Yaşanan son gelişmelerle Suriye, savaşın 7 yıldır sürdüğü bir coğrafya olmaktan çıkıp devletlerin birbirlerine karşı, askeri, siyasi ve ekonomik güç gösterisinde bulunduğu bir alana dönüşmeye başladı. ABD ve Rusya başta olmak üzere devletlerin Suriye’de bulunma bahanesi olan IŞİD tehlikesinin de giderek güncelliğini yitirmesiyle beraber savaş, bu gerekçe üzerinden yürütülen vekalet mücadelesinde, devletleri aracılar olmaksızın karşı karşıya getirme potansiyeline evrildi. Şubat ayı içinde karşılıklı olarak düşürülen uçaklar, İHA’lar, vurulan konvoylar ve bunlara yapılan misillemeler, bu potansiyeli 7 yıllık savaşta olmadık biçimde açığa çıkarmış durumda.
ABD, Rusya, İran, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, Fransa, Almanya ve son olarak ülkenin geleceğinde söz sahibi olma “açık sözlülüğüyle” aktif katılım göstereceğini bildiren Çin, Suriye’deki savaşta varlığı bilinen devletlerden sadece birkaçı. IŞİD’e karşı 2014’te kurulan koalisyonda en az 40 devletin yer aldığı bilgisi, Suriye Savaşı’nın, dünyanın dört bir tarafından devletlerin müdahil olduğu küçük çaplı bir dünya savaşı olduğu gerçeğini idrak etmemizi sağlıyor.
Savaşa taraf olan devletler sahadaki varlıklarını -müsebbibinin yine kendileri olduğu- “terörizmle mücadele” adı altında sunarken, bu tehdidin göreceli olarak azalmasıyla, yeni düşmanlar var etme ya da eski düşmanlıklarını yeniden hatırlama yoluna gidiyorlar. Suriye ve Irak’taki IŞİD varlığını bahane ederek savaşa giren ABD, Suriye’de bulunmasını şimdi de terör örgütü olarak ilan ettiği “Hizbullah tehdidi”yle gerekçelendiriyor. Tabi, her ne kadar yüksek perdeden dilendirmese de bu tehdidin sarmalındaki İran, Esad, Rusya eksenini göz ardı etmeden… Nitekim Deyr-ez Zor’da Rusya destekli paralı askerlerin ABD tarafından vurulması, İran’a ait bir İHA’nın İsrail tarafından düşürülmesi, Suriye’deki üslerin hedef alınması ve buna misilleme olarak Suriye’nin Rus yapımı hava savunma sisteminin bir İsrail uçağını düşürmesi, devletlerin Suriye’deki “tehdit” algıları üzerinden değerlendirilmeli.
Bu çok denklemli savaşta, desteklediği cihatçı çeteler haricinde -yine IŞİD bahanesine sığınarak- aslen Rojava’nın siyasi varlığını tehdit sayarak Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı ile sahaya giren TC de, ABD gibi Suriye’deki varlık bahanesini güncelledi. Afrin’i hedef alarak bölgedeki YPG varlığını kendi sınırlarının beka (var oluş) gerekçesi olarak sunan TC, bu gerekçesinin haklılığına dair şimdiye dek taraftar bulmuş gibi görünmüyor. Bu durumun en açık örneği ise, TC’nin Astana’da kağıt üzerindeki ortaklarından İran ve Rusya’nın açık ya da örtülü desteğiyle, TSK/ÖSO saldırısı altındaki Afrin’e yapılan askeri sevkiyatta görüldü. Diğer taraftan, Leopard tankı başta olmak üzere devletlere sattığı silahlarla savaşın görünmeyen finansörlerinden olan -bir diğer müttefik- Almanya da TC’nin Afrin saldırısına şerh koyuyordu.
TC’nin Suriye’de Afrin saldırısıyla açığa çıkan, ancak birçok başlığı içeren ihtilafları yaşadığı bir diğer devlet ise ABD’ydi. Bu ihtilaf her ne kadar İran-İsrail, Rusya-ABD, Suriye-İsrail gerilimlerinde olduğu gibi “olası karşı karşıya gelişleri” içermese de, TC’nin iç politikasına yönelik oldukça kullanışlı bir enstrüman. Nitekim ABD, “Osmanlı tokatları”, ve “anti-emperyalist” nutuklarla tehdit edilirken, dün Rakka’da, bugün de Menbiç’te aynı ABD’yle ittifak için neredeyse yalvar yakar olunuyor ve bu durumun absürtlüğü -1,5 yılı aşkındır süren OHAL’le- susturulan medya sayesinde görünmez kılınabiliyor.
Kimi iç politik dengeler, kimi elde ettiği nüfuz alanlarını genişletmek için Suriye’deki varlıklarını pekiştiren devletler; savaşı askeri ve diplomatik iki farklı sahnede sürdürüyor. Biri, birbirlerini “aracısız” hedef alma potansiyeli taşıyacak kadar sert, diğeri ise yumuşak güç olarak tanımlanabilecek bu sahnelerden her biri, Suriye’de süren savaştan çıkar devşiren devletler için, sahadaki varlıklarına dair “anlaşılabilir” argümanlar üretiyor. Ancak bu “anlaşılabilir” argümanlar, savaşların belli bir zaman aralığında gerçekleştiği ve genellikle taraflardan birinin kazanıp birinin yenilmesi gerçekliğiyle kıyaslandığında ortadan kalkıyor. Arda kalan gerçeklik ise, Suriye’de sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünen savaş ve bu savaştaki devasa yıkımda var olan sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçınan, bunun için gerekirse birbirleriyle çatışmayı göze alan devletler olarak ortaya çıkıyor.
Emine Sakin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.