Ülkeleri yangın yeri. Kimin haklı kimin haksız olduğundan daha önemli hayatta kalma mücadelesi. Can havliyle kendini sınırın diğer tarafına atan bedenlerin en önemli soruyu kendilerine sormalarına engel ölüm korkusu. Hunharca öldürülme korkusu. Ölmeden önceki ve sonraki muameleler, bedenleri üzerinden dünyaya verilen mesajlar erteliyor asıl sorunun önlerine düşen bir ceset gibi pat diye düşmelerini. ‘ya sonra’ diye gelen soruların beyine hücumu açlığın ve üşümenin yaşam belirtisinden çok işkenceye döndüğü zamanlarda devreye giriyor.
Savaştan kaçan komşu çocuklarının gelecekten uzaklaşan bakışları var her yerde. Kavruk yüzlerinden bizlere uzanan bir çift gözün suçlayıcı olmaktan ziyade ifadesizliği belki de bizleri olayı dramatize etme halinden alıkoyan. Hepimiz mahallelerimize giren yabancılara yerimizi yurdumuzu sırtlarına taşıyıp gidecekler korkusuyla bakıyoruz. Pencerelerimizin, duvarlarımızın dışında yaşam alanımızı tehdit edenlerin, yaşam alanından kovulma hikayeleri bencilliğimizin altında can çekişiyor. Artık her yerdeler diye başlayan sitemlerimiz, toplumsal olmayı çoktan bırakan vicdanın bizi terk ederken arkasına dönüp son kez el sallama ritüelinin bir aldanıştan ibaret olduğunu hatırlatıp gözlerini açtıracak cinsten.
Yüz yıllardır Kürt çocuklarının yaşadıklarına dikkatleri çekmeye çalıştı bir avuç da olsa vicdanıyla vedalaşamayan, sıkı sıkı tutunanlar. Ancak Gezi’ de polis şiddetiyle karşılaşınca Kürt’lerden özür dileyenlere , yıllarca dışkı yiyenleri , köylerinden kovulanları , sokak ortasında öldürülenleri , Roboski’ yi, 5no’luyu çığlıklar ata ata anlattılar. Bir özürle suç ortaklıklarının üstünü kapatacağını sananlardan hiç umudu kesmediler. Kürt çocuklarının üzerine savaştan kaçan komşu çocukları da eklendi ve el birliğiyle vicdanımızı kaptıkları gibi yüzleştirmek istedikleri bizdik. Bir avuç vicdanlı , tankların önünde devleşen kürt çocukları ve komşunun savaş çocukları artık her yerde, bizi terk eden vicdanımızı da sırtlanmış , her sokak arasında üstelik.
Bugün bayram. Bir avuç vicdanlı , bir avuç sermaye sahibi peş keş dertlisi , çok fazla; vicdanımızı sırtlanan, gözümüzün içine içine sokan, masumane düşlerini hayatta kalma güdüsünün unutturduğu çocuklar ve çok fazla ezilmeye yüz tutmuş ezildiğinin farkında olmayan çimenler. Bugün bu coğrafyanın her insanı bayram heyecanıyla açtı gözlerini başlayan güne. Küçükler geldi bayramlaşmaya , büyüklerine gittiler el öpmeye. Sınırın diğer tarafında kaybettiklerini , bir ‘karabasanmıs’ gibi üzerilerine çöktükleri ve sosyal yapısını ‘bozdukları’ memlekette ,karın doyurma telaşında kalbinin bir köşesine saklayanlar. Onlar da vazgeçmediler bayramlarından. Ama ev ev gezip el öpme telaşında heyecanını yaşadıkları şey aslında bu jestlerinin dönüşüydü. Memleketin ‘sahipleri’ bıkkınlık içerisinde üç beş şeker sıkıştırdılar ellerine ya da üç beş kuruş. Ama yanı başımızdan değil de uzaydan geldikleri imgesi yaratanların yüreğine çöreklenen acıyı hissetmek bir yana gözlerine yerleşen ölümü görmenin, ensesinde hissetmenin buhranını anlamak için ezilen çimenler olduğumuzu anlamak gerekiyordu. Ve bizi anlama yetisinden uzaklaştıran aczeden vicdanımızı onların sırtlandığını anlamak için de kaçanların ya da kovulanların çığlığına kulak verilmesi gerekiyordu.
Kavruk ellere şeker ya da bir kaç kuruş para sıkıştırmak yalancı vicdanımızı susturur ancak. İyi olduğumuza bizi ikna eden ,‘biz mi kurtaracağız memleketi’ gibi kendimize inançsızlığımızı beslediğimiz söylemler ‘sahibi’ olduğumuz memleketteki ‘yabancılarla’ daha çok set çeker aramıza. Evet bugün onlara şeker de verelim, harçlık da koyalım ceplerine ama yapacaklarımızın bu kadar olduğuna daha fazla ikna olarak kendi insani sorumluluğumuzu daha fazla devlet ‘büyüklerine’ havale etmeyelim. Başlarını okşayalım , sevgi dolu sözler mırıldanalım demiyorum çünkü kısa vadeli sevgi gösterilerinin de bu uçurumu derinleştirdiğini , memleketin ‘yabancılarıyla’ ortaklık ettiğimiz acıları öğretti en başta. Artık bizi yalancı vicdanlarımızın kurtarmayacağını anlamak için daha fazla kişinin bombaların altında can havliyle sınıra koştuklarını görmeye ihtiyacımız yok. Bayramlaştıktan sonra ödülünü alıp sevinç içinde diğer evlere doğru adımlarını hızlandıran, ölümü hisseden, top sesleriyle geçirdiği gecelerde sırasını bekleyen çocukların arkasından uzaklara dalıp sırtlarından emanetimizi –vicdanımızı- alacağımız zamanlar geldi de geçiyor. Bizim sevimsiz ‘ev sahibi’ onların ‘ besleme’ olduğunu benimseten dayatan anlayışların kendi itibarları için bizleri itibarsızlaştırdıklarını anlamanın da, tam da bu noktada yeniden elimize aldığımız vicdanımıza sırtımızı dayadıkça insanlaştığımızı idrak etmenin de tam zamanı. Evimize gelen, elimizi öpen , kırık Türkçesiyle şeker ya da para diyen çocukların anlık şefkat aldatmacalarıyla yanaklarından, başlarından değil de acılarından öpmenin de tam zamanı. Giden zaman uzaklaştıkça, bayram günlerinde sevinçlerin de acıların da ortaklaştığı yüz yıllık geleneklerin insani yönünü de silip süpürecek çünkü.
Ela Küçük – Diyarbakır