Bir gariptir devletlerin hikayeleri. Aynı iktidar temellerinden oluşmuş aynı yöntemlerle kabul ettirirmeye çalışırlar iktidarlarını.
Mesela işgal ederler halkların yaşam alanlarını. Çerokiler, Çikasovlar, Çoktavlar, Krikler ve Seminoleler gibi kabilelerin yaşam alanlarını gasp ederek bu yaşam alanı üzerine kurulan ABD gibi veya Keltlilerin yaşam alanlarından biri olan İrlanda’yı işgal eden Roma İmparatorluğu ve İngiltere devletleri gibi.
Katliamlar yaparlar mesela. 1794’te Varşova’da 20.000 Polonyalı’yı katleden Rus devleti gibi; 1838’de 300 Aborjin yerlisini katleden Avustralya devleti gibi; Aralık 1937’de 26.000 Nanking’liyi katleden Japonya devleti gibi.
Soykırım vardır devletlerin yöntemlerinde. 1920-30 yılları arasında Nordik ırkının arılığını korumak gibi bir safsata yüzünden Tater(Göçer) kadınlarını zorla kısırlaştırmış, insülin ve elektroşok yöntemleri ile soykırım yapmıştır Norveç devleti. Almanya devleti Büyük Alman İmparatorluğu’nu kurmak ve mükemmel Alman ırkını yaratmak safsatalarına sığınmış ve farklı etnik kökenden 21 milyon insanı topluca kurşuna dizmiş, toplama kamplarında, fırınlarda yakmış, gaz odalarında zehirlemiştir.
Bizim coğrafyamızda kurulan devletlerin de tarihinde vardır işgal, katliam, soykırım. Ama buralarda bir başkadır adı sanı her şeyin. Üçünü de içinde barındıran bir yöntem vardır mesela: TEHCİR. Tehcir, Osmanlı’dan bu yana Anadolu, Mezopotamya ve Ortadoğu’da uygulanır. Hicret’ten gelir tehcir. Hani şu Müslümanların İslam yok olmasın diye Kureyş kabilesinin zulmüne karşı Mekke’den Medine’ye kısa süreliğine göç ettikleri hicret.
Osmanlı İmparatorluğu devleti, tehciri kutsal kitaba dayandırır, Hicret’i anlatan Haşr süresine. İroni midir intikam mıdır bilinmez ama bu kutsal kitaba dayanarak hakimiyeti altındaki coğrafyalarda halklara dayatmıştır tehciri. Türk alevisi Dedeşeli Oymağı’ndan tutalım da Ermenilere kadar uygulanmıştır. Sırf güçlerini göstermek için Karamanoğulları Türklerini Sudan’a Mısır’a ve İran’a diyerek tehcir etmiştir Osmanlı. Bu tehciler ile halkların yaşam alanları, devletin hakimiyet alanı olmuş; tehcire maruz kalan insanların büyük bir kısmı ya yol ve hava şartları ya da tehciri uygulayan devlet görevlilerinin yanlış uygulamaları gibi bahanelere sığınılarak katledilmiştir. Tehcire rağmen yaşamayı sürdürebilenler ise farklı bir etnik köken, farklı bir din, farklı bir mezhep tarafından en iyi ihtimalle asimilasyona uğratılmış; soykırıma maruz kalmıştır.
Kuruluşundan bugüne Türkiye Cumhuriyeti devleti ise coğrafyamızda yaşanan tehcirleri asla kabul etmemiştir. Hatta tehciri kelime olarak dahi kullanmamış, kullandırtmamıştır. Yeri geldiğinde zorunlu göç, yeri geldiğinde etnik temizlik, yeri geldiğinde Türkleştirme. Evet, TC devletinin tehcir uygulamaları vardır ve coğrafyamızda yaşayan Lazlar, Çerkesler,Ermeniler defalarca tehcire maruz kalmıştır.Kürtler ise bugün hala daha tehciri en yalın haliyle yaşıyor.
Bugün Kürdistan coğrafyasının kuzeyinde, il il, ilçe ilçe, mahalle mahalle bir savaş yürütülüyor. Bu savaş, anlatılan tarihin savaşları gibi, devletler arası bir savaş değil; TC devleti ile Kürt halkı arasında bir savaştır. Devletin, on yıllarca savaşarak bitiremediği Kürtlerin, bir kez daha savaşarak ezilmek istendiği bir savaş. Bu savaşta her türlü yolu denemeye başlayan TC devleti, son olarak bir tehcir hazırlığı içerisine girmiş bulunuyor. Amed’den Cizir’e evlerini bombalayararak talan ettiği, cenazelerini günlerce sokaklarda bekleterek öfke kustuğu Kürt halkını şimdi de kendi coğrafyasından göç ettirmeyi planlıyor. Amed Sur halkı için “Nitelikli Kentsel Dönüşüm”, “ Terör Master Planı” adını verdikleri projeleri ile daha önce 90’lı yılların köy yakmalarında kullandığı yöntemleri ve daha fazlasını kullanıyor.
Ancak artık ne 90’lı yıllardayız ne de tehcir ile korkuttukları halklara “Sizi Rakka’ya süreriz” diyen Osmanlı İmparatorluğu’nda. Bugün kendini Osmanlı’nın torunu ilan edenler meraklanmasın, Kürt halkı yürüyor..yürüyor. Bir iki güne kadar Rakka’ya, ordan doğrudan Ankara’ya!
Halil Çelik
[email protected]
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.