Toplumun büyük kesimini etkileyecek olan yeni torba yasa, yani “7061 sayılı Bazı Vergi Kanunları İle Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de yayımlandı. 124 maddeden oluşan bu torba yasanın -uzun tartışmalarla da olsa- yürürlüğe girmesinin ardından, devlet, bütçe açığının 28 milyar liralık bölümünü bu düzenlemeler ile kapatmayı planlıyor. Olan, torbaya kapatılan ve nefessiz bırakılan biz ezilenlere oluyor.
Torbanın Dibinde Ne Var?
Tek tek yasalaştırılmaya çalışıldığında infial yaratacak meseleleri torba yasalarla oldu-bitti’ye getirmeyi rutinleştiren AKP iktidarı, daha önce de “öğrenci affı” geliyor diyerek gündem ettiği torba yasayla affın yanı sıra birçok zam maddesini sorunsuz bir şekilde geçirmiş, yaşamlarımızı zorlaştıran düzenlemeler yapmıştı. Ve bu tek örnek değildi, defalarca bu yöntemi kullanmıştı.
Kurnaz bir pazarcı edasıyla tezgahın önüne parlak elmalar dizen iktidar, çürükleri tezgahın ardına saklayıp torbanın dibine çürükleri, üste bir kaç tane de sağlam elma koyuyor. “Çalışanların ücretlerinin 2017 yılının son dört ayında bin 404 liranın altına düşmemesi için ilave asgari geçim indirimi sağlanacak.” maddesinin altına bol bol zam, yepyeni vergiler, özelleştirme ve ekolojik yıkım doldurarak çevirdiği tezgahını daimi kılmaya çalışıyor. Hoş, bu öyle bir tezgahtar ki, kimilerinin sağlam elma sandığının içi de çürük çıkıyor, “1404 liranın altına düşmemek”i lütfediyor.
Şurası açık ki, devleti devlet yapan şey çıkardığı yasalar ve bu yasaları uygulama biçimidir. Toplumu daimi bir şekilde kontrol etmenin yegane aracı yasalardır. Fakat amacı insanları kontrol altında tutmak olan yasaların bile, bu yasalara mahkum edilenlere az çok mantıklı gelecek şekilde düzenlenmesi usuldendir. Devletler işin bu kısmı için düşünmüş taşınmış, hukukçular bu konu üzerine tartışmalara girmişlerdir. Ki onlara göre bile torba yasanın elle tutulur yanı yoktur. Evet, yasa toplumların üzerinde bir zor aracıdır fakat torba yasa dedikleri şey; bu zorun en çıplak, insanın zekasını en fazla aşağılayan zor aygıtı olsa gerek.
Yasaların az da olsa akla yatkın olmasını bekleyen Quintus Caecilius Metellus Nepos ve Titus Didius isimli iki Roma konsülü Lex Caecilia Didia (Caecilius ve Didius Yasası) diye bir şey bulmuşlardır: “Aynı yasa tasarısında birbiriyle yakın ilişkisi olmayan konuların yer alması yasaklanmıştır. Bu şekilde, halkın kabul edeceğine inanılan teklifler, tek başına oylanırsa reddedileceği kesin olan tekliflerle beraber aynı yasa tasarısında yer alamaz.” demişler ve Roma Hukuku’ndan bu yana kullanılan bir ilke ortaya atmışlardır.
Fakat hukuk, tarih boyunca devletlerin keyfiyeti doğrultusunda kesip biçtiği bir şey olduğu için, bu tarz kurallar da devletin ihtiyaçları doğrultusunda bazen kullanılmış bazense kullanılmamıştır. Bugün bu topraklarda bu devleti yönetenler de, her alanda sürdürdükleri keyfiyeti, bu alanda da sürdürüp torba torba yasayı elimize tutuşturmuş; bizleri evimize doğru yollamıştır. Eve gidip boş buzdolabıyla, bekleyen kiralar ve keyifsiz bir yaşamla karşılaşan bizler ise elimizdeki torbaya bakıp torbanın içinde yasalar değil de kendi yaşamlarımızı görmüşüzdür.
Başka bir açıdan bakıldığındaysa, devlet tam da bu ilkeye uygun hareket etmiştir. Çünkü ezilenlerin torbaya tıkılması ve ezenlerin önünün açılması, torba yasalardaki her bir ayrı yasanın ortak konusudur.
İktidarın el çabukluğuyla geçirdiği torba yasalara, geçtiğimiz 5 Aralık’ta bir yenisi daha eklendi. Bakalım bu torbadan ne kadar çürük, ne kadar dışı sağlam içi çürük elma çıkmış?
Bu Kez Torbadan Neler Çıktı?
5 Aralık’ta Resmi Gazete’de yayımlanan torba yasa ile; Motorlu Taşıt Vergileri, aracın niteliklerine göre yüzde 10 ile 15 zamlandı. Kurumlar Vergisi 2018, 2019 ve 2020 yılları için yüzde 22’ye yükseltildi. Özel İletişim Vergisi yüzde 7.5’a çıkarıldı. Şans oyunları, yarışma ve çekilişlerde kazanılan ikramiyeler için veraset ve intikal vergisi yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkarıldı. Toplumun her kesimini ilgilendiren onlarca zam daha geldi.
Elbette indirimler de oldu. Mesela büyük inşaat şirketlerinin patronları sevindirildi. İmalat Sanayi yatırım kapsamındaki inşaat harcamalarında KDV iadesi uygulamasının, 2018 yılında da devam etmesine karar verildi. Türkiye Taşkömür Kurumu (TTK) ile Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) “özelleştirildi”. Böylece hem kömür patronlarının karına kar katıldı, hem de işçi katliamlarında devletin suçu şirketlere atarak kendini aklamasının önü açıldı. Madenciler içinse bu yasa, daha fazla ölüm demekti.
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) izinleri ve ormanlarla ilgili olan iki madde ile, orman sahasında yer alan madenlerin kullanımında “ağaçlandırma bedeli” ve “orman arazi bedeli” başta olmak üzere herhangi bir bedelin, işletmenin açılışından itibaren ilk on yıl alınmayacağı kesinleşti. Dolayısıyla madenler artacak, ormanlar hızla yok olacak.
“FETÖ izlerini silme” bahanesiyle bütün ders kitaplarının toplanacağı açıklandı. MEB’in (Milli Eğitim Bakanlığı) açacağı ihalelerle, 2019 yılına kadar yeni kitaplar bastırılacak. Yani 518 derse ait milyonlarca kitap çöpe atılacak, yeni kitapları basanların cepleri dolacak.
124 maddeden oluşan torba yasanın sadece on maddesinden bahsettiğimiz halde içiniz sıkıldı, değil mi? Bizim de öyle. Kaldı ki, o kadar ağır yükün altındayken bir de bir torbaya tıkılan insanlar olarak içimizin sıkılması, hatta ve hatta nefesimizin kesilmesi çok şaşırtıcı olmasa gerek.
Oksijensizliğe Ne Kadar Dayanabiliriz?
Nefesimizi kaç dakika tutabiliriz ki? Çok değil, ortalama bir-iki dakika. Sağlıklı ve genç bir insan, nefesini üç dakikaya kadar tutabilir. Solunum aleti olmadan dalan dalgıçların durumu biraz daha iyi. 214 metre derinliğe dalıp 4,5 dakika nefes almadan duran Herbert Nitch adlı dalgıç, rekor kırmıştı. Dalgıçlar suyun derinliklerinde aşırı basınç koşullarında bu kadar süreyle nefessiz kalırken daha olağan koşullarda daha uzun süre nefes almadan durmak da mümkün. 2012’de Danimarkalı dalgıç Stig Severinsen bir yüzme havuzunda tam 22 dakika su altında kalarak rekor kırmıştı. Yani çok değil, torbayı yırtarak oksijeni yeniden ciğerlerimize doldurmak için yeterli değil. Yeniden rahatça nefes alabilmek, yaşamayı sürdürebilmek için başka bir yönteme, savunmaya ihtiyacımız var.
Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında Deniz Benol, “Kung Fu’da Gözlem ve Empati: Hayvanı Tekrarlamak” yazısında budist rahiplerin, savunmayı temel alan Kung Fu’daki teknikleri, gözlemleri sonucu hayvanları tekrarlayarak öğrendiğini anlatmıştı. “…Rahipler, saygı gösterdikleri bu canlıları gözlemlemiş ve onların nasıl kavga ettiklerini, nasıl yemek bulduklarını ve bir tehdit altındayken kendilerini nasıl savunduklarını dikkatle incelemişlerdir. Bu gözlemler sonucu, ilk olarak Kung Fu’daki beş hayvan (kaplan, turna kuşu, peygamber devesi, yılan, maymun) tekniğini oluşturmuş; sonraki zamanlarda yine hayvanları gözlemleyerek bu tekniklerin arasına sayısız teknik eklemişlerdir…”
Nefes Alamıyorum Deme, Tüysüz Köstebek Faresi Ol!
Bilinen tüm memelilerin beyin hücreleri oksijen açlığına maruz kaldığında, vücutları enerji kaybetmeye başlar; hücreleri ölmektedir. Ama tüysüz köstebek farelerinin her zaman bir yedek planı vardır.
Tüysüz köstebek farelerinin beyin hücreleri, sadece bitkiler tarafından kullanılan metabolik yol vasıtasıyla oksijensiz halde enerji üreten fruktozu yakmaya başlar. Kolay bir şekilde metabolizmanın bazı temel yapı taşlarını düşük oksijen koşullarına uygun hale getirmek için yeniden düzenler. Dakikalar içerisinde bir insanı öldürmeye yetecek düşüklükteki oksijen seviyesinde hareket durumunu koruyup, enerji tasarrufu için solunum hızını ve nabzını hatırı sayılır derecede yavaşlatırlar ve ortamdaki oksijen seviyesi tekrar solunum için yeterli olana kadar fruktoz kullanımını sürdürürler.
Bizler de bu oksijensiz ortamdaki sıkışmışlıkta paniklemek, korkuya ve hatta umutsuzluğa kapılmak yerine torbadan çıkabilmek için tüysüz köstebek faresini tekrarlayalım. Yaşamayı, torbayı kemirerek geçirdiğimiz sürede hayatta kalmayı ve torbadan çıkmayı becerebilirsek kaplan tekniğini kullanarak devleti parçalamasını iyi biliriz. Yani dört yanımızı baskılar, dayatmalar, yasalar, yasaklar sarsa da; umut hala var!
Mercan Doğan
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.