Barış İçin Kadın Girişimi’nin çağrısıyla farklı kadın örgütlenmelerinden 130 kadın, 3 Ekim akşamı Kadıköy’de gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından, “Böyle Bayram Olmaz” diyerek Suruç’a doğru yola çıktık. Yol boyunca kadınların dilinden direnişin şarkıları, halaylar hiç eksik olmadı. Konya Ovası’na geldiğimizde polisin yalnızca “varlığını hissettirmesi için yaptığı” bir kimlik kontrolünden sonra yolumuza devam ettik. Suruç gişelerine geldiğimizde ise, direnişi desteklemeye gidenlere yönelik baskısını sürdüren polis ve jandarma, kalkanlarıyla, akrepleriyle, panzerleriyle yolumuzu kesti ve geçişimizi engelledi. Engellemeler sonucu başka yolları kullanarak vardığımız Suruç merkezde ilk olarak “tasnif alanı”na, yani Rojava Çadır Kent’in karşısında bulunan ve dayanışma amacıyla gönderilen malzemelerin toplandığı depoya gittik. İstanbul’ da yapılan dayanışma çağrısının ardından topladığımız kadın pedlerini, çocuk bezlerini, battaniyeleri, kıyafetleri bıraktıktan sonra, nöbet tutacağımız sınır köyü olan, Bedhê’ye doğru yola çıktık. Köye ulaştığımızda, çatışma bölgelerinden gelen top ve doçka seslerini oldukça net duyabiliyorduk.
Biz kadınlar, köye vardığımız andan itibaren, direnişin tam içindeydik. Sınırda tutulan canlı kalkan nöbetlerine aktif olarak katılım gösterdik; oluşturulan insan zincirlerine katılımın yanı sıra bizler kadın zincirleri oluşturarak IŞİD çetesinin saldırılarına karşı direnenlere, kadın dayanışmasıyla ses verdik. IŞİD’in saldırıları sebebiyle bölgeden göç etmek zorunda bırakılan kadınlarla, Kobanê’den gelen kadınlarla uzun sohbetlerimiz oldu, bir o kadar da yaralı sohbetler. Savaştan en çok zarar alan biz kadınlar sınır köyünde gözümüz sınırın öte yanındayken, annelerle, ninelerle, kardeşlerle direnişi konuştuk, en çokta dinledik. Kobanê’den gelen Naze Teyze’yi dinledik, köyünün nasıl boşaltıldığını, tek bir eşyasını bile alamadan evini nasıl terk etmek zorunda kaldığını, gözü önünde boğazı kesilen damadını ve 15 yaşındaki hamile kızını anlatırken, süren savaşın bir özetini geçti bizlere. YPG’ye katılarak IŞİD çetesine karşı direnişin bir parçası olan üç çocuğundan ve eşinden bahsetti; özgürlükleri için, yaşamları için direnmek zorunda olduklarını, yaşama olan tüm inancıyla anlattı bizlere.
Suruç sınırında, Kobanê’den gelen çatışma seslerinin altında her sabahı kadınlarla birlikte getirdik; gece boyunca tutulan nöbetlerin ardından sabah kahvaltılarımızı da bölgedeki kadınlarla birlikte, kolektif bir şekilde hazırladık.
Savaşın ortasında kalan, ama yine de yaşama tutunan çocuklar “Bijî Berxwedana Kobanê” sloganlarıyla oyunlar oynarken, bizler kadınlardan dinlemeye devam ettik, savaşı da direnişi de. Kobanê’den gelen bir anne, iki çocuğunun IŞİD’e karşı yaşamlarını savunmak için savaşa katıldığını, bir çocuğunun ise direnirken yaşamını yitirdiğini anlatırken hep bir noktaya sabitti gözleri sınırın öte yanına… Her patlama, her silah sesi katil IŞİD çetesine karşı direnişin sesine dönüştü sınırın “bu” yanında… Annelerin ağıtları sınırın “diğer” yanında direnen bütün çocuklara oldu; özgürlükleri için direnen bütün çocuklara…
Evet Kobane’deydik. Çünkü biz kadınlar tarih boyunca erkeklerin egemenliği uğruna çıkardıkları savaşlardan darbe aldık. Her darbede, daha da güçlenerek direndik. Biz kadınlar tarih boyunca hep dayanışmayla ördük yaşamlarımızı; üzüntümüz, öfkemiz isyana dönüştüğünde birer slogan oldu acımız. Yüreğimize her ateş düştüğünde biz kadınlar birleştik, dayanışmayla birlikle aştık zorlukları.
İşte şimdi de böyle olacak, kadınlar yine birleşecek, dayanışmayı örgütleyecek. Kadınlar, kadınları köleleştirip esir pazarlarında satan tecavüzcü IŞİD çetesine karşı, halkın yaşam alanlarını tarumar eden katillere karşı, özgürlükleri çalmak isteyenlere karşı hep birlikte direnişin sesi olacaklar. Kadınlar sınırın hem “o” yanında hem “bu” yanında; hem Suruç’ta, hem Kobanê’de; hem de İstanbul’da, Amed’de, Ankara’da… coğrafyanın dört bir yanında savaşa karşı bir olacak. Yaşam için birlik olup, özgürlüğü yeniden kuracak!
Çünkü kadınlar olmadan özgürlük asla!
Nergis Şen
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.