TC Devleti mahkemelerinin verdiği kararlara artık uyulmuyor. Üstelik bunu sadece idare yapmıyor, bizzat mahkemeler de yargı kararlarını tanımamaya başladı. Bu durum “Adalet yok!” türünden cümlelerle geçiştirilecek bir durum da değil. Verilen kararın adaletli olup olmaması tartışılmıyor. Hiçbir şekilde yorum bırakmayan bir mahkeme kararına rağmen karara uyulmamasından bahsediliyor. Evet, Enis Berberoğlu kararından bahsediyoruz.
Aslına bakılacak olursa TC Devleti yıllardan beri büyük bir hukuk krizinin ortasında. 15 Temmuz’da başlayan bir süreçten çok 15 Temmuz’la görünür hale gelen bir kriz söz konusu. Fethullah Gülen’in devlet kademelerinde, özellikle yargı mekanizmalarında örgütlenmesine göz yumulmuş ve AKP’nin kendi çıkarlarıyla paralel olan bu yargıyı ele geçirme sürecinde kazan-kazan politikası güdülmüştü. Bu birlikteliği bozansa 17-25 Aralık’ta Fethullah Gülen’e bağlı savcı ve hakimlere eşlik eden polislerin gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda birçok ses kaydı, para görüntüleri ve skandalın ortaya çıkması olmuştu. Kolluk kuvvetleriyle yargı arasında çıkan çatışma o dönem için ötelenmiş ancak 15 Temmuz’la birlikte yüzlerce hakimle savcının ihracıyla ve ardından gelen Olağanüstü Hal (OHAL) ilanıyla yargı krizi gittikçe derinleşmişti.
İktidar, politik olarak gücünün yetmediği noktada mahkemeleri -göstere göstere- devreye sokmaktan çekinmiyor. Öyle ki devletlerin iç politikalarına “istemeden de olsa” karışmamakta özenle davranan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarında daha önce hiç yapmadığı bir şekilde mahkeme kararlarının siyasi olduğuna karar verdi. İlk olarak Demirtaş kararında verilen ve Demirtaş’ın tutukluluğunun devam etmesinin siyasi bir karar olduğunu söyleyen AİHM kararı, sadece TC Devleti açısından da değil AİHM açısından da bu anlamda bir ilk anlamı taşıyordu.
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu kararla ilgili olarak “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz.” demiş, gerçekten de mahkemeler aracılığıyla karşı hamleyi yapmış ve işi bitirmişti. Son yıllarda siyasi alanda Erdoğan’a en büyük zorluğu çıkaran Demirtaş hala hapiste.
Buraya kadar sayılan uygulamalar, kararların adaletsiz olup olmamasını veya siyasi olup olmadığını ele alıyordu. Mahkemelerin zaten varlıkları itibariyle siyasi karar verdiğini göz önüne aldığımızda bunları anlamlandırmak zor olmuyordu. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin son olarak verdiği Enis Berberoğlu kararı bu şekilde anlamlandırılabilecek bir karar değil. Artık mahkemelerin varlıkları hiçbir anlam ifade etmemeye başladı çünkü verdikleri ve beğenilmeyen kararlara uyulmuyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı, yerel mahkeme olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından açıkça reddedildi ve karara uyulmadı. Normal bir süreçte olması gereken, Hakimler Savcılar Kurulu’nun bu kararı veren hakimler hakkında inceleme başlatması. Ancak bu kararı veren mahkeme heyetinin başındaki hakim Akın Gürlek’in daha önce “ihtiyaç duyulduğunda” farklı mahkemelerde görev yaparak Selahattin Demirtaş, Canan Kaftancıoğlu, ÇHD’li avukatlar ve Sözcü Gazetesi yazarlarına ceza veren hakim olduğunu düşündüğümüzde böyle bir uygulamanın olmayacağı açık.
Daha önceki dönemde Anayasa Mahkemesi ve yerel mahkemeler karşı karşıya gelmişti. Yerel mahkemeler, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamamakta direndi ama eninde sonunda Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı bir şekilde karşılık buldu. Enis Berberoğlu örneğinde Anayasa Mahkemesi -yerel mahkemeye hiçbir seçenek bırakmadan- yerel mahkemenin ne yapması gerektiğini oldukça açık bir şekilde ifade etti. Ancak yerel mahkeme, Anayasa Mahkemesi’nin varlığının bir anlam ifade etmediği anlamına gelen bir karar vererek bu karara direndi.
Bu karardan sonra olanlar ise devletin çatırdadığının sesinden sonra fotoğrafını verdi. Anayasa Mahkemesi üyesi hakim Engin Yıldırım, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu hakkında verilen “yeniden yargılama’” kararını tanımamasına karşılık olarak Anayasa Mahkemesi’nin fotoğrafını “Işıklar yanıyor.” notuyla paylaştı. Anayasa Mahkemesi üyesine yanıtsa muhatabından, İçişleri Bakanlığı’ndan, bir paylaşımla geldi. İçişleri Bakanlığı’nın resmi sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda bu sefer bakanlığın fotoğrafı paylaşılarak “Işıklarımız hiç sönmüyor.” notu düşüldü. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının arkasındaki güç bu anda kendini gösterdi. Devletin çatırdadığı fotoğraflar ışıklar içinde geldi.
Bu karardan sonra yine mahkeme kararlarının tanınmadığına yönelik bir örnek, bu sefer İzmir’den geldi. İzmir Barosu kanunlarda yazılı takvimine uygun olarak genel kurul yapılacağını ilan etmişti. Ancak ilçe seçim kurulu, İçişleri Bakanlığının baroların ve meslek kuruluşlarının yapacağı etkinlikleri Covid-19 tedbiri bahanesiyle 1 Aralık’a kadar erteleme kararına atıfta bulunarak genel kurulun yapılamayacağı yönünde karar verdi. Bu kararın yürütme durdurulması istemiyle açılan davada İzmir 1. İdare Mahkemesi, ilçe seçim kurulunun kararının yürütmesini durdurdu. Yani mahkemenin verdiği bu kararla İzmir Barosu genel kurulunu yapabilecekti.
Ancak İzmir Konak 1. İlçe Seçim Kurulu, İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin İzmir Barosu’nun genel kurulunun ertelenmesine ilişkin yürütmenin durdurulması kararını tanımadı. Ve genel kurulun yapılamayacağına karar verdi. İzmir Barosu üyeleri genel kurulu gerçekleştirmek için gittiklerinde toplantının yapılacağı salonun polis tarafından sarıldığını ve barikatlar kurulduğunu gördü. Bu uygulamanın baroların bölünmesine ilişkin kanun değişikliğinden sonra yapıldığı düşünüldüğünde iktidarın amacı açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
İçişleri Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi’nden sonra bu sefer İzmir 1. İdare Mahkemesi’yle karşı karşıya. İçişleri Bakanlığı’nın ışıkları yanmaya, devlet çatırdamaya devam ediyor. Işıklar içinde.
Gökhan Soysal
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayınlanmıştır.