Gazze’ye ardı arkası kesilmeyen bombardıman sonucu 200’e yakın Filistinli (bu sayı belki yazı yayımlandıktan sonra daha da artacak) yaşamını yitirdi. İsrail devleti, kara harekâtını gündemine almış durumda. Hamas’ın bombardımana verdiği karşılık, bu kara harekâtı olasılığını daha olası hale getiriyor. Mısır’ın 14 Temmuz’da yaptığı “barış” çağrısına olumlu yanıt vereceği düşünülen İsrail’in saldırılarına devam etmesi, Filistin meselesinde önemli bir eşiğe gelindiğinin göstergesi.
Mısır’ın Filistin meselesinde gösterdiği “barış” yanlısı tavrın, Hamas için ciddi şüpheler içeriyor olduğu gerçeği aşikâr. Müslüman Kardeşler ve Hamas arasındaki ilişki düşünüldüğünde, Mısır’daki Sisi yanlısı hükümete karşı Hamas’ın nasıl bir siyaset izleyeceği az çok belli. Mısır’ın da bu “barış” ısrarının altında ne planları olduğu konusu tartışmalı. “Barış” çağrıcılığı yapan bir diğer önemli güç de Birleşmiş Milletler. BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon, İsrail’in yapacağı kara harekâtının daha fazla can kaybına yol açacağına ilişkin tespitleri ve “mahçup barış çağrıları” BM’nin üzerine düşeni yaptığı noktasında herkesi ikna etti!
İsrail devletinin saldırıların nedeni olarak gösterdiği üç İsrailli gencin kaçırılması olayını Hamas sahiplenmemişti. Olay sonrası Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik başlatılan linç kampanyasını, Muhammed Ebu Hudayr’ın katledilmesi izlemişti. 16 yaşındaki genç Hudayr’ı kaçırıp, işkence yaparak öldüren sonra da yakanların, üç İsrailli yerleşimci olduğu ortaya çıktı. Aslında Hudayr’ın katillerinin kimliği, İsrail devletinin Filistin politikasını anlamak adına bize ipucu veriyor.
Uluslararası siyaset arenasında, aslında İsrail’in yaptıklarını çok da meşrulaştırma kaygısı yok. Uluslararası siyasetin belki de en dokunulmaz aktörü İsrail devleti. Devletin kuruluşundan bu yana, küresel adalet savunucusu BM’nin “mahçup” çağrılarının nedenini belki buraya koymak gerekir. 1948’den bu yana, yapılan zulümlerin tek haklı gerekçesi olmadığı halde, küresel dengelerdeki köşe taşlarının dokunulmazlığı durumunu fark etmek için yetkin bir siyasal analizci olmaya gerek yok.
Buna rağmen, küresel siyasi ilgilinin Ortadoğu üzerine yoğunlaştığı, hele hele Boko Haram, IŞİD, El-Nusra gibi silahlı örgütlerin kendi konumlarını radikal bir şekilde güçlendirdikleri bir süreçte, İsrail devletinin yaptığı saldırıları haklılaştırmak için nedeni çok. Özellikle İran’ın Batı ile ilişkilerinin ılımlı bir seyirde izlediği konjonktürde, İran’ın nükleer programını bahane edemeyecek olan İsrail devleti için mevzubahis yapılanmalar tam bir kurtarıcı niteliğinde. İsrail, daha önce de Gazze’de El-Kaide ile ilintili gruplar olduğu gerekçesiyle bir dizi saldırı gerçekleştirmişti. Yapılan saldırılar sonrasında yine yüzlerce Filistinli katledilmişti.
Benzeri radikal yapılanmaların, özellikle Batılı iktidarların kendi siyasal stratejileri için bahane oluşturması Meydan Gazetesi’nin Ortadoğu’ya ilişkin yazılarında sıkça vurgulandı. Irak’ta IŞİD’in saldırgan politik hareketliliği İsrail’in yaptığı saldırılara yönelik bir bulanıklığa yol açmamalı. Hatta bu karışıklığı desteklemek için yapılan Kürdistan yorumları İsrail’in hedef şaşırtması olarak görülebilir. Radikal İslamcı gruplara karşı herkesle işbirliği içerisinde olacağız yanılsaması yaratılarak, saldırılara meşru izlenimi verilmeye çalışılıyor.
Yaşanan saldırılara ilişkin görüntüler televizyonlarda verilmeye devam ediyor. Bu görüntülerden birkaçı bir hayli dikkat çekici bir haber eşliğinde sunuluyor. İsrail askerlerinin “Evlerinizi vuracağız, boşaltın!” tehditli telefonları sonrası, birkaç dakika içinde füzelerle “nokta atışı” olarak tabir edilen bir biçimde vurulan evler bu görüntülerden akılda kalanlar arasında.
İsrail devleti, 900’e yakın evi benzer bir şekilde füzeyle vurdu. Yaklaşık 12 bin Filistinli, BM üslerine akın etmiş durumda. Gazze’nin kuzeyine İsrail askerleri tarafından atılan bildirilerde de evlerin boşaltılmasına yönelik tehdit içeren mesajlar var.
Aslında, Gazze’ye yönelik bu saldırıların neyi amaçladığı bulmacanın parçaları bir araya geldiğinde anlaşılıyor. Ortadoğu’daki karmaşık durumdan nemalanmaya çalışan İsrail devleti, Filistin varlığını yok etmeye çalışıyor. 1948’den bu yana Filistinlilerin yaşadığı bölgelere ilişkin haritalar tarihsel açıdan karşılaştırıldığında, İsrail devletinin “yerleşimci politikası”nın nasıl başarılı olduğu anlaşılacaktır. İsrailli yerleşimciler, böyle bir siyasetin parçası olarak “masum siviller” olmaktan çok uzaklar.
Yerleşimcilere tanınan silah kullanma yetkisiyle beraber, devletin paramiliter gücünden başka bir tanımlama İsrailli yerleşimciler için çok iyimser olur. 16 yaşındaki Hudayr’ı katledenlerin yerleşimciler olduğu düşünüldüğünde, bu politikanın devlet destekli bir imha politikası olduğu gözler önüne serilmiş oluyor.
Bombala, boşaltılan yerlere yerleşimcileri ikame ettir, Filistin’i parçala, sonra yok et. İsrail’in basit Filistin politikası. İsrail devletinin varoluşu da her devlet gibi halkların yok oluşu üzerinden konumlanıyor.
Katliamların giderek normalleştiği, Ortadoğu’yla beraber anıldığı bir zamanda Ortadoğu coğrafyasındaki halkların özgürlük mücadelesi bizi güçlü kılmalı. Kobane’de de, Filistin’de de karşılaştığımız, devletlerin egemenliklerini dayatmalarının hikâyesidir. Kobane’de de, Filistin’de de direnenler, iktidarların dayatmacılığına karşı özgürlüğü şiar edinenlerdir. Ortadoğu özgür halkların coğrafyası olana dek, her atılan taşta Kürdistan olmalı, Filistin olmalı…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.