Son birkaç yıldır toplum sürekli bir seçim cenderesinde tutuluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra toplumda oluşan memnuniyetsizlik ve isyan, 2014 yılı içerisinde yerel seçimler ve hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimiyle seçim sandıklarına yönlendirildi. Her seçimden sonra, iktidar meşruiyet iddiasını biraz daha güçlendirdi. İster hükümet seçimi olsun, ister belediye isterse de cumhurbaşkanı. Seçilen seçilmişliğin verdiği meşruiyete güvenerek, toplumun kendisini seçmeyen ve kendisinden memnun olmayan kesimine “bizi istemiyorsunuz ama biz demokratik seçimler sonucunda göreve geldik, bu yüzden bize ve yürüttüğümüz politikalara saygı duyacaksınız” açıklamalarında bulundu. Muhalefet ise, yenilen pehlivan misali her seçimde daha fazla asıldı, aynı oranda da her seçimden daha ezik, daha yenik bir psikolojiyle çıktı. Nitekim MHP’nin bugün AKP’nin “milliyetçilik kolu” haline gelmesinde, aynı “bükemediğin bileği öpeceksin” anlayışının etkisi yadsınamaz.
Ancak kabul etmek gerekir ki, bu seçimler silsilesinde, 7 Haziran Genel Seçimleri ayrı bir eşikti. Büyük oranda oy kaybeden AKP, Kürdistan’a yönelik saldırılar ve katliamlarla toplumda korkuyu ve milliyetçi histeriyi büyüttü. Kürt halkına karşı, belki MHP’nin hayallerinin bile ötesinde bir yok etme politikası yürüten AKP, devşirdiği oylarla yeniden tek başına iktidar oldu. Son raddede MHP, AKP ile “evet ittifakı” kurdu, Doğu Perinçek “AKP bizim programımıza geldi, bizim yanımıza geldi memnunuz.” açıklamasında bulundu.
Tüm bu sürecin önemli bir noktası da tabii ki de 15 Temmuz’du. 15 Temmuz sonrası KHK’lar ve fiili durumlarla sınırsız güç elde eden AKP, elindeki bu gücü eski ortakları olan Gülen cemaatinin yanı sıra, bütün bir muhalefeti ezmek için kullandı. Gülencilerin tasfiyesi sonucu ordu ve polis teşkilatlarının yanı sıra, yargı da tamamen AKP’nin militanlarının denetimine geçti. Bürokrasiden bahsetmeye gerek bile yok. OHAL süresince meclis zaten işlevsiz kalmışken, HDP’nin eş başkanları dâhil milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı. HDP ve DBP’li tüm belediyelere, eş başkanları tutuklandıktan sonra AKP’li kayyumlar atandı.
İşte bu tablonun devam ettiği bir süreçte, Anayasa değişikliği için referanduma gidiliyor. Referandumdan evet çıkarsa anayasa değişmiş olacak ve “Cumhurbaşkanlığı” sistemine geçilmiş olacak. “Hayır” oyu çıkarsa mevcut sistem devam edecek.
Aslına bakılırsa, “evet” çıkarsa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden beri fiilen yürütülen ve artık kimsenin pek de itiraz etmediği partili cumhurbaşkanı ve “yok hükmünde” başbakanlık sistemi yasalaşmış olacak. “Hayır” çıkarsa fiili durum devam ettirilecek.
Hatta AKP kanadından birçok kişi hayır çıkması durumunda Anayasa değişikliğinin yani başkanlık sisteminin yine de gündemde olacağını söyledi. “Evet cephesi”, referandumdan hayır çıkması durumunda ülkede kaos olacağı tehditlerinde birçok kez açıkça savurdu zaten. Yani 7 Haziran seçimlerinden sonra olduğu gibi, AKP seçim yenilgisini kabul etmeyecek ve ne yapıp edip kendi ajandasını topluma dayatacak. Bunu da büyük ihtimalle yine devlet terörü ya da devreye sokacağı yeni bir savaş aracılığıyla yapacak.
“Evet” çıkması durumunda da pek farklı bir tabloyla karşılaşamayacağız. Sınırsız gücü elinde bulunduran mevcut iktidar, bir seçim zaferi daha elde ettiğinde, şimdiye kadar yürüttüğü tüm politikalar aklanmış, devamının gelmesi ise “meşruiyet” kazanmış olacak. Çıkacak sonuç ne olursa olsun devlet; Kürt halkına, devrimcilere, muhaliflere, kadınlara, tüm ötekilere yönelik sürdüre geldiği baskı, zulüm, kapatma, katletme politikasını devam ettirecektir. Ama “yasal başkanlık” sistemiyle, ama “fiili başkanlık” sistemiyle… Biz ezilenlerinse, her halükarda örgütlenme ve mücadele dışında başka bir seçeneği yoktur.
Referandum sonrası yaşanacakları görmek için ne medyum olmaya, ne de çok derin politik analizler yapmaya gerek var, sadece referandum çalışmalarına yönelik devlet terörü dahi, referandum sonrası nasıl bir güne uyanacağımızı görmek için yeterli. Toplumun önüne sunulan iki seçenekten biri olan “hayır” için çalışma yapan parti, örgüt ve kişilere yönelik doğrudan devlet eliyle, yani polis ve yargı eliyle gerçekleşen saldırıların yanı sıra sokakta yaşanan ve failleri korunan saldırılar, yeni dönemin dolayısıyla da referandum sonrasının da ruhunu ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir rapora göre, sadece Mart ayında hayır çalışması yapanlara yönelik 112 gözaltı, 19 saldırı, 17 engelleme gerçekleşti. Elbette bunlar sadece medyaya yansıyanlar.
Sokaklarda hayır stantlarına, afişleme ve bildiri dağıtımlarına, propaganda otobüslerine yönelik birçok saldırı gerçekleşti. Balıkesir’de bir otobüsün lastiklerini kesen kişiler hayır yazılı görselleri çizdi. Denizli’de hayır standına taşlı saldırıda 3 kişi yaralandı. Kayseri’de milletvekiline satırlı saldırı gerçekleşti. Brüksel’de evet afişlemesi yapan 3 kişi, biri kadın 3 HDP’liyi bıçakladı. Evet cephesinde yer alan MHP’nin “hayır” diyen muhalif isimleri kapalı salonlarda dahi toplantı yapamıyorlar.
Referandum çalışması kapsamında afiş asan, bildiri dağıtan, stant açan onlarca kişi gözaltına alındı. Sosyal medya paylaşımları da devletin hedefindeydi, onlarca kişi sosyal medyada yazdıkları nedeniyle gözaltına alındı, tutuklandı.
Dahası, referandumda hayır cephesinde yer alan birçok parti ve örgüte yönelik, operasyonlar gerçekleştirildi. Birçok ilde yapılan şafak operasyonlarıyla onlarca kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Erdoğan nerede miting yapacak olsa, mitingten hemen önce muhaliflere yönelik operasyonlar ve ardından tutuklamalar gerçekleşti.
Devlet, “hayır” propagandasına dahi tahammül edemiyorken seçimden çıkacak “hayır” sonucuna saygı göstereceğini düşünmek safça olacaktır. Tüm sandıklar gibi referandum sandığı da, demokrasi aldatmacasının göz boyama araçlarından biri olmaktan öteye gitmeyecektir. Sandıktan çıkacak sonuç, 17 Nisan Pazartesi gününü değiştirmeyecektir. Çünkü pazartesinin gelişi, cumartesiden bellidir.
Davut Erkan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.