24 Nisan 2013. Bangladeş’ te Rana Plaza binası çöktü. Önceki gün binada oluşan çatlaklar üzerine işçiler binadan tahliye etmiş, ardından binaya gelen mühendis destek sütunlarında oluşan hasar nedeniyle binanın artık hiç güvenli olmadığını söylemiş, ancak plazanın sahibi Sohel Rana tüm bunlara rağmen binanın bir sorunu olmadığını, güvenli olduğunu iddia etmişti. Bununla birlikte iş planında bir değişiklik yapmak istemeyen fabrika yöneticileri, işçileri işe dönmedikleri takdirde aylıklarını kesmekle tehdit etmiş, işçileri binaya sokmuş ve makinalar çalıştırılmıştı. Ve sabah 8:45’te bina çöktü, altında kalan 1.230 işçiyse yaşamını kaybetti.
Yaşanan facianın ardından Başbakan Şeyh Hasina işçilerin öfkesini yatıştırmak için seferberlik ilan etti, Bangladeş Hazır Giyim Üreticileri ve İhracatçılar Birliği binada faaliyet gösteren fabrikaların üyeliğini iptal etti. Uluslararası çapta kampanyalar başlatıldı, bu fabrikalarda üretimi yapılan dünyaca ünlü markalar; Mango, Benetton, Zara, C&A, KIK, Wal-Mart, Primark, LC Waikiki başta olmak üzere birçok marka iş güvenliğinin artırılması için adım atmaya çağrıldı. Bunların en somut örneği olarak da Temiz Giysi Kampanyası (Clean Clothes Campaign) ile bu şirketler Bangladeş’te Yangın ve Bina Güvenliği Sözleşmesini imzalamaya çağırıldılar.
İmzamı Atarım, Vazifemi Yaparım
Ardından birçok marka sözleşmeyi imzalamaya başladı. Önce üretimin yapıldığı fabrikalardaki koşullardan haberdar olmadıklarını, ihracat firmalarının üretim yaptırdığı fabrikaların kendi imalathaneleri olmadığını, dolayısıyla yaşanan facia ile hiçbir ilişkilerinin olmadığını vurgulayarak imajlarını toparlamanın telaşına düştüler. Durumu münferit bir vaka olarak değerlendirip, bilgileri dışındaymış gibi gösterip, öğrenir öğrenmezde adım atmış görüntüsü yaratmaya çalıştılar. Ve kısmen de yarattılar. Uluslararası basında sözleşmeye imza atan şirketlerin, enkazların arasındaki etiketlerinin görüntüleri bir anda ortadan kayboldu ve hatta imzalamayanlara örnek olarak gösterildiler. Bazı küresel sendikalar bile imzalayan şirketleri alkışlanacak bir pozisyona getirirken, imzalamayanlar günah keçisi ilan edildi. Bu sözleşme, Bangladeş’in sanayi tarihinde bir dönüm noktası olarak ilan edildi. Bir imza ile birdenbire değişen bu tablonun karşında ise hiç de kolay kolay değişeceğe benzemeyen bir gerçeklik duruyor: Rana Plaza, Bangladeş’te Pakistan’da, Kamboçya’da, Vietnam’da, Endonezya’da yıllardır yaşananlara sadece bir örnek.
Münferit Olaylar Dizisi
Henüz geçtiğimiz Kasım ayında, Ashulia Sanayi Bölgesi’ndeki Tazreen hazır giyim fabrikasında çıkan yangında 112 işçi ölmüştü. Senaryo ise yine aynıydı. Fabrika yöneticileri, yangın alarmının çalmasının ardından işçilere işe dönmelerini emretti. Üst katlarda hapsolan işçiler yanarak can verdi. Bangladeş’te, 2005’ten bu yana, fabrika yangınlarında 700 işçi katledildi. 79 işçi ise çöken fabrikalarda hayatını kaybetti. Yine geçtiğimiz Eylül ayında, Pakistan’da Ali Enterprises fabrikasında çıkan yangında yaklaşık 300 işçi öldü.
Dünyaca ünlü bu markaların yaşanan felaketler karşısında gösterdikleri “şaşkınlık” ise durumun vahametini gözler önüne sermektedir. Elbette ki bu markalar düşük iş gücü maliyetiyle, talep ettikleri fiyat üzerinden üretim yaptırabilmenin ön koşulunun kötü çalışma koşuları, ucuz işçi (güvenliksiz ve sigortasız çalışma da dahil) olduğunu biliyorlar. Bu yüzden bir taraftan üretimlerini Bangladeş, Çin, Endonezya, Pakistan gibi ülkelere kaydırırken diğer taraftan olası kazalarda sorumluluğu üzerlerinden atmak için de taşeronun taşeronunun taşeronu sistemi ile kendilerini bu yaşananların tamamen dışında tutmaya çalışıyorlar. Markaların buradaki amacı güvenlik ve çalışma koşullarını iyileştirmek değil; şirketlerinin isimlerini korumak, denetimlerini bu şekilde gerçekleştirmek. Markaların yaptıkları açıklamalara da bakılırsa, ihracat yapan firmanın çalışma koşullarının bilinmemesi ya da fason üretim yapan firmanın yetkisi olmadığı halde ürünleri depolamak için çöken binaya naklettirmiş olması çok olası. Ama Rana Plaza’da enkazdan çıkan etiketler, Tazreen’de de Ali Enterprises’ta da işçilerin mezarlarının yanı başındaydı.
Devletten Ne Beklersin?
Şirketler imajlarını korumak adına türlü yollara başvururken, devletinde üzerine düşen sorumluluğundan bahsedenler de oldu tabi. Devletin bu konuda yapacağı düzenlemeler ya da denetlemelerle koşulların iyileştirebileceği, yaşananların önüne geçebileceğine ilişkin önermeler basında sıkça yer aldı. Hatta bazı yayın organları markaları Bangladeş hükümetine baskı yapmaya çağırdı -ki zaten bu da yine markaları büyütmeye yarayacak bir hamle olacaktı, çünkü hükümetin koşulları iyileştirmediği her an markaların imajını daha da büyütecek sorumluluğu biraz daha üzerlerinden atmaya fırsat tanıyacaktı. Devlet ise bu konuda hiçbir düzenleme yapabilecek konumda değil, küresel kapitalizmin kuralları içinde bu koza sahip değil. Bunu görmek için çok uzağa gitmeye gerek de yok.
Başbakan Erdoğan yaptığı bir açıklamada: “Tekstil sektöründe yaklaşık 2 milyon çalışan var. Bunların sadece 350-400 bininin kayıt içinde çalıştığını biliyoruz. Bunun farkındayız ama katlanıyoruz”. Yani Erdoğan şunu diyor; “kayıt altına alırsak koşullar iyileşir, maliyet yükselir, markalar Bangladeş’e yönelir. Bu yüzden hiçbir düzenleme yapmayacağız, katlanacağız”.
Türkiye de tekstil sektöründe oldukça yüksek kayıt dışı çalışma oranına ve düşük iş gücü maliyetine sahip olsa da bazı Türk markaları bile Erdoğan’ın da korktuğu gibi, daha düşük maliyet ve daha fazla kar ekseninde, üretimlerini Bangladeş’e kaydırmış durumda. Bunların arasında LC Waikiki, Defacto, Seven Hill, Rodi Jeans, Batik, Colin’s ve Collezione’u sayabiliriz. (LC Waikiki adı Rana Plaza’da olduğu gibi 2010 yılında Bangladeş’te Garib&Garib Fabrikası’nda yaşanan 21 işçinin öldürüldüğü yangında da geçmiş hatta The Telegram, Washington Post uluslararası basında da gündeme gelmişti.)
Bangladeş’in ise ihracatının yüzde 80’ini hazır giyim sektörü oluşturuyor. Yani ülkelerin “ekonomik büyümesi” hazır giyim sektöründeki ucuz işgücüne bağlı. Tüm bunları göz önüne alınca Rana Plaza’nın çökmesinin ardından sonra Başbakan Sheikh Hasina’nın “Kafanızı dik tutun, atölyeleri ve fabrikaları çalıştırın. Aksi halde işinizi kaybedersiniz” açıklaması aslında Hasina’nın tavrının, bina çökmeden önce işçileri binaya sokan fabrika yöneticilerinin tavrı ile aynı olduğunu gösteriyor. Yani Hasina diyor ki: Koşullardaki herhangi bir iyileşme maliyeti arttırır, Bangladeş’in uluslararası piyasada rekabet gücünü düşürür ve markaları maliyetin daha düşük olduğu Pakistan ya da Venezuela’ya kaydırabilir. Bu yüzden Hasina da Erdoğan gibi “katlanacak”, ihracatı tehlikeye sokabilecek hiçbir hamle yapmayacak, koşulları iyileştirmek şöyle dursun maliyeti daha da düşürmek için Sohel Rana örneğinde olduğu gibi olduğu gibi ruhsatsız yapılara, planda görünmeyen katlara izin verecektir.
Bangladeş meclisindeki 350 milletvekilinin 30’unun tekstil patronu olduğunu da göz önünde bulundurursak, asgari ücretin neden artmadığını sormamıza gerek kalmıyor, zaten tekstil sanayisine ilişkin tüm kanunları onlar çıkarıyor.
Küresel şirketler ve devletler tekstil sektörünü, kayıt dışı, kuralsız, güvencesiz politikalarıyla işletmeyi, işçilerse bu tablonun karşısında yıllardır grevlerle, eylemlerle direnmeyi sürdürüyorlar. Onlar, yaşadıkları sürece hayatlarını dokuma tezgahlarında, boya atölyelerinde, konfeksiyon makinaları başında geçirerek, saatlerce çalışıp açlık sınırında yaşayanlar, onlar hayatları hiçe sayılanlar, ezilenler… 1830’larda “çalışarak ölmeyi değil, direnerek yaşamayı” seçen Lyon’lu dokuma işçileri, 1857’de New York’ta greve çıkan 40 bin dokuma işçisi, 1909’da Manhattan’da grev yapan 20 bin gömlek işçisi kadın, 1912’de Amerika’da, Massahucettes’te iş bırakan 20 bin tekstil işçisiydi… Ölen arkadaşları için, kendi yaşamları için ve adalet için mücadele ettiler. Sokağa çıktılar ve “katlanmadılar”.
Şirketler ve devletler Bangladeş’te milyon dolarlık gömleklere, pantolonlara, elbiselere bulaşan kan lekesini şimdilerde temiz giysi kampanyalarıyla, güvenlik anlaşmalarıyla örtbas ediyorlar. Binlerce tekstil işçisini fabrikalarına hapsederek gerçekleştirdikleri katliamların üstünü örtmeye çabalıyorlar. Enkazların altından işçilerin cansız bedenleri birer birer çıkartılırken, etiketlerine bulaşan kan lekelerini silmeye çalışan patronlar, katlettiklerinin, yok saydıklarının öfkesinden kaçmaya çalışıyorlar…
Ancak nafile kan lekesi asla çıkmaz…
Özlem Arkun
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.