Hollanda’nın, Erdoğan ve bakanların 16 Nisan referandumu için Hollanda’da yaşayan Türkiyelilere yönelik kampanya yapmasını yasaklamasından sonra Türkiye ile Hollanda arasındaki diplomatik gerilim arttı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 12 Mart’ta Rotterdam’da bir referandum mitingine katılmak istedi ancak Hollanda uçağına iniş izni vermedi. Aynı gece, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, Almanya’dan arabayla Hollanda’ya geldiğinde, işler çığırından çıktı. Rotterdam’daki Türk konsolosluğuna girmek isteyen bakanın, aracı polis tarafından çevrildi ve eskort eşliğinde Almanya’ya geri gönderildi. Buna tepki olarak, Erdoğan destekçileri, gecenin ilerleyen saatlerine kadar Hollanda polisiyle çatıştı.
Hollanda’nın kabul etmeyeceğini bilerek bakanlarını Hollanda’ya gönderen ve bu nedenle diplomatik bir gerilim amaçlayan Erdoğan’ın gerekçesi kuşkusuz referandumdu. Ancak Hollanda’nın neden gerilimi tırmandırdığına dair soru işaretleri vardı. Çavuşoğlu’nun (ve daha sonra Kaya’nın) reddedilmesi için belirtilen gerekçe, kamu güvenliğiydi, ama daha fazla açıklama getirilmedi.
Diğer yandan söz konusu gerilim yaşandığı süreçte, Hollanda’da da seçim zamanı olduğunu unutmamak gerekir. Bu durum, Hollanda tarafından gerilimin düşürülmemesini anlaşılır kılıyor. Seçimler öncesi anketlerde, Başbakan Mark Rutte’nin liberal Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi (VVD) ile Geert Wilders’ın popülist aşırı sağ Özgürlük Partisi(PVV) arasında başa baş bir yarış bekleniyordu. Rutte’nin bu diplomatik krize gerilimi artırarak yanıt vermesi seçimleri kazanmasını sağlayabilirdi. Wilders’ın ırkçı ve göçmen karşıtı düşünceleri ise zaten biliniyordu.
Hollanda ve Türkiye arasında yaşanan diplomatik krizin seçim arifesine denk gelmesi Rutte’yi de göçmen karşıtlığı ve ırkçı söylemler konusunda Wilders ile aynı dalga boyuna getirdi. Türkiye kökenli göçmenlerin Hollanda toplumuna entegrasyonu söylemleri Hollanda’da genel kabul görürken, Rutte de bu ve daha üst perdeden göçmen karşıtı söylemleri, seçmenini Wilders’e kaybetmemek için seçimler öncesi yükseltti.
15 Mart’taki seçim sonuçlarına bakıldığında stratejisinin işe yaradığı açıkça ortaya çıktı. Rutte’nin partisi seçimlerden birinci olarak çıkarken, bu sonuç son dönemde yükselişe geçen sağ-popülizmin ilk yenilgisi olarak yorumlandı.
Ama bu kutlanacak bir durum değil. Son on yılda, Wilders’ın partisi PVV büyüyerek küçük bir partiden ikinci büyük parti haline gelirken, Rutte Hollanda’yı, gizlilik haklarının azaldığı ve polisin devlet politikalarına karşı eylemleri şiddetle bastırdığı, neo-liberal bir devlet haline getirdi. Hollanda ve Türkiye devletlerinin kendi seçimleri için yarattığı ve körüklediği bu diplomatik krizden ise sağ politikacılar Erdoğan, Rutte ve Wilders yararlanırken, Hollanda’da da göçmen karşıtlığı ve ırkçılık arttı.
Dennis G.
VRIJE BOND Kolektifi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.