Hepimiz biliyoruz ki tarihteki önemli siyasi dönüşümlerin, ekonomik ve sosyal alanlarda muhakkak bir iz düşümü olur, keza bunun tersi için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu dönemlerde devletlerin izlediği siyasetlerin ışığında sermaye el değiştirir; kültüre müdahale edilir; yeni dönemin yeni insanları ve yeni araçları, yeni argümanlar doğrultusunda yeniden üretilir.
Devletli tarih, bu “yeniden üretimlerin” bir tekrarı gibidir. Hitler Almanya’da iktidara geldikten hemen sonra zengin fakir demeden tüm yahudilerin ve diğer ötekilerin mallarına el koyup, “Sermayeyi Almanlaştırma” hamlesine girişmiştir. Buradaki amaç açıktır; yeni değerlerle kurulan yeni sistemin zenginleri ya o değerleri benimseyen eskinin zenginleri olacaktır ya da eskinin zenginleri varlıklarını yeni zenginlere bırakarak ortadan kaybolacaktır. Aksi takdirde, bir devletin en yakın dostu olan bir zenginin bile, kırılgan ve genç bir devleti-düşünceyi alaşağı etme ihtimali vardır.
Biz Bu Hikayeyi Bir Yerlerden Hatırlıyoruz Ama…
Sanırım hikaye bir yerlerden tanıdık geliyor. Hatta, bu hikaye yaşadığımız coğrafyada birden fazla yerden tanıdık geliyor. İsterseniz en güncel olandan başlayalım. Devletin 17 Aralık ile başlayıp, 15 Temmuz’da doruk noktasına ulaşan cemaat kavgası ve sonrasında yaşananlar bunun için önemli bir örnek oluşturuyor. Özellikle OHAL sürecinin başından bu yana, cemaat ile – sadece cemaat değil, Yeni Türkiye’nin geleceğine gölge düşürebilecek olası tüm tehditler ile – en ufak bir ilişkisi tespit edilen tüm büyük şirketlere birer birer kayyum atanması ve bunların zaman içinde iktidara daha yakın sermaye gruplarına aktarılıyor olması, bunun bir göstergesi. Tabii ki bu kayyumlarla sınırlı değil. AKP, iktidara geldikten sonra, mantar gibi bitiveren birçok sermaye grubu ve kişi de vardır. Bu dönemde, zenginleşen Cengiz İnşaat, Limak Grup, Kolin Grubu, Çalık Holding, Sancak Grubu ve Torunlar Grup gibi şirketlerin veya bunların patronlarının isminin 2000’li yıllardan önce ne kadar bilinir olup olmadığına bakarsak, burada söylenmek istenen daha iyi anlaşılabilir.
Türk Sermayesinin İnşası
Bütün bunların haricinde, Kürdistan’daki belediyelere kayyum atanması, üniversitelerden ve kamu kurumlarından yapılan “temizlik” de bu değişimin sosyal, kültürel ve etnik ayağını oluşturur.
İşte yazının başında bahsettiğimiz “çökme”, tıpkı irili ufaklı mafyaların ve kabadayıların çeşitli mekanlara çökmesi gibi, devletin ve onun başındakilerin çıkar çatışması içerisindeki güç gruplarına çökmesidir. Bütün bunlarla beraber, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu çökme politikaları ne ilk ne de son olacaktır. Bugünkü, iktidar bu politikayı Osmanlı’dan ve T.C’nin kurucu unsurlarından almıştır.
TC Devleti’nin kurucu unsuru olan İttihat ve Terakki Partisi, 1915 yılında yayımladığı “Harb ve Olağanüstü Siyasi Durum Sebebiyle Başka Yerlere Gönderilen Ermenilere Ait Mülk ve Arâzînin İdâre Şekli Hakkında Talimât-nâme” ile katledilen ve sürgüne gönderilen Ermeniler’in mallarına el koymuştu. Bir başka benzer “çökme” hikayesi de, Kürtlere uygulanmıştı. 1924 yılında Şeyh Sait İsyanı’nın kanla bastırılmasından sonra çıkarılan “Takriri Sükun Kanunu”, bir nevi OHAL ilan ederken; sonrasında hazırlanan “Şark Islahat Planı Kararnamesi”nin beşinci maddesinde mallara el koyma ve söz konusu malların satılmasını engelleme gibi birçok ekonomik yaptırım uygulanmıştır.
TC’nin inşasının en büyük hamlesi ise “Varlık Vergisi” kanunudur. Bir defaya mahsus uygulanacağı söylenen kanun, bir defada neredeyse zengin fakir ayırt etmeksizin, tüm gayrimüslimleri bu topraklardan silmeye yetmiştir.
11 Kasım 1942’de, yani Şükrü Saraçoğlu hükümeti kurduktan birkaç ay sonra, devlet, “savaş koşullarında çok yüksek karlar elde edenlere karşı bir mücadele başlatıyoruz” sloganıyla “Varlık Vergisi”ni meclisten geçirdi. Fakat önceki dönemde toplum olacaklara hazırlanarak, uygun koşullar yaratıldı. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu gayrimüslimleri işaret ederek “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır” açıklamasında bulundu.
Varlık vergisiyle birlikte dönemin ana akım yayın organları, daha 5 ay öncesinden “algı operasyon”larına başladı: “Vurgunculara ders olsun. İzmir’de bir Yahudi 5 sene hapse mahkûm oldu.” (Tasvir-i Efkâr, 1 Temmuz 1942), “Mal saklayan tacirler, iki Yahudi ticarethanesi sahipleri milli korunma mahkemesine verildi.” (Cumhuriyet, 14 Ağustos 1942), “Kiraların artmasına Yahudiler sebep olmuş.” (Tasvir-i Efkâr, 8 Ekim 1942)
Bu koşullar altında uygulanmaya başlanan varlık vergisi, sözde gayrimüslimleri kapsamıyordu ama raporda yazılanlar ve uygulamalar öyle söylemiyordu:“…M grubu (Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) yüzde 12.5’ini; G grubu (gayrimüslimler) yüzde 50’sini; D grubu (dönmeler) yüzde 25’ini; E grubu (ecnebiler) yüzde 12.5’ini ödemekle yükümlüydü. Çiftçiler de yüzde 5’ini ödeyecekler..”
Üstüne üstlük, bu yasa sadece zengin gayrimüslimleri kapsamıyor, küçük esnaf olan gayrimüslimlerin de ödeyemeyecekleri faturalar çıkarılıyordu. Varlık vergisinin bu topraklara faturası ağır oldu; vergiyi ödeyebilenler ödedi; ödeyemeyenlerse çalışma kamplarına gönderildi. Birçok kişi intihar etti ya da çalışma kamplarında yaşamını yitirdi. Geriye kalanlarsa coğrafyayı terk etmek zorunda kaldı. Varlık vergisinin ardından kalan ise yepyeni bir Türkiye ve “Türk Burjuvazisi” oldu.
Dün Türkçü ve Laik, Bugün Yine Türkçü Ama İslamcı
Aslına bakılırsa durum bugün de pek farklı değil. Devlet elinde kocaman bir torbayla sermayedarların ve kapitalistlerin kapısını çalıyor; kapıyı açan kurtulurken, kapıyı açmayan torbanın dibini boyluyor. FETÖ’cü, laik, liberal hiç fark etmiyor; minareyi çalan kılıfını hazırlıyor.
Tarih değişiyor; iktidarlar, elitler ve onların ideolojileri değişiyor fakat uygulamalar aynı kalıyor. Dün Eminönü’ndeki bir peynirci dükkanına sermayeyi Türkleştirmek adına çöken devlet, bugün Fatih’teki bir ekmek fırınına “FETÖcü” diye el koyabiliyor. Dünün Türkçü, laik cumhuriyetçi zenginleri, bugünün yine Türkçü ama bu sefer İslamcı, muhafazakar zenginlerine dönüşüyor.
Yani sözün özü, bugünkü iktidar da T.C’nin 90 yıllık çökme politikasını sürdürüyor!