Devlet, savaşları bir hukuka dayandırır. Ne zaman çıkacağı da, kimleri hedefleyeceği de, ne yapılmaya izin verileceği de bu yasalara dayanır. Savaşa ne zaman başvurulabilir? Her zaman. Savaşta neye izin vardır? Her şeye.
Adorno, bilmek lanetlenmektir diyor. Devletlerin savaşında olabilecekleri bilmekten daha büyük lanet var mı? Evet, o savaşa tanıklık etmek, belgelemek; o savaşın yok ettikleri arasında olmak; o savaşı durdurmaya çalışmak…
Seymour Hersh, The New Yorker isimli dergide çalışan bir gazeteciydi. 1969 yılında, ABD ordusunun 1968’in 16 Mart’ında Vietnam/ My Lai’de yaptığı katliamı belgeledi. Lanetlendi.
“İnsan, hayvan, canlı kimi buldularsa onları yok ettiler. Yaralıları süngülemek, kadınların ırzına geçmek, insanların çocuklarını saklamaya çalıştığı barakalara el bombası atmak, 100’den fazla insanı bir hendeğe doldurup taramak gibi caniyane işler yaptılar. Dört saat süren katliamın sonunda tam 504 insan öldürdüler. Öldürdükleri, kadınlar ve çocuklardı. Ve çok yaşlı erkekler…”
İlk devlet refleksi, böyle bir durumun yaşanmadığıydı. Hersh, yalnızca bu yalanlamayla karşı karşıya kalmadı normal olarak. Dönemin milliyetçi-militarist yaftalamalarından kendine payına düşeni aldı. Katliamın ortaya çıkması savaşın seyrini değiştirdi. My Lai Katliamı’ndan sonra ABD’de savaş karşıtı hareket ivme kazandı.
Bu kez yine 16 Mart’tı, ama yirmi yıl geçmişti üstünden My Lai’ın. Irak devletinin ordusuna bağlı sekiz uçak, Halepçe’yi bombardımana tuttu. Bombardıman çok uzun sürmedi. Zehirli gaz taşıyan bombalar kısa sürede yaklaşık 5000 Kürt’ün ölümüne yol açtı.
Gazeteciler Halepçe’ye 2 gün sonra ulaştıklarında, sokakları insan bedenleriyle dolu bir şehirle karşılaştılar.
“Şehrin dışındaki boş tarlalarda ise, toplu halde ölmüş yüzlerce insan vardı. Uzaktan bakıldığında, sanki tarlalarda ot yerine insan bedenleri biçilmişti. Bu açık hava mezarlığında, yine kadın ve çocuklar çoğunluktaydı. Hepsi birbirlerine sokulmuş, korkunç ölüme teslim olmuşlardı.” diyordu Ramazan Öztürk.
Ramazan Öztürk’ün fotoğrafladığı kucağında bebeği ile zehirlenmiş olarak yatan baba sadece onu değil, fotoğrafı gören herkesi lanetledi. Sessiz Tanık diye isimlendirdi fotoğrafını.
Sonra yine 16 Mart’tı. 2003 yılında İkinci İntifada devam etmekteyken, Gazze’de bir başka katliamın politikası olan Filistinlilerin evlerinin yıkılmasını engellemek isterken Uluslararası Dayanışma Örgütü üyesi Rachel Corrie İsrail devletince katledildi.
Filistin’deyken tanıştığı dostu eczacı Samir Nasrallah’ın ailesinin evini yıkmaya çalışan İsrail buldozerinin karşısında duruyordu. Duruyordu, çünkü biliyordu. Lanetlenmişti. Buldozer tarafından iki kez çiğnenmesi sonucu kafatası kırıldı, kaburgaları parçalandı ve akciğerleri delindi.
Bu sene 16 Mart geçti. Bütün bunları bilmek bizi de lanetler, değil mi? 2016’da yanı başımızda bir katliam sürerken… Öyle bir lanet ki bu; Kürdistan’ı “vahşet bodrumu”na çevirdi.
Adorno bilmek lanetlenmektir, diyor ya. Lanetliyiz, biz de.
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesİ’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.