Taksim gezi direnişi boyunca bir liseli olarak ben de oradaydım. İçinde bulunduğum bu isyan hareketini yaşarken hakkımızda birçok şey yazıldı, çizildi. Bizden “hiç beklenmeyecek politizasyonu” göstermişiz, “bu kuşakta hala bir umut” varmış, normalde kayıp kuşakmışız diye bahsettiler.
Yedi yaşından itibaren okullara kapatıldık biz. Yaşamdan uzak saçma sapan şeylerle dolduruldu beyinlerimiz. O da yetmedi o sınavdan o sınava koşturulduk. Sınavlarla rekabete tutuşturdular bizi. Dershane, okul, ev arasında tükettik yaşamımızı.
Aklı futboldan, bilgisayar oyunlarından, fastfoodtan başka bir şeye yetmeyen tüketici bireyler olmakla suçladılar bizi. Bu zorunlu koşuşturmacada, tüm yükü sırtımıza yükleyenlerin tüm bunları unutturmak için oluşturduğu bu gibi şeylerin sorumlusu da biz olduk.
Zorlandığımız tüm bu koşullar yetmezmiş gibi, kimilerimiz sömürü sistemi içerisinde erkenden çalışmaya zorunlu. Çalışmaktan, geçim sıkıntısından başka bir şey düşünemiyor.
Şimdi bize diyorlar ki, bizden hiç beklenmeyen bir şey yapmışız; isyan etmişiz. Çünkü aslında biz apolitikmişiz. Önce bu hayata zorlayın bizi, sonra politik olmadığımız için yaftalayın bizi.
Biz gezideydik çünkü okullara kapatılmamıza da bir tepkiydi bu, taş attık çünkü bizi hep derinden etkileyen hatta çoğu kez arkadaşlarımızın ölümüne sebep olan sınavlar vardı yaşamlarımızda. Barikat kurduk çünkü tüm bu adaletsizliklere karşı isyanımızı haykırmaktı hep istediğimiz.
İşte bu yüzden biz hiçbir zaman gazetelerin, bazı köşe yazılarının bahsettiği kayıp gençlik/kuşak olmadık. Çünkü hep isyanımız vardı bizim, hep inatçıydık tıpkı son süreçte barikatlarda, sokaklarda olduğu gibi.