ABD ve TC, Truman Doktri’nin uygulamalarından -ABD’nin bölgesel devletleri kendi ekonomik ve siyasi boyunduruğu altına alma politikalarından biri olan- Marshall yardımları ile ilişkilerini her anlamda geliştirmeye başlamış iki “dost” ve “müttefik” devlet.
1948 yılında para yardımıyla başlayan bu yakın ilişki sayısız ekonomik ve siyasi anlaşma, TC’nin Kore’deki savaşa asker göndermesi ve karşılığında NATO’ya katılması, kendi topraklarını ABD’ye üs olarak kullanıma açması gibi bir sürü “olumlu” (iki devletin güncel çıkarları açısından olumlu olsa da bölge halkları açısından sömürü, zulüm, katliam anlamına gelen) gelişmeyi yaşadı.
Geçmişte TC-ABD Krizleri
“Olumlu” ilişkilerin yanı sıra geçmişte ciddi krizler de yaşayan iki devlet son dönemde birbirlerinin vatandaşlarına yönelik vize işlemlerini askıya aldı. Tabi ki çıkarlar üzerinden kurulan bu ilişkinin “olumlu” olduğu kadar pek çok meselede krize, tehditkar söylemlere, yaptırımlara ve ambargoya varan gelişmeleri de içermesi çok doğal.
Geçmişte de ABD Başkanı Johnson, 1964’te dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye TC’nin Kıbrıs’a çıkarma yapma kararına karşı olduğunu belirten sert bir mektup göndermiş ve ilişkiler gerilmişti. Bu ilk gerilimden sonra 1974’te Türkiye’de afyon ekimi yasağının ABD’nin baskılarına rağmen kaldırılması ve ardından TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyini işgal etmesi olaylarının üst üste gelmesiyle ABD, TC’ye ambargo uygulamıştı.
Irak’ın işgali dönemi de ikili ilişkilerin “olumsuz” seyir izlediği dönemlerden biridir. ABD’nin işgal sırasında TC topraklarını kullanmasına izin vermek için TBMM’ye sunulan 1 Mart Tezkeresi‟nin reddedilmesi, ABD’nin Başur’da peşmergeleri desteklemesi gibi olayların yanı sıra Temmuz 2003’te “çuval olayı” olarak hafızalarda yer eden, ABD askerlerinin Irak’taki TC askerlerini tutuklayıp sorguya çekmeleri ve askerlerin başlarına çuval geçirmeleri olayı, ilişkileri oldukça germişti.
Bu Kriz Başka Kriz
Bu iki devlet şimdilerde ise geçmişteki krizlerin nedenleri, gelişmeleri ve sonuçlarından farklı olarak pratikte karşılıklı sert açıklamalar ve misillemelere neden olan başka bir krizin içinde. İşte bu kriz, görünürde TC için, ABD’nin YPG’ye silah yardımı yapması ve cemaatin kadro isimlerini teslim etmemesi üzerinden gelişiyor.
TC’nin cemaatle ilişkisi olduğu iddiasıyla ABD’li misyoner rahip Andrew Brunson’u tutuklaması, “Al papazı, ver papazı” söylemiyle pazarlık konusu yapması ve Rusya ile S 400 füzelerini alma konusunda anlaşması ABD’nin gerilmesine neden olurken; Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ve Rıza Sarraf’ın tutuklu yargılandığı, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın iddianameye sanık olarak eklendiği dava ise TC’nin pek dillendirmediği gerilim nedenlerinden.
Gerilimi ve krizi büyüten ve karşılıklı yaptırım uygulamaya iten gelişme ise ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda çalışan Mehmet Topuz’un cemaatle bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklanması olmuştu. ABD’nin bu olaya karşı olarak TC pasaportlu kişilere vize başvurularını askıya almasının hemen ardından, TC’nin de ABD pasaportlu kişilerin vize başvurularını askıya alması resti iki devlet arasındaki en ciddi diplomatik yaptırımlar olarak ortaya çıktı. Her iki devletin karşılıklı bu misillemesi, birbirlerinin vatandaşlarını doğrudan ilgilendiren ve birbirlerinin topraklarına girmesini engelleyen bir yaptırım durumunda. Bu haliyle de diğer krizlerden bir başka konumda yer alıyor.
Kriz Bize Ne Gösteriyor?
Suriye Savaşı’nda ABD’nin YPG’ye olan tutumunun da etkili olduğu güvensizliğin son yaşananlarla somut krizlere dönüşme sürecinde diğer devletlerle kurulan ilişkileri de tartışmak gerekmektedir. Dikkat etmek gerekirse, TC, Almanya ve AB ile de gerilimlerin yaşandığı, İran ve Rusya ile yakın ilişkilerin kurulduğu bir dönemde ABD ile restleşiyor. Elbette bu kriz iki devlet arası ilişkileri bitirecek olmasa da daha önce karşılıklı olarak tercih edilmeyen yaptırımların uygulanıyor olması (güncel konular ve çıkarların da etkisiyle) her iki devlette de nev-i şahsına münsahır “başkan”ların yönetim tarzlarından kaynaklandığı gibi TC’nin (ekonomik çıkarlar için) Rusya’yla ve (ekonomik çıkar ve bölgede Kürt düşmanlığı üzerinden) İran’la daha yakın ilişkiler kurmaya başlamasının verdiği cesaretten yararlanıyor. Yani halihazırda kısa vadede AB’ye girişini gözden çıkarmış olan TC’nin ABD ile yaşadığı kriz; batıyla ilişkilerinde bir değişikliğe gidiyor olduğunu ve en azından (yeni dış politikalar ve özellikle kendi iç siyasetinde başkanlık sisteminin tam anlamıyla yerleşmesi gibi belirli politikaları gerçekleştirebilmek amacıyla stratejik anlaşmaların ortamını oluşturmak için) kısa vadede yakın müttefiği olarak Rusya ve İran’ı görüyor olduğunun göstergesi.
Fuat Çakır
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.