2013’ün sonlarında gerçekleştirilen ve uzun süre coğrafyamızın politik gündeminde ağırlığını koruyan 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları’nın kilit ismi Rıza Sarraf, ABD’de tutuklandı. Kara para aklama, banka sahtekarlığı ve dolandırıcılıkla, ABD’nin İran’a yaptırımlarını delmekle suçlanan Sarraf’ın, 75 yıl hapsi isteniyor. ABD’deki tutuklamanın, Sarraf’ın İran’daki ortağı olduğu söylenen ve itiraflarında TC bakanlarına 137 milyon TL rüşvet verdiğini söyleyen Babek Zencani’nin İran devletince benzer suçlamalarla idam cezasına çarptırılmasıyla aynı dönemlere rastlaması ilginç. Ancak bunun “sıradan bir tesadüf” olup olmadığını anlamak için biraz gerilere gitmekte fayda var.
İran-ABD Arasında Ambargo Dönemi
İran’da 1979 yılında İslami yönetimin başa gelmesiyle, ABD ile diplomatik ilişkiler dondurulmuştu. 1980’de ABD’nin başlattığı askeri ve ekonomik yaptırımları içeren ambargo, 2004’te gevşetilmiş, ancak 2005’te sertlik yanlısı Ahmedinejad’ın İran’ın nükleer programını aktive edeceğini açıklamasıyla tekrar ağırlaştırılmıştı. Sarraf ve Zencani benzeri isimler, işte tam da bu dönemde İran’ın uygulamaya soktuğu ambargoyu delme politikalarıyla “sistemde” yer buldular. Zira ABD öncülüğünde uygulanan ambargo, 2005 sonrası, neredeyse tamamen ekonomik yaptırımları içeriyordu.
Ambargo Nasıl Delindi?
ABD ve AB’nin ticari ambargoları nedeniyle küresel döviz transfer sistemi SWIFT’in İran’a kapatılmasıyla İran, para transferi yapamama tehlikesiyle karşılaştı. Bu sistemi delmek amacıyla Rıza Sarraf tarafından Çin ve Dubai’de paravan şirketler kuruldu. Şirketlerin hesaplarına yatırılan para altına çevrildi. Sistemin tam bu bölümünde ise devreye TC devleti ve onun enerji politikaları giriyordu. İran’dan alınan petrol ve doğalgaz nakit olarak ödenemediğinden, 17-25 Aralık sürecinden de aşina olduğumuz Halkbank’ta altın hesapları açılıyordu. Küresel piyasalardaki hesaplarda biriken altın önce Türkiye’ye, ardından İran’a aktarılıyordu. Tüm bu hesap hareketliliğinden haberdar olan ABD ise İran’a, Temmuz 2013’te, altın ihracatını da yasakladı.
Ambargodan Nemalananlar
Tüm bu nakit para ve altın trafiğinde TC devleti, özellikle devlet bankası Halkbank aracılığıyla, ciddi bir ekonomik hareketliliğe girdi. İran’a 3 yıl içinde yapılan 8 milyar dolarlık altın ihracatı ve bankalardaki 13 milyar dolarlık altın birikimi, “kurulan sistemin” TC ekonomisinde gözlemlenen etkileriydi. Üstelik İran’a doğal gaz-petrol borcunu Halkbank üzerinden ödemek isteyen Hindistan gibi devletlerin varlığı bankanın küresel finans sistemindeki değerini artırıcı etkendi. Sarraf’ın 17 Aralık sonrası katıldığı bir programda bahsettiği “cari açığın düşürülmesi” bu yolla gerçekleşti. Bu yolla oluşan 100 milyarca dolarlık kayıt dışı ekonominin ise Suriye başta olmak üzere bölgede savaşan cihatçı örgütlere de “değdiğini” söylemek gerek.
Diğer tarafta İran’da, ambargonun yarattığı bu karaborsadan en çok yararlanan kurum, İran Devrim Muhafızları Ordusuydu. İsmindeki askeri kurum ibaresinden çok dev bir holding olarak düşünebileceğimiz İDMO, yıllık 12 milyar dolarlık cirolara sahip şirketleri bünyesinde barındırıyor. Bunların önemli kısmı enerji yatırımları yapıyor. İDMO bağlantılı, İran’ın en büyük inşaat ve enerji şirketi olan Mapna’nın Türkiye’de bağlantılı olduğu birçok şirket var. Bunlardan biri de iktidara yakın Som Petrol adlı şirket. Söz konusu şirkete Aralık 2013’te devlet tarafından TC tarihinin en büyük ihalesi verildi. 11.5 milyar TL’lik ihaleyle İran doğalgazının TC toprakları üzerinden Avrupa’ya transferi sağlanacaktı.
Sistemin Sonu
İran ve TC’nin, Sarraf ve Zencani gibiler üzerinden, “kazan-kazan” politikası üzerine kurulu “sistem”, İran’da Amedinejad yönetiminin değişmesiyle sonlanma sürecine girdi. Batı’yla ilişkileri normalleştirerek entegre olma politikası izleyen Ruhani yönetimi ile İran üzerindeki ambargolar kalkmaya başladı. Sertlik yanlısı yönetimlere, ambargolara karşı “ekonomik cihat” mektupları gönderen Sarrafların “kullanışlılığı da” gereksizleşti.
Ambargonun delindiği tüm süreçte, ekonomisindeki 100 milyar dolarlık açığın TC-İran eksenindeki bu para hareketiyle oluştuğunu bilen ABD’nin bu nedenle TC’den hesap sorma isteğinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Zarrab davası savcısının tutuklamalarla ilgili yaptığı basın toplantısı esnasında Adalet Bakan Yardımcısını yanında bulundurması, bu anlamda, ABD yönetiminin davaya açık destek vermesi şeklinde yorumlanabilir.
Değerli Değil, “Ricacı” Yalnız
İran tarafından yakalandığı takdirde Zencani benzeri bir ceza alması muhtemel Sarraf’ın belli itiraflar karşılığında ceza almadan ABD’de yargılanmayı seçip seçmediği, şimdilik soru işareti. İhtimaller arasında olan bir diğer konu ise Sarraf’ın bağlantıları ve ambargonun delinmesindeki rolüyle TC’ye olan kızgınlık nedeniyle, soruşturmanın TC’ye sıçrayabileceği.
Tüm bu ihtimaller dışında gerçeklere gelecek olduğumuzda, İran’ın sertlik yanlısı tutumundan vazgeçerek Batı’yla yakınlaşma politikası ile ortaya çıkan yeni tablonun müstakbel kaybedeni TC olacak gibi görünüyor. Rusya krizi ve IŞİD bombalarıyla daha da kırılganlaşan TC’nin ekonomisindeki açmazlarını da Erdoğan’ın ABD ziyaretindeki bazı hamlelerinde okumak mümkün. ABD ve AB’li patronlara yaptığı konuşmada, Türkiye ile ticareti artırma çağrıları yapan Erdoğan’ın ABD-AB arasında müzakere edilen “Transatlantik Ticaret Yatırım Anlaşmasına” kendilerinin de dahil edilme isteği/ricası bu yeni tabloda belki de TC’nin, Batı’dan devamı gelmesi muhtemel ekonomik yatırım beklentilerinin ilki. Sarraflarla kurdukları “sistemle” dışarda ABD’nin devasa parasal gücüne fütursuzca “başkaldıran”, içerde ise yolsuzluklarla yaşamları çalanlar; bedeli şimdilik bu “ricalarla” ödüyorlar.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.