların hakkını yedirtmeyeceğimiz için buradayız.
Son süreçlerde ne kadar yıpransak da ne kadar yorulsak da ben Hamdi Azbay olarak asla umutsuzluğa düşmedim, düşmeyeceğim. Bu sürecin sonunda emeğimizin karşılığını alacağımıza eminim. Çadırda durmamın, bir yıla yakındır C blok önünde direnmemin tek sebebi işime, emeğime sahip çıkmak istememdir. Buradan ayrılıp başka bir yerde iş bulabilir, aynı şekilde taşeronda çalışmayı sürdürebilirdim. Ama hiçbir şeyi çözmüş olmayacak, defalarca aynı sorunlarla karşılaşacaktım. Bu bence bir çözüm değildir. Çözüm direniştedir. Ben de sonuna kadar direneceğim. Bir direnişçi işçi olarak, her işçinin de bulunduğu şirkette, taşeronda, fabrikada her yerde emeğine sahip çıkması gerektiğini; baskılara ve sömürüye baş eğmeden direnmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü inanarak, güvenerek, umutla direnirsek haklılığımızla kazanacağımıza eminim.
Süreyyapaşa Hastanesi Taşeron İşçisi Hamdi Azbay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.