Araştırma şirketlerinin 2014 Yerel Seçimleri öncesi yaptığı anketler hız kesilmeden devam ederken, sonuçları televizyon kanallarından, gazetelerden, haber sitelerinden takip ediyoruz.
Son seçimleri iyi tahmin edebilmiş şirketlerin sonuçları medyada ayrı bir ciddiyetle irdelenirken, gündemdeki AKP-Gülen Cemaati çekişmesi bu sonuçların yorumlarına, hatta sonuçlara kadar yansıyor.
Bu yansımayı ele almadan önce, seçim sonuçlarına ve anketlere biraz daha farklı ve profesyonelce bakan bir disiplinden bahsetmek, seçimlerin çok da görülmeyen yanlarını görmemize yardımcı olabilir.
Psepoloji Nedir?
Britanyalı tarihçi Ronald B. McCallum, 1952 yılında, önceki seçim sonuçlarını analiz etmenin, sonraki seçim tahminlerinde işe yaradığını gördü. İlk kez uygulanan bu teknik vasıtasıyla, seçimlerde oy dağılımının istatistiksel analizini yapmanın önemi anlaşıldı. Böylelikle, psepholohgy’i yani seçim bilimini bulmuş oldu.
Psepoloji, eski seçim bilgileri, seçim anketleri, kampanya finansman bilgilerini kullanarak seçmen eğilimlerini ve bu eğilimlerin bir sonraki seçim üzerindeki etkisini öngörmeye çalışır. Seçimler, toplumun siyasi yapısını değerlendirmek açısından sadece psepologlar tarafından değil, aynı zamanda siyaset bilimciler açısından da verimli süreçlerdir. Psepoloji aracılığıyla, toplumun siyasi anlamda aktif olduğu bir zaman diliminde homo politicus’u incelemeye fırsat bulurlar.
Bradley Etkisi
1988 yılında Kaliforniya valilik seçimlerinde, seçim anketlerine göre bir hayli önde olan Demokrat Parti adayı Tom Bradley’nin kazanılacağı düşünülüyordu. Öyle ki, gazetelerin seçim sonuçları açıklanmadan “Bradley’nin Zaferi” diye başlıklar bile atılmıştı. Ancak seçim anketlerinden çok daha farklı bir sonuç ortaya çıktı. Cumhuriyetçi George Deukmejian seçimleri %5 daha çok oyla kazanmıştı. Psepologlar, durumun analizini yapmışlardı; Bradley’e oy vereceğini ya da verebileceğini söyleyen beyaz seçmenlerin büyük bölümü ırkçı gözükmemek için seçim anketlerinde aksi yönde beyanlar da bulunmuşlardı.
Bu ve benzeri tarzda işleyen siyasal süreçleri tanımlamak için, psepologlar Bradley Etkisi diye bir kavram ürettiler. Hatta Obama’nın seçilmesiyle beraber kavramı tekrar düşünerek Ters-Bradley Etkisi diye yeni bir tanımlama da daha bulundular.
Seçim sürecinde toplumdaki farklı kesimlerin ya da toplumun tamamının (belki seçmenlerin demek daha doğru olabilir) içinde bulunduğu siyasi-psikolojiyi tanımlamak için kullanılan birçok kavram var; sürü psikolojisi, sessizlik sarmalı, bando arabası etkisi, utangaç muhafazakar faktörü…
Daha önceki seçimlerde karşılaşılmayan her yeni durumda bu kavramlar çoğaltılmaya müsait görünüyor.
Anketlerle Belirlenen Seçmen Eğilimleri
Seçim anketleriyle bu kadar içli dışlı olduğumuz bir dönem olmadı diyebiliriz. Bunda iletişim teknolojilerinin ulaştığı boyut, araştırma şirketlerinin bunun için ayırdığı ekonomik meblağların büyüklüğü, veriye ulaşmanın daha kolay oluyor olması, siyasi partilerin bu araştırmalara eskisinden daha fazla güveniyor oluşu ve seçim öncesi oluşmuş siyasi ortamı ne kadar etkilediğini test etme gerekliliği gibi birçok kalem sıralanabilir.
KONDA, GENAR, SONDA, Cihan, Di-En Araştırma, A&G Araştırma, Konsensus… Artık araştırma şirketlerini siyasal kampanya yürüten partiler kadar iyi biliyoruz. Bazen seçim öngörüleriyle hangi siyasi kanada yakın olduğunu belirginleştirseler de ortaya çıkan verileri olduğu gerçekliğiyle kabul etmeye eğilim gösteriyoruz seçim sürecinde. Tabi ki bir önceki seçimlerde hangisinin başarılı olduğu, ortaya koyulan verilerin tercihi açısından önem taşıyor.
Bu araştırmalar sonucu ortaya çıkan tabloların siyasal eğilim belirleme noktasında ne kadar etkili olduğunu görebilmek gerekiyor. Belki burada psepologların tanımlamalarına başvurulabilir; seçim anketlerine göre yönlendirilebilen seçmen eğilimleri… Eğer böyle bir tanımlama yaptılarsa tabi. Keza psepologlar, seçim anketleri gibi siyasi eğilimi yönlendirebilen araçları etkisiz bir eleman gibi alıp, değişimin nedenini yine seçmenin kendisinde arar.
Şunun altını iyice çizmek gerek; il-il, belediye-belediye, mahalle-mahalle ortaya konan seçim anketlerinin sadece “durum nedir, bir anlayalım!” niyetiyle değil, bizzat o durumu belirlemek için siyasi propaganda olduğu aşikardır.
Bu siyasi propagandanın “nesnel” veri toplamları gibi yansıtıldığı bir ortamda, konuşulması gereken sadece bu verilerin nesnelliği değildir; medya patronları-hükümet adamları-başbakan-yayın editörleri arasında geçen konuşmaların ahvalidir de. “Nesnel” olmayan bu verileri dahi “manipüle” etmenin bu kadar kolay olabildiği bir ortamda, seçim sürecine yaklaşıyoruz.
Anket şirketlerinin finans kaynakları, yönetim kurullarının başındakilerin siyasi partilerle ilişkileri vb. birçok bilgiye sahip olmadan, ortaya çıkan verilerin siyasi-ekonomik iktidarların “manipülasyonuna” açık olduğunu görebilecek/duyabilecek kadar şanslıyız!
Seçim öngörülerinde yanıltmacaların bu denli yapılabildiği bir ortamda, seçim sonuçlarına ilişkin ne düşünebiliriz ki? Sahte oy pusulalarının olduğu, oy sandıklarının yol kenarında bulunduğu, açık zarfların, yanlış oy sayımlarının yaşandığı, kayıtlı olmayan seçmenlerin, ölü seçmenlerin seçime katıldığı siyasi seçimlerden de geçmiştik!
Psepologların coğrafyamızdaki seçim anketleri ve seçim sonuçlarını değerlendirmek için yeni kavramlara ihtiyaçları var; Fatih Altaylı Etkisi, Alo Fatih Manipülasyonu, Başbakan Faktörü vb.
Böyle bir temaşada demokrasiyi konuşmadan önce, Zapatistaların söylediğini hatırlamak demokrasiyi yeniden anlamlandırmada önem taşımaktadır;
“Bize göre demokrasi seçim dönemleri ve adayların kampanyalarıyla alakalı değildir. Parayla ilgili değildir. Ya da birini seçtiğimizde bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini anlatmasıyla ilgili değildir. Demokrasi yaşamlarımızın her anında ve her yerindedir. Seçimler sonucu yeterli oy alamadığından dolayı düşünceleri temsil edilemeyecek hiçbir azınlığımız yok. Çünkü düşüncelerin gerçekleştirilmesi için seçime gerek yok!”
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.