Okul dönemlerimizden bilirdik, renkli “orta öğretim atlaslarımızın” siyasi haritalarında her ülke için renk renk ayrılan bölgeler, aralara çizilmiş bir takım çizgilerle birbirinden ayrılırdı. Dünya siyasi haritasını önümüze açtığımızda bazı bölgelerde yarattığı girinti-çıkıntılarla, insanda belki de çok kanlı savaşlar sonucu belirlendiği izlenimi veren sınırlar, dünyanın bazı bölgelerinde ise, devlet ve sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda neredeyse düz bir çizgiyle “paylaşılan” toprakları, dolayısıyla çalınan yaşamları çağrıştırıyordu.
Sınırlar, sadece ülkeler arasında çeşitli antlaşmalar, müzakereler ya da savaşlar sonrası oluşturulmuş dikenli tellerden, mayınlı arazilerden vb. bölümlerden meydana gelen bir gerçeklik değildir. Söz konusu coğrafyalarda, devletlerin ve o bölgelerin sermaye sahiplerinin çıkarları, tasarrufları doğrultusunda, sınırların nasıl ve neden ortaya çıktığını ya da egemenlerin hangi çıkarları doğrultusunda dönem dönem değiştirildiğini de incelemek gerekir.
Yakın coğrafyamızda, yaklaşık 4 yıldır süren iç savaş sonrası fiilen değişmiş olan Suriye sınırından sonra, geçtiğimiz yaz başlarında, IŞİD’in Irak’ın büyük kentlerinden Musul’u ele geçirmesiyle, bu devletle olan sınır da değişmiş oldu. Bundan yaklaşık 100 yıl önce 1916’da Birinci Dünya Savaşı henüz sürmekteyken, aralarında gizli görüşmeler yürüten İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası devletlerince imzalanan Sykes –Picot Antlaşması’yla belirlenen, adeta cetvelle çizildiği besbelli olan, bu yanıyla da devletlerarası bir paylaşım denkleminin sonucunda “çizilen” sınırlar artık yok denilebilir. Dönemin devletlerinin ve sermaye sahiplerinin, kapitalizmin 20.yy başlarındaki gelişim dönemine uygun olarak yaratmak istedikleri ulus-devletler yönünde çizilen Ortadoğu sınırları, bugün yine devletlerin ve kapitalistlerin farklılaşan çıkarları doğrultusunda değiştiriliyor.
Yine yakın denilebilecek bir coğrafyada, Ukrayna’da 2013 yılı sonlarında, AB yanlıları ve karşıtları arasında başlayan iç çatışmalar sonrası, Özerk Kırım Cumhuriyeti önce bağımsızlığını ilan etti, daha sonra Rusya Federasyonu’na bağlandı. Ukrayna’da yaşanan bu isyan süreci sonrası, bir başka deyişle Kırım Rusya’ya, AB yanlısı-Rusya karşıtı Ukrayna ise AB’ye “bağlandı”. Bu coğrafyadaki sınırlar da, 1990’ların başlarında, o dönem, dünyanın iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği’nin dağılışıyla belirlenmiş, söz konusu bu gelişmeyle Doğu Avrupa coğrafyasında 15 yeni ülke ortaya çıkmıştı. Küresel sermaye çevrelerinin o dönem “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırdığı ve sahiplendiği doktrin çerçevesinde oluşturulan bu yeni sınırlar, aynı dönemlerde Orta Avrupa (Çek Cumhuriyeti ve Slovakya) ve Balkanlar’da Yugoslavya’nın kanlı bir şekilde dağılmasına, daha fazla devletin ve yeni sınırların ortaya çıkmasına neden oldu.
Geçtiğimiz yüzyıl başlarında devletlerin, kapitalistlerin yani ezenlerin ikbali doğrultusunda belirlenen sınırlar, aynı yüzyılın sonlarında ve onu izleyen 21. yüzyıl başlarında yine onların değişen çıkarları çerçevesinde değiştirilerek yeniden dizayn edildi, ediliyor.
İçinden geçtiğimiz şu süreçte ise, ezenlerin belirleyegeldiği sınırlara inat, coğrafyamızda başka bir deneyim yaşanıyor. Devletlerin desteğinde palazlanıp, Ortadoğu halklarına terör estiren IŞİD’e karşı Kobanêli Kürtler, bir aya yakın zamandır yaşamları için direniyor. Onların direnişine direniş katmak için TC sınırlarını kaldırarak, ezenlere karşı mücadelede “sınır olmadığını” gösterenler, bir anlamda, tahayyüllerimizdeki sınırsız dünyaya dair de ipuçları veriyor.
Emrah Tekin
[email protected]
Bu yazı meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.