Geçtiğimiz Mayıs ayı başlarında İş Kanunu’nun işe iade ile ilgili maddelerinde yeni değişiklikler tasarlanmaya başlandı. Bu tasarı yasallaştığında İş Mahkemeleri Kanunu’nun adı, “İş Mahkemeleri, İş ve Sosyal Güvenlik Uyuşmazlıkları Hakem Heyetleri Kanunu” olarak değiştirilecek. Ayrıca İş Kanunu’nun 20. maddesinde de değişiklik yapılarak “taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme veya İş ve Sosyal Güvenlik Uyuşmazlıkları Hakem Heyetlerine götürülür” ibaresi yer alacak. Yani artık işten atılan işçiler işe iade davası açamayacak, il ve ilçelerde kurulacak olan İş ve Sosyal Güvenlik Uyuşmazlıkları Hakem Heyeti’ne başvuracak. Peki, Hakem Heyeti’nde kimler olacak? Kanun taslağı tasarısına göre Hakem Heyeti beş asil ve dört yedek üyeden oluşacak. Heyetteki asil üyeler vali veya kaymakam tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı uzmanları arasından seçilen dört üye ve baro tarafından gönderilecek bir üyeden oluşacak. Heyettekilerin görev süresi dört yıl olacak.
Adalet Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “mahkemelerin iş yükünün artması, sürecin uzaması ve taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümünün gecikmesi” gibi bahanelere dayanarak hazırladığı yasa tasarısı taslağının getirdiği değişiklikler ile Hakem Heyetlerinin, işçiler açısından hiçbir güvenilirliğinin olmadığı ise açıkça görülüyor.
Çünkü işe iade davalarında süreç, patronun işçiyi odasına çağırarak işten çıkarıldığını söyleyip önüne imzalaması için bir sürü belge çıkartmasıyla başlıyor. Bu belgelerin nerdeyse hepsi patronların karar verdiği “işten ayrılma nedeni”ni işçinin aleyhine çevirecek, alınmamış tazminatları aldı gösterecek ve daha birçok haksızlığın meşrulaştırılmasına hizmet edecek belgeler. Böyle durumlarda işçiler çoğunlukla paniğe kapılarak ve imzalamazsa tazminatını alamayacağı tehdidinden korkarak, nerdeyse hiçbir belgeyi okumadan imzalayarak işten ayrılıyor. Kağıt üzerinde işçi lehine, özü gereği patronun yasaları olan İş Kanunu ise bu durumda işçi lehine “bir şey yapamayıp üzülmekle” yetiniyor. Öte yandan işçi önüne konan belgeleri imzalamayıp, eğer dava açacak parası varsa işten çıkarıldığı tarihten itibaren 1 ay süre içinde işe iade davası açabiliyor. Bu sefer de mahkemelere gelgitler başlıyor. Yine aynı İş Kanunu gereği, 2 ayda sonlanması gereken davalar türlü bahanelerle 2-3 yıl sürüyor, mahkeme salonları birer çilehaneye dönüşüyor. Bu sürecin sonu ise çoğunlukla belirsiz oluyor. Yeni yasa tasarısı taslağı işten atılan işçilerin dava açmalarını engelliyor. Taslağa göre işten atılan işçiler Hakem Heyeti’ne başvuracak ve yine tasarıya göre heyet kararını 3 ay içerisinde verecek. Yani bu kez de heyet çilesi başlayacak. Heyetin kararına itiraz edildiği takdirde İş Mahkemesi’ne başvurulabilinecek. Eğer mahkeme duruşma yapılmasına gerek görürse, aynı çile orada da sürecek.
Tasarıdan önce işçiler, işten çıkarıldıklarında mahkemelerde tazminat adıyla emeğinin karşılığı olarak görünen sus payı niteliğinde bir parayla kandırılmaya çalışılıyordu. Bugünlerde ise patronlara “İşe İade Davalarını Önleyici Tedbirler ve Kazanma Stratejileri Zirvesi” adıyla işten atma yöntemleri, işe iade davalarını kazanma stratejileri öğreten bir bakanlık ile yine patronların yasalarının adaletini sağlayan başka bir bakanlığın birlikte hazırladığı kanun tasarısı taslağının, çok da farklı bir şeye hizmet etmeyeceği açıktır. Çünkü yüzyıllardır işçiler haklarını mahkeme salonlarında değil sokaklarda, eylemlerde direnişlerde kazandılar. İşyeri önüne kurulan direniş çadırlarıyla, patronların evinin önünde gerçekleştirilen eylemlerle, grevlerle kazandılar. Bugün İSMACO işçileri 160 günden fazladır nöbet tuttukları direniş çadırlarıyla, Kazova işçileri yaptıkları eylemlerle, THY işçileri 20 günü aşkındır gerçekleştirdikleri grevle kazanıyor. İşçiler bundan sonra da hakimin yerini hakemin, mahkemenin yerini heyetin alacağı hukuki alanda değil; yine fabrika önlerinde, meydanlarda direnerek kazanacaklar.
Halil Çelik
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.