Barış İçin Kadın Girişimi’nin #BARIŞA1000KADIN çağrısıyla “Devletlerin yarattığı savaşa rağmen, ölümden değil yaşamdan yanayız!” demek için, 31 Ocak’ta İstanbul Kadıköy İskele Meydanı’nda bir oturma eylemi gerçekleştirildi. Barış için 1000 kadının 6 Şubat’ta Diyarbakır’a barış nöbetine gideceği duyuruldu. Son süreçte İstanbul’da, Diyarbakır’da, Ankara’da, Antalya’da; farklı farklı birçok il ve ilçede bu minvalde eylemler yapıldı.
Kadınlar sokaklara çıkıyor; çünkü yaşadığımız toprakların dört bir yanında kadın katliamları sürüyor. Kadınlar barışı haykırıyor; çünkü devlet, savaşını yükselttikçe yükseltiyor. Çünkü kimi zaman bir akşam yemek yapmadığımız için, eve geç gittiğimiz için, yaşamı savunduğumuz, özgürlük için mücadele ettiğimiz ve katil polise direndiğimiz için; çoğu zamansa -bir sebebe bile ihtiyaç duyulmadan- sadece var olduğumuz için yok ediliyoruz, katlediliyoruz “erk”ek-devlet tarafından.
Halbuki biz kadınlar, yaşamı var eden, yaşamı yaratanlarız. Daima yaşamdan yanayız. Ve bunu, iddia edilenin aksine pasif, edilgen bir nesne olarak değil; yaşamdan yana direngen birer özne olarak gerçekleştiririz. Binlerce yıllık kavgamız, yaşamı yok etmeye çalışanlara karşıdır.
Devlet Katliamdan, Kadın Yaşamdan Yana
Devlet, sınırlar çizer kendisine. Çizdiği bu yapay sınırların içinde kalan topraklara “anavatan” der. Sınırlarını korumak için, “sözde iç ve dış düşmanlar” yaratır; bu bahaneyle de savaşlar… Kanla beslenir, gelişir devlet ve katliamlarla büyür. Çıkardığı savaşlarla bir toprak parçasında kardeşçe yaşayanları ayrıştırır önce, sonra böler, parçalar. Kardeşi kardeşe kırdırır, sahte düşmanlar yaratır.
Bir toprak parçasında yaşamın uyumuyla, paylaşma ve dayanışmayla bir arada duranlara unutturur devlet, öz değerlerini. Sahte düşmanlar yaratarak değersizleştirir, hiçleştirir bu uyumu; yani yaşamı. Devlet sahtedir, vicdanı yoktur, özgürlük tanımaz. Ya öz değerlerinden kopararak sahteleştirir ya da değerlerini sahiplenip yaşama sarılanlara saldırır her defasında.
Sınırları bıçak kadar keskindir devletin. Yoksunlaştırılıp yoksullaştırılarak yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan ve yeni bir yaşam kurabilme umuduyla sınırları aşanları “Dur ihtarına uymadılar.”, “Sınırdan geçmek yasak” diyerek katleder. 9 kişilik bir deniz botuna 28 kişiyi bindirerek boğan, bir köyü yakarak ocaklar söndüren, duvarlar örerek, tel örgüler çekerek halkları ayrıştıran, hapishanelerle yaşamı sınırlayarak özgürlükten koparan devlettir.
Devletin sınırları bundan ibaret değildir, yaşamlara da sınırlar koyar. “Benim sınırlarımın içinde yaşayacaksan, bana uyacaksın.” der her defasında yeni sınırlar koyar.
Katliamlarını meşrulaştırmak için sokağa çıkma yasakları ilan eder, evlere bombalar yağdırır. Bu bombalarla yaralanan 87 günlük bebeği beyaz bayraklarla hastaneye götürmeye çalışanlara ateş açar, mahalle arasında yürüyen kadını uçak savarla başından vurur, kapısının önüne çıkan hamile kadını tarar ve kadının bedeninden onlarca mermi çıkar, bazı kadınlar katledilen çocuklarının bedenlerini çürüyüp kokmasın diye derin dondurucuda ya da poşet poşet buzla saklamaya mecbur bırakılır. Bazılarıysa komşusundan evine dönerken sokak ortasında katledilir, cansız bedeni 7 gün boyunca -saldırılar yüzünden- vurulduğu yerde kalır. Çünkü bu kadınlar, sınırları aşmıştır.
Biz kadınlar devletin savaşına, yaşamı yok etmeye çalışan herkese ve her şeye karşı direnmeyi sürdüreceğiz.
Çünkü biz;
Yaşamaktan ve yaşatmaktan yanayız.
Çünkü biz;
Yaşamdan yanayız.
Yaşam var oldukça, biz de var olacağız.
Nergis Şen
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.