İstanbul Maltepe’de bulunan Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde çalışırken Devrimci Sağlık İş sendikasına üye oldukları için işten çıkarılan 98 sağlık işçisi, işlerine geri dönmek için ve taşeron dayatmalarına karşı hastane binası önüne çadır kurarak direnişe başladı. İki aya yakın bir süredir hastane önünde gece gündüz nöbet tutarak bekleyen Maltepe Üniversitesi Hastanesi işçilerinden Şehriban Kaya ve Sevinç Şahin ile hastanedeki çalışma koşullarını ve direniş sürecini konuştuk.
Meydan Gazetesi: Merhabalar, öncelikle sizi biraz tanıyalım. Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde daha önce böylesi örgütlü bir duruş olmamıştı. Bu örgütlülük nasıl gelişti?
Şehriban Kaya: Ben Şehriban Kaya. 9 yıldır Maltepe Üniversitesi Hastanesi Tıp Fakültesi’nde çalışıyorum. Diyet Hostesi olarak işe girdim. Asgari ücret seviyesinde bir maaş alıyorduk. Bu maaşlarla yaşamak iyice zorlaştı. Temel ihtiyaçlarımızı dahi karşılayamaz hale geldik. Herkes ek iş yapmaya başladı. Bunun böyle süremeyeceğini düşünerek yöneticilerle görüşmelere başladık. Onlardan olumlu bir cevap alamadık. Tabi örgütlü değildik, bireysel olarak da bir şey yapamıyorduk. Yıllarca bu böyle devam etti. Ama hep derler ya, buluşlar ihtiyaçtan doğar diye, biz de ihtiyaçlarımız gereği sendikalaşmaya başladık. Yapılan zamlar, iş yerinde karşılaştığımız sorunlar, çalışma şartlarımız, çalışma ortamımız ve saatlerimiz gibi sorunlar üzerine arkadaşlarla görüşmelere başladık.
Her hastanede olduğu gibi, siz de burada mesaiye kalıyorsunuz. Mesai ücretleri nasıl ödeniyor?
Mesailerde de normal mesai ücretleri alıyorduk. Başka yerlerdeki gibi yüzde iki yüz falan yok burada. Eskiden hafta sonu 13 saat çalışıyorduk mesela. Bir arkadaşımızın işten çıkması sonrasında şikayet olunca düzeltilerek 8 saate düşürüldü. Ama bunun farkı bize çok komik bir şekilde yansıdı. Senelerce bu şekilde çalıştırılan arkadaşlarımızın, kimisine 150 lira, kimisine 300 lira verilerek gönderildi. Örgütsüz olduğumuz için bizde de iş korkusu vardı tabi. İşten çıkarırlar diye herkes ne olduğunu bilmediği kağıtlara imza attı. Kimisi boş kağıt bile imzaladı. Sonuç olarak, şu an çalışma saatleri düzeltilerek 8 saate düşürüldü. Mesailere gelince, öyle sendikaların örgütlü olduğu iş yerlerinde olduğu gibi hafta sonları iki katı, bayramlarda iki katı ücret almıyoruz.
Peki sizin işiniz olmayan işler yaptırılıyor muydu size?
Kesinlikle. Diyet hostesi olarak işe girdim. Buradaki çoğu arkadaş gibi, ben de iki hastaneyi birden idare ediyorum. İki hastanenin de mutfağı var, hastaları var. Bulaşıklarını da yıkadık, hostesliğini de yaptık; personelliğini yaptık, temizliğini yaptık, aşçılığını yaptık. Yani bizim olmayan her türlü işi yaptık. Bize söylenen ise “Bizim sistemimiz böyle, kabul ediyorsanız edersiniz; etmiyorsanız çıkarsınız.” Biz de mecburen yapıyorduk.
Tabi maaşlara yapılan zamların yetersizliği de cabası.
Tabi ki. Yapılan zamlar bir hiç. Zaten görmüyorduk bile, zammı vergi ayına denk getirdikleri için sıfırlanıyor. Bir kere bile biz elimize alamıyoruz bu zamları. Bütün sorunları sendikayla görüşmeye başladık. Hastane yönetimi, bizim bu uğraşımızı fark etti tabi. O kadar da gizli bir çalışma yapamadık zaten, her şey açıktı. Bunu gören işveren, örgütlü olmamızdan korktu. Sendika gelecek diye önce bir arkadaşımızı, sonra üç arkadaşımızı işten çıkardı. Biz devam ettik tabi sendikalı olmaya. Birkaç gün sonra alkışlı giriş ve çıkışla bu durumu protesto ettik. İki gün sonra ise hepimizi (94 kişiyi) işten çıkardılar.
İlk çıkardıkları arkadaşları ve siz diğer 94 işçiyi hangi gerekçe ile işten çıkardılar?
Sendikalı olduğumuz için işten çıkarıyorlar, ama gerekçeleri farklı. Önce dediler ki “işçi fazlalığı”. Oysa o bölümde, sadece bir arkadaşımız çalışıyordu. Bu bahanenin tutmayacağını anladılar, “performans düşüklüğü” diye gösterdiler. Ardından bizi de çıkardılar ve sebep olarak hiç bir şey söylemediler. Sonradan aldığımız bilgilere göre, bizimki de performans düşüklüğüymüş! Yıllarca asgari ücrete çalışalım, performans ödüllerimiz olsun, belgelerimiz olsun; sonra performans düşüklüğü! Bizim performansımız çok iyiydi. Sessiz sedasız mülayim insanlardık. Ama ne zaman “Biz insanız, geçinemiyoruz!” diyerek ses çıkarmaya başladık, işte o zaman -her ne hikmetse- bizim performansımız düştü.
Bugüne kadar performansı yüksek olan işçilerin performansı birdenbire düşük oluyor. “Sendikadan dolayı işten çıkardık, taşeron sistemiyle çalıştıracağız.” diyemiyorlar tabi.
Onların dedikleri şuydu: “Biz sendikadan değil, performans düşüklüğünden dolayı çıkardık. Sağlığa odaklanmak için bir bölümü tamamen kapattık.” Biz işçiler, böyle olmadığını zaten biliyoruz. Taşeron sistemi getirerek sağlığa odaklanacaklarını söylüyorlar. Bu kocaman bir yalan! Utanmadan bizi taşerona çağırmaktan da geri kalmadılar. Taşeron demek kölelik demektir. Güvencesiz iş ortamı ve hiçbir geleceğinin olmaması demektir.
Direnişin başladığı günlere dönecek olursak; işten çıkarılmalar işçi arkadaşların üzerinde nasıl bir etki yarattı? Direnişe başlama kararını nasıl aldınız?
Bize hiçbir yazılı belge ile bildirim yapmadılar, bir şey söylemediler. O gün işe başlayacak olan arkadaşlar sabahtan geliyor. “Hepiniz dışarı çıkın” diyorlar, “İşten çıkarıldınız”. Gece çalışan arkadaşlara da bir şey söylemiyorlar, çalıştırıyorlar. Sabah söylüyorlar onlara da işten çıkarıldıklarını. Herkes şok içinde tabi, şaşırmış kalmış. Ama sendikalaşmaya başladığımız zaman, bazı şeyleri göze almıştık, bunu tahmin edebiliyorduk. Yani en azından 5- 10 kişiyi çıkarırlar diye düşünüyorduk. Bu kadar çok işçiyi birdenbire çıkarmaları şaşırttı bizi. Hiç haber verilmeden, insanlar birdenbire kış günü sokak ortasına bırakılıyor. Bu kesinlikle işçiyi insan yerine koymadan yapılmış bir şeydir. “Haklarınızı verdik” dediler ama bizim maaşlarımız çok düşük olduğu için bu verilmiş tazminatlar yaşam koşulları düşünülürse hiçbir şey. Çünkü herkesin kredi borcu var. Herkesin kiraları almış başını gidiyor. Kentsel dönüşüm yüzünden zaten kiralık ev de bulunamıyor. Bu sebeplerle insanlar mücadele etmeleri gerektiğini biliyorlardı.
Öte yandan, buradaki arkadaşların daha önce böyle örgütlü bir deneyimi olmamış. Yani bir işleri olduğu için yıllarca şükredip çalışmışlar. Ta ki bardak taşana kadar. “Yeter” diyecek bir duruma gelene kadar. Sorun bir kişinin değil, herkesin sorunu. Herkes geçinememekten şikayetçi, ama kimse bir şey yapmıyordu. Böyle bir direniş olduğu zaman, herkes sorunlarını konuşmaya başlıyor. Çözüm yollarını konuştuk; mücadele etmemiz gerektiğini konuştuk, birlikteliğin önemini konuştuk. Başka çaremiz yoktu. İşçi sınıfı gerçekten birlik olmadığı sürece, mücadele etmediği sürece, hiç bir şey kazanamaz. Benim sürekli kullandığım bir lafım var; bize hiç bir şey teneke tepside sunulmuyor. O yüzden mücadele etmemiz gerekiyor. Direnişimizi basın açıklaması yaparak başlattık. Sendikamız ile beraber çadır kurma kararı aldık.
Biraz da buradaki direniş ortamına dair konuşalım, direniş çadırında yaşam nasıl sürüyor?
Çadırımız 7/24 açık. Geceleri haftanın 6 günü erkek arkadaşlarımız nöbetleşe kalıyorlar, haftanın bir günü de biz kadınlar olarak kalıyoruz. İmkanları ölçüsünde herkes gelmeye çalışıyor. Bazısının çocukları oluyor, bir işi çıkmış oluyor. Böyle durumlarda bazen fire verebiliyoruz ama herkes burada olmaya çalışıyor.
Tabi direnişçi işçiler arasında çocuğu olanlar var; hasta olanlar var.
Evet. Dört tane eşi de direnişte olan arkadaşımız var. Bir tane bebeği olan arkadaşımız var. Kanser hastası olan arkadaşlarımız var. Ama kimse burayı bırakıp da gitmiyor. Eskiden böyle bir durumda negatif bakan insanlar, şimdi diyorlar ki “gerçekten haklılarmış”. Mücadele etmeden hiçbir şeyin olmayacağının farkına vardırdı bu direniş.
Peki ileriye dair herhangi bir eylem etkinlik düşünüyor musunuz?
Yani bunu hafta sonları sendika ile beraber yaptığımız toplantılarda karar alıyoruz. Bir hafta sonra neler olacağını orada konuşuyoruz. Geçtiğimiz günlerde uluslararası bir dayanışma kampanyası ile 30 bine yakın imza topladık. Bunu rektöre ilettik, değerlendireceğini söyledi ama henüz cevap almadık.
Diğer hastanelerden işçilerin ve Maltepe halkının direnişe yaklaşımı nasıl?
Şu ana kadar en büyük destekçimiz Maltepe halkı zaten. Farklı kurumlar, siyasi partiler, çok sayıda destek geliyor. Bence buna destek de dememek gerekiyor. Herkesin bu direnişi sahiplenmesi gerekiyor.
Çünkü bugün bizim başımızda, yarın herkesin başında. Biz kazanırsak, yarın herkes kazanmış olacak. Öte yandan Maltepe Forumu bizimle birlikte. Yemeğimiz Maltepe Belediyesi tarafından karşılanıyor. Halk destek için ziyarete geldiğinde, mutlaka eli dolu geliyor. Sizin arkadaşların yaptığı gibi. Destek, dayanışma oldukça fazla.
Merhaba, biraz da sizi tanıyalım. Siz ne gibi sorunlarla karşılaştınız? İşten çıkarılma sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sevcan Şahin: Ben Sevcan Şahin. Maltepe Üniversitesi Hastanesi’nde hasta bakım personeliydim. Hasta bakıcı olarak işe başladım ama bütün işleri yaptırıyorlardı. Çünkü gecede iki kadın personeldik biz. Arkadaşımın dediği gibi, kadın doğum ile buraya bakıyorduk. Acilde hasta bekliyor mesela. Bakım gerekiyor yapıyorsun, kattan çağırıyorlar gidiyorsun, temizliğini yapıyorsun. Ek personel istiyoruz dediğimizde “Gecede ne işiniz var?”, “İşinize geliyorsa çalışın, gelmiyorsa kapı orada, buyrun.” diyorlar. Sonra sendikalı olduk, bu yüzden işten çıkarıldık.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı ?
Şehriban Kaya: Şunu bir kez daha söylemek istiyorum. İşçi sınıfının birlik olması çok önemli, özellikle bu dönemlerde. Emeğinin gücünün farkına varmalı, tek çare bu. İnsan olarak yaşamak istiyorsak, çocuklarımıza onurlu bir yaşam bırakmak istiyorsak, örgütlenmek direnmek gerekiyor. Nasıl ki patronlar paralarının gücünü biliyorlarsa, biz işçiler de emeğimizin gücünü bilmeliyiz.
Çünkü emek olmazsa, sermaye bir hiçtir. Bir de o sermayede bizim de payımızın olduğunu bilmemiz gerekiyor ve bunu işçilerin kendilerinin görmesi gerekiyor. Kimseden beklemeden, istemeden. Çünkü bizim hakkımızı başkası vermeyecek; biz alacağız.
Meydan Gazetesi olarak röportaj için teşekkür ederiz. Sınıf dayanışması adına daima yanınızda olacağız.
Biz teşekkür ederiz buraya geldiğiniz için. Bizi, bu direnişi sahiplendiğiniz için teşekkür ederiz.
Röportaj: Serhat Yaşar & Dilan Yaman
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.