İktidar yeni bir strateji peşinde: Yargı reformu stratejisi! Yeni yargı reformu stratejisini özetlemek oldukça zor. Ancak haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının artık suç olmaktan çıkarıldığı müjdesini verebiliriz(!)
İktidar, adli yılın açılışı olan 2 Eylül’de herhangi bir yargı kurumunda değil cumhurbaşkanının sarayında yapıldığı için birçok baronun katılmayacağını açıkladığı törende 4 yıllık bir yargı reformu stratejisi başlattığını duyurmuştu. Bu stratejinin ilk paketi meclisten geçerek kanunlaştı. Aylardan beri kamuoyunda beklentisi yaratılan afla ilgili bir düzenleme ise ilk pakette yok. Sızan bilgilere göre afla ilgili düzenlemeler ikinci pakette yer alacak, yargı reformu 2020 yılında güncelleme alacak.
Öte yandan iktidarın başındaki Erdoğan ilk paketi onaylarken “Sıra uygulamada, reform ancak iyi ve doğru bir şekilde hayata geçirildiğinde hedeflerine ulaşacaktır” dedi. Ancak bu açıklama bir boşluğa işaret ediyor. Çünkü uygulamada hukuka uygun karar vermek için bu değişikliklerin çoğuna gerek olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna en başta vurgulamış olduğumuz örgüt propagandası suçuna eklenen cümleyi örnek olarak verebiliriz. Haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının artık suç olmaktan çıkarıldığını belirtilse de bu değişiklikten önce de haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları kâğıt üstünde de suç değildi! Yani sorun kağıt üstünden çok uygulamadaydı. Hemen uygulamaya ilişkin, uygulamayı uygulayanlara ilişkin esaslı bir değişiklik olduğu düşüncesine kapılmayın; çünkü bunun esamesi dahi okunmuyor.
İlk paket 39 maddeden oluşuyor ve oldukça farklı konularda oldukça farklı konular düzenliyor. Eskiden torba kanun olarak kamuoyuna sunulan düzenlemeler şimdi de reform paketleri olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazıda öne çıkan başlıklar genel olarak değerlendirilecek.
Yargı Reformu Mevcut Düzende Dahi Geri Bir Adım Olarak Öne Çıkıyor
Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile kamu görevinden ihraç edilen 130 binin üzerindeki kişinin pasaportlarına da el konulmuştu. Reform paketi olarak adlandırılan düzenlemeler sonucunda OHAL döneminde çıkartılan KHK’larla pasaportları iptal edilenlere, haklarındaki idari veya adli işlemler lehine sonuçlanmışsa pasaportları iade edilebilir. Bu şekilde pasaportları iptal edilenler veya pasaport talepleri reddedilenlere, kolluk birimlerince yapılacak araştırma sonucuna göre İçişleri Bakanlığınca pasaportları verilebilecek. Ancak haklarında aynı nedenlerden dolayı devam eden herhangi bir idari, adli soruşturma, kovuşturma bulunan kişiler bu düzenlemeden yararlanamayacak. Yeni düzenleme ile haklarında mahkûmiyet kararı bulunanlardan cezası tümüyle infaz edilenler veya ertelenenler ya da haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilenler de başvuru yapabilecek.
Ancak balık baştan kokar deyimi tam olarak bu duruma uyuyor. Çünkü zaten anayasaya göre bir kişinin seyahat özgürlüğünü kısıtlayabilmek -yani bu örnekte yurtdışına çıkışını engelleyebilmek- için kişi hakkında bir mahkemede tarafından verilmiş bir karar olması gerekiyordu. OHAL’de çıkarılan KHK’lerle anayasanın açık hükmüne itibar edilmemiş, Anayasa Mahkemesi de kendisininin bu KHK’leri denetleyebilecek yetkisinin olmadığını yönünde karar almıştı. Daha sonra OHAL kalkmasına rağmen ancak OHAL’de uygulanabilecek olan KHK’lerin uygulanmasına devam edilmişti. Şimdi bu kişilere pasaport verilmesi konusu, İçişleri Bakanlığı’nın oluruna bırakılmış durumda. Reform diye anlatılanın aslında varolan düzende bile bir geri adım olduğu sadece bu düzenlemeyle dahi bellidir.
OHAL döneminde mevzuata sokulan “iltisak” ve “irtibat” kelimeleri olağan dönemde bu düzenlemeyle birlikte kendisine Pasaport Kanunu’nda da olsa yer bulmuş durumda. Bu kavramlar nesnel ve bu nedenle hukuki olmaktan oldukça uzak kavramlar. Üstelik belirginleştirilmesi gerektiği söylenen Terörle Mücadele Kanunu gibi bir ceza kanuna bu ibarelerin girmesi ihtimali dahi, iktidarın istediğini terörist ilan etmesinde eline daha açık bir çek veriyor.
Tutukluluklara İlişkin Düzenlemeler
En önemli düzenlemelerden biri doğal olarak tutukluluk durumuna ilişkin düzenlemeler. Öncelikle belirtmek gerekir ki var olan toplam tutukluluk süresinde bir azalma söz konusu değil. Bu düzenlemenin amacı, hakkında düzenlenmiş herhangi bir iddianame olmadan uzun süre tutuklu kalan kişilerin durumunu düzenlemek. Çünkü tutuklanmalarına rağmen haklarında dava açılmayan binlerce insan söz konusu. Dava açılmadan önce yani soruşturma evresinde tutukluluk süresinin, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemeyeceği yönünde düzenleme yapıldı. Ancak bunun bir istisnası olarak hemen politik tutuklamalar geliyor: “Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar ve devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk; Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar” bakımından tutuklama süresi 2 yıl olarak düzenlenmiş. İçeriği belirsiz olan ve politik amaçla kullanılan suçlamalar özel uygulamaya tabi olmaya devam ediyor.
Seri Muhakeme Usulü
Reform paketinde savcıların yetkileri de attırılıyor. Düzenlemede savcının dava açmayı erteleyebileceği suçların sayısı arttırılarak savcının daha önemli bir konuma getirildiğini söyleyebiliriz. Savcı bu yola gitmediği takdirde öngörülen ceza nispeten daha az olan suçlarda seri muhakeme usulü uygulanacağı hüküm altına alınmış. Yani savcı, bir suçu işlediği iddia edilen kişinin kabul etmesi halinde sayılan suçlarda, verilecek cezayı yarı oranında düşürebilecek. Ve verilecek hapis cezası ertelenebilecek, para cezasına çevrilebilecek ya da 5 yıl içinde yeni bir suç işlenmezse hiç verilmemiş gibi sayılacak. Sonuç olarak savcılığın bu tasarrufu hakkında son söz sahibi mahkeme olacak.
Basit Yargılama Usulü
Yargı reformu stratejisini hazırlayanların düzenlemelerin dili konusunda anlaşamadığını söyleyebiliriz. Soruşturma aşaması yani dava açılmadan önceki aşamada getirilen düzenleme, seri muhakeme usulü olarak adlandırılırken; kovuşturma yani dava açıldıktan sonra getirilen düzenleme, basit yargılama usulü olarak adlandırılmış. Muhakeme ile yargılama arasındaki farkın ne olduğunu eminiz ki kendileri de bilmiyor. Ancak bu durum, farklı adlandırmalara gitmelerini engellememiş.
Ceza hukukunda basit yargılama usulüne gelirsek. Bu usulde de 2 yılın altında ceza verilmesi söz konusu olan davalarda suç işlediği iddia edilen kişinin, kesin olarak mahkeme önünde dinlenmesi şartından vazgeçilmiş. Buna göre bu kişinin yazılı bir şekilde savunmasının alınması durumunda da artık mahkemeler kişinin sözlü ifadesini almadan karar verebilecek.
Seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulüne ilişkin hükümler 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren uygulanacak. Bu iki düzenlemenin de amacının yargılamayı hızlandırmak olduğu açık. Ancak yargılamayı hızlandırırken bu yazıdan da anlaşılacağı üzere zaten karmakarışık olan hukuki düzenlemeler iyiden iyiye içinden çıkılması zor bir duruma sokulmuş durumda. Ve bu sıkışıklıkta barodan avukat isteme hakkına sahip olduğunu bilmeyen ve hakları kendilerine anlatılmayan ezilenlerin iyiden iyiye ezileceği açık. Özellikle seri muhakeme usulü gibi bir usulün mevcut düzene yepyeni bir açılım getirdiği açık.
Yargı Hızlanırken Muhalifler ve Devrimciler İçin Uzuyor
Birçok düzenlemeyle birlikte yargı süreçleri hızlandırılmaya çalışılırken politik sebeplerle verilen cezalarda itiraz edilebilecek yargı merci sayısı arttırılıyor. Bu düzenlemenin amacının Anayasa Mahkemesi’ne veyahut Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru sonucu ihlal kararı verilmesini engellemek için belki çare olur diye Yargıtay’ın yetkisi arttırılmaya çalışılıyor. Ancak bu iki mahkemeye nazaran Yargıtay’ın kararlarının insan hukuku bağlamında pek de iç açıcı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle bu düzenlemenin pek işe yaramayacağı açık. Peki düzenleme hangi suçları kapsıyor? Ceza Kanunu’nda yer alan hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, kanunlara uymamaya tahrik, cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini, Türk milletini, TC Devleti’ni, kurum ve organlarını aşağılama, halkı askerlikten soğutma suçları nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi yani istinaf mahkemesinin kararları artık temyiz edilebilecek. Ayrıca örgüt propagandası yapmak suçuyla Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ile direnme suçları nedeniyle de verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları da temyiz edilebilecek.
Avukatlarla İlgili Düzenlemeler Neler?
Avukatları doğrudan ilgilendiren düzenlemeler olarak tutuklu avukatlar veyahut ezilenlerin avukatlığını yaptığı için haklarında çeşitli davalar açılan hatta ceza alan avukatlarla ilgili herhangi bir düzenleme yok. Yargı reformu en az 15 yıl kıdemi bulunan avukatlara hususi damgalı pasaport verilebileceği düzenlemesini getiriyor, o da 15 yıl kıdemi bulunan her avukata tanınmıyor. Yeşil pasaport için avukatlar hakkında Türk Ceza Kanunu’nda ayrıca belirtilen suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan dolayı soruşturma veya kovuşturma bulunmaması şartı aranacak. Yani suya sabuna dokunmayan avukatlar yeşil pasaport alabilecek.
“Avukat enflasyonu”na da bir çözüm olarak “Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı” getiriliyor. Yani hukuk fakültesini bitirmek artık avukat olmak için tek başına yeterli olmayacak, ayrıca bir sınava daha girilecek. Bu hüküm kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 24 Ekim 2019’dan sonra hukuk fakültesine kayıt olanları kapsayacak olup bu zamana kadar sınavsız bir şekilde avukat olabilecek onbinlerce avukatın halihazırda var olduğunu söyleyebiliriz.
İnternet Sitelerinin Yasaklanması
Bilindiği üzere başta Wikipedia gibi çok ünlü siteler olmak üzere onbinlerce internet sitesine yaşadığımız topraklarda “yasal yollar”la ulaşım sağlanamıyor. Yeni getirilen düzenlemelerle birlikte bazı suçlarda verilen erişimin engellenmesi kararları, ihlalin gerçekleştiği yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle verilecek. Ancak bunun da istisnası var: Teknik olarak ihlale ilişkin içeriğe erişimin engellenmesi yapılamadığı veya ilgili içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla ihlalin önlenemediği durumlarda, internet sitesinin tümüne yönelik olarak erişimin engellenmesi kararı verilebilecek. Yani iktidar, politik sebeplerle engellemek istediği internet sitelerine “yasal yollar”dan ulaşımı engellemeye devam edebilecek.
Sonuç Olarak
Yargı reformu stratejisi olarak belirlenen sürecin ilk meyvesi zehirli. Geniş katılımlı bir tartışma süreci olmadan, baroların görüşü alınmadan, yeşil pasaportu avukatların en büyük sorunu olarak gören barolar birliği başkanı ile kendi mutfaklarında hazırlanan bu düzenlemelerin zehirli olduğu açık. Zehirli ağacın meyvesinin de zehirli olmasından başka bir yol zaten yok.
İkinci pakette yüzbinlerce insanı doğrudan ilgilendiren ve af anlamına gelecek olan infaz kanunlarındaki değişikliklerle birlikte kamuoyunda “tecavüzcüsüyle evlendirme” olarak bilinen cinsel işkenceye ilişkin düzenlemelerin olacağı konuşulan konular arasında.
Terörle Mücadele Kanunu’ndaki “terör” tanımı, “kapsamı ve belirginliği olmadığı” gerekçesiyle en çok eleştirilen konuların başını çekerken; Hakim ve Savcılar Kurulu’nun mevcut yapısı ile Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi hususlarda düzenlemesi yapılması gerektiği yönündeki görüşte iktidar dışında birleşilmişken; Sulh Ceza Hakimlikleri gibi oldukça rahat bir şekilde tutuklama kararı verebilen yargı mercileriyle ilgili ayrıntılı düzenlemeler bekleme gafletinde bulunanlara bu reformun ilk paketi gayet açık bir cevap. Umarız ikinci paket daha büyük felaketlere yol açmaz.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51.sayısında yayınlanmıştır.