İktidarın beceriksiz canlı yayın denemelerinde aldıkları “dislike”lar ve ardından tasarladıkları sosyal medya düzenlemesi gündemde. Z kuşağı denilen grubun bunun üzerindeki etkisi konuşuluyor. Bununla birlikte erken seçim seçeneğinin de masada olduğu ortada ve %50 + 1 matematiğine dayanan seçim sisteminde Z kuşağının etkisinin %3-5 olacağı öngörülüyor. Hâl böyleyken coğrafyanın her yerinde Z kuşağı tartışması yapılıyor. Peki böyle bir grup gerçekten var mı? Varsa da neleri değiştirebilir?
X, Y, Z kuşağı adlandırmaları ve araştırmaları çoğumuzun sandığı gibi sosyal bilimler literatürüne ait değil. Bu tanımlamalar “İnsan Kaynakları” denilen ve bütün çabası, amacı şirketlerin kârlılığını yükseltmek olan yani insanları daha sistematik ve “verimli” sömürme yollarını araştıran bir alana ait. Kuşaklar üzerindeki araştırmaların hemen hepsi tüketim alışkanlıkları ve bu grupların nasıl daha “yönetilebilir” hale getirileceği üzerine yapılıyor. Zaten sözü geçen Z kuşağının ifade edilen ortak özellikleri ev, araba gibi sabitleri satın almak yerine kiralamayı sevmeleri, teknolojik ürünlere ve tatile çok fazla bütçe ayırıyor olmaları gibi tüketim alışkanlıklarından bahseden belirleyiciliği olmayan ve çok genel özellikler. Peki gerçekte durum ne?
Kuşak kelimesi jenerasyonun yerine kullanılıyor. Kökeni ise latince generāre kelimesi ve bu kelime yaratmak anlamına geliyor. Sosyal bilimlerde ise benzer fikirlere, tavırlara, davranış şekillerine sahip ve benzer zamanlarda yaşayan grupları ifade etmek için kullanılıyor. Günümüzdeki yaygın kullanıma göre çok daha küçük bir grubu ifade ediyor yani. Sosyoloji ve siyaset bilimindeki doğru kullanım örneği olarak “68 kuşağı”nı düşünebiliriz. 68 kuşağı ordulara ve devlet bürokrasine karşı çıkan isyanlar ve verilen mücadelelerle yükselen, devrimci ortak değerlere sahip bir kuşağı ifade ediyor. Bu kuşağın tanımlanması için günümüzdeki şarlatanların X, Y, Z kuşaklarını tanımlamaya çalışırken yaptığı gibi sadece doğum yılı ve tüketim alışkanlıkları kullanılmadı aksine uzun bir süreçte verilen mücadele ve bu mücadelenin insanlar üzerindeki yaratıcı etkisi dikkate alındı. Kısacası, onları bir kuşak yapan sadece ne zaman yaşadıkları değil içinde bulundukları ve ortak değerlerle ördükleri mücadeleleri ve o değerlerden doğan isyanlarıydı.
Peki bugün televizyonlarda, tartışma programlarında, köşe yazılarında gündemimizi meşgul eden ve muhalif çevrelerin büyük umut beslediği Z kuşağı kimlerden oluşuyor? “Uzmanlar” şöyle diyor: 1990’ların ortasından itibaren doğan herkes bu gruba dahil. Yıllardır sürdürülen savaşta kolunu, bacağını, annesini, babasını, çocukluğunu kaybetmiş 1997 doğumlu biri bu gruba dahil midir? 1998 yılında doğmuş ve 7 yaşında işçiliğe başlamış, ruhu ve bedeni gün geçtikçe sistem tarafından daha da ezilen, yok edilen biri de bu kuşağın bir parçası mıdır? 1996 doğumlu, 14 yaşında evlendirilmiş, 2 çocuğuna ve ailesine bakmak zorunda kalan, bütün bir evin sorumluluğu üstüne kalan da “tatile bütçe ayıran ve kendini geliştirmeye önem veren” bu kuşağa uygun mudur? Botlarla Ege’de zar zor hayatta kalmış 2000’li göçmenlerin de en büyük problemi “iş yerinde yeterli saygıyı görememek” sanırım! Cinsel yönelimi, kişiliği, toplumsal konumu, etnisitesi, ekonomik sınıfı, ideolojisi bilinmeden dünyanın herhangi bir yerinde doğmuş bütün insanları tek bir “gruba” ait görmek ve bu ön kabul ile hareket etmek insana, topluma, dünyaya kör bakmaktır. Şubat ayının son 2 haftası ve Mart ayının ilk iki haftası arasında doğan insanların hayalperest olduğunu savunmakla, Z kuşağının dünyayı kesin değiştireceğini savunmak arasında gözle görülebilir bir fark yoktur.
Şu günlerde ise iktidar ve muhalefet el ele vermiş, bu sığlıkta tartışma yürütmekte ve seçim zamanı Z kuşağını yanına çekmeye çalışmaktadır. İktidar partisi sallanmakta olan koltuğunu korumak için anketlere milyonlarca liralar ödemekte ve son gerçekleştirilen canlı yayın gibi fiyaskolara imza atmakta. Muhalefet ise basiretsizliğini yıllardır sürdürdükleri lider anlayışından bir aşama öteye taşıyarak, popülist bir tavırla nüfusun önemli bir bölümünü kurtarıcı ilan etmekte. Unutulmaması gereken gerçek ise şudur: Bizi hiçbir kuşak kurtarmayacak, hiçbir şey kendiliğinden olmayacak, tarih kendiliğinden iyiye doğru ilerlemeyecek, değişmesi gereken her şeyi biz değiştireceğiz. Yapılması gereken ise her durumu kendi özelinde değerlendirmek ve o olayların öznelerinin bütün özelliklerini hesaba katan, onları ezen bütün mekanizmaları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir mücadele yürütmektir.
Burak Aktaş