Topluluk halinde yaşayan bireyler, ortak yaşamı yapılandırmada belirli bir anlam sistemi kullanırlar. Yani bu ortak yaşamda olan/yapılan herşeyden “ortak anlam” çıkarabilmek adına soyut bir anlam dünyası oluştururlar, yani kültürü. Bu anlam sistemi soyut gibi görünebilir. Ancak kültürle ilişkili araçlar, ihtiyaçlarla da ilişkilidir. Bundan dolayı bu “ortak anlam” bu yaşam alanını paylaşan herkese kendini hissettirir.
Bu kültürün bir alanı da siyasaldır. Siyasal kültür de, politik insanın ortaya çıkışından bu yana yaşamın farklı alanlarında kendini hissettirir. Politik simgeler, bu siyasal kültürün en somut araçlarıdır. Kimi zaman herhangi kültürü simgeleyen bir “şey” politik bir ifade biçimi alırken, kimi zaman bu siyasal kültür kendi simgelerini kendisi yaratır.
Bu kültürü anlamlandırmada, kuşkusuz ki devletin rolü büyüktür. Simgelerin taşıdığı anlamı manipüle edici araçlar kullanarak, devlet, sadece soyut bir anlam dünyası yaratmaz, bu anlam dünyasını beslediği kurumları da yaratır. Bütün bunların hepsi devletin varlığının meşruiyetinin, kuşaktan kuşağa kültür gibi aktarılmasını sağlayacaktır.
Devletin bu kültürel yönlendirmesi açıktır ki politiktir. Varlığını yegane hale getirecek, bireyleri birarada tutacak, “milli” bir hafıza, “milli” bir bilinç taşıtmak üzere simgelere anlamlar yüklemek tüm devletlerin başvurduğu yöntemlerdendir.
Bu sembollerden en büyüğü, bayraktır. Bayrak birliği, ortak geçmişi, toplumsal beraberlik mantığını sembolize eder; bazen dinsel bir kutsiyet barındırır sembol olduğu anlamda, bazen de “akılsal” bir çerçevede bütünleşmiş insanların birlikteliğini… Hangisi olursa olsun, var olmayan ülkelerin var edimidir bayrak.
Baskın siyasi anlamlandırmayı kendisi yaptığından, kendi varlığına tehdit herhangi anlamlandırmaya müsaade etmez devlet. Bununla ilişkili olarak o sembolizme de…
Taksim direnişi ve isyanı, kendiliğinden karakterini karşılayacak sembolleri de kendisi yarattı. Yaratılan sembollerin, şu ana kadarki sembolizmden farkı şuydu; biraraya gelen insanların özgür iradeleriyle oluşması. Direniş ve isyanın karakterini anlamak için AKM’ye bakmak yeterliydi. Farklı siyasi partiler, politik grupların sembolleri bu “yeni siyasi kültürü” gözlemek ve anlamaya çabalamak açısından önemliydi.
Önceden olumlu görünmeyen birçok siyasi simge, bu devlet terörüne karşı gönüllü biraradalıkta bir sürü “akıl kırdı”. Toplumun farklı kesimlerince (devletin sürekli ve ısrarlı manipülasyonu sonucu oluşmuş) olumsuz değerlerle ilişkilendirilen simgeler yeniden anlam kazandı. “eylemci” olmak, “gaz maskesi”, “barikat”, “pankart”, “direniş” gibi birçok kavram insanların algısında bu devlet manipülasyonundan kurtuldu.
İşte bu “akıl kırılması” çok önemliydi. Bu bir anlam dünyasının yıkılması, yerine yeni ve iradi olanın ikame edilmesiydi. Açıktır, devlet bu anlam dünyasındaki “şiddetli” ısrarında kaybetmiştir.
Marjinallikten Paçavra Edebiyatına
Bu kaybediş, siyasi iktidar konumunda bulunanları, isyanın kendiliğinden oluşan anlam dünyasına saldırıya yöneltmiştir. Devlet kaygılıdır ve bu kaygısını artık devletin yüzü konumunda bulunan Tayyip Erdoğan’ın ve takım arkadaşlarının her cümlesinde bulmak mümkündür. Bu kaygının kendini belli ettiği alan sadece mitinglerdeki nefrete bulanmış konuşmalar değil, aynı mantığın emrinden çıkan saldırılar ve bu emir komuta zinciridir de aynı zamanda.
Erdoğan’ın “paçavra” tabiri önemlidir. Marjinal söyleminin gerçekliğini yitirdiği yerde, yani marjinallik toplumun önemli bir kısmına yayılıp bu ithamı hem kelime anlamı hem de iktidarın yüklediği politik anlamı yıktığında; Tayyip Erdoğan’ın nefret içeren “paçavra”lar ve paçavraların yok edilmesine ilişkin söylemleri “marjinal”i ikame etti.
Erdoğan, bu “paçavra”ların politik simgeler olduğunun farkındalığıyla, paçavraların yok edilmesi gerektiğini ısrarla vurguladı. Yani hedefine aldığı şey (sadece Erdoğan’ın değil, Erdoğan’ın kişiliğinde açığa çıkmış devlet zihniyetinin hedefine aldığı şey) bu direnişi ve isyanı yaratanlardı.
Paçavra Operasyonu, Gezi Parkı’na operasyon yapılmadan önceki en büyük saldırıydı. Saldırıyla beraber barikatlar kaldırıldı, meydan yeniden devlet tarafından işgal edildi. Pankartları ve bayrakları, AKM’den indiren zihniyet, sadece “alan kazandım” hamlesi yapmıyordu. Herkesin gözü önünde iktidarını tekrar göndere çekmenin gururunu yaşamak istiyordu. Erdoğan’ın “paçavra” dediği pankartlar indirildi, polisin; yani devletin tüm yaşananlarda somut anlamıyla ifadesi olan polisin tuttuğu ritimle; “vatan-sana-canım-feda” ritmiyle AKM’ye TC ve Mustafa Kemal bayrağı açıldı.
Olanları Geri Sarmak
AKM’de mevzubahis pankartlar arasında bu iki bayrak da mevcuttu aslında. Devletin paçavra operasyonu ile planladığı bu iki bayrak dışındaki tüm pankartlar olduğu anlaşılmış oldu. “Bu işte bir yanlışlık var.” diyenler oldu belki de. Direnişin belirli dönemlerinde iyice belirginleşen bu iki bayrak AKM’ye tekrar asılmıştı.
Siyasi sembollerin barındırdığı anlamlar, bu siyasi sembolleri sahiplenenler tarafından iyi belirlenmiştir. Siyasi sembol taşıdığı anlamıyla birden çok şeyi ifade etmez (en azından aynı anda). Belki bu anlam belli süreçler içerisinde dönüşüme uğrayabilir, ancak nihayetinde ifade ettiği anlam, ilk anlamdan çok da uzak değildir.
TC’nin mevcut iktidarına karşı, bu iki sembolü sahiplenenlerin düştüğü durumu karşılayacak tek terim futbolla ilgili; kontrpiyede kalmak. Futbolcunun bir harekete başlaması, ancak o an başka hareket yapması gerektiğini fark etmesi ve ne yapacağını bilemeden öylece kalması…
Kontrpiyede kalınan bir başka durum, hükümetin Kazlıçeşme mitingindeki “bayrak asın” telkini. Evine bayrak asanların hükümet yanlısı mı, ya da karşısında mı olunacağı nasıl anlaşılacak?
Sembollerin İfade Ettiği Anlam
Bu iki sembolün yarattığı anlam karmaşasının siyasi iktidarların(sadece mevcut siyasi iktidarın değil, siyasi iktidarların) bilinçli bir politikası olma ihtimali olsa da, bunları sahiplenmekte olan insanların anlam dünyasında, bu sembollerin aynı bilinçte bir yerleri yok. Devletin zorunlu eğitimini almış, her zorunlu vatandaşın sahiplenmekte zorunlu olduğu bu iki sembol, aslında devletin AKP’lilikten de, CHP’lilikten de bağımsız varlığını simgeliyor. Herhangi bir değer gözetmeksizin devletin, bireylerin varlığına tehdit unsuru oluşturmasını simgeliyor. Tomayı, polisi, miti, gaz bombasını, sıkılan kurşunları, insanların keyfi bir şekilde vurulabileceğini simgeliyor. Şu anki “akıl kırılması”nın yarattığı farkındalıkla ifade etmek gerekirse, yıllardan beri uygulanan benzer politikaları, savaşları, katliamları, zorunlu göçleri, faili meçhulleri simgeliyor; bunların tarihselliğinde yükseliyor bu iki sembol.
İki karşıt siyasi ifadenin aynı sembolü kullanması iki şeyin göstergesidir; ya aslında bu iki karşıt görüş aslında karşıt değildir, ya da bu iki görüş aslında başka temel bir görüşün/hedefin farklı görünümleridir.
Direnişin ve isyanın yarattığı koşullarda şunu anlamaya ısrar etmekten çekinmemek gerekir; muhafazakar, kemalist, liberal vs. devlet iktidarındaki koltuk değişikliğini hedefleyenlerin uygulamaları asla değişmeyecektir. Bugün bu toplumsal hareketi, türlü siyasi cambazlıkla referandum ve sonrasında seçim propagandasının arka bahçesine dönüştürmeye çalışanlar, iktidarın siyasi sembollerini kullanmaktan vazgeçmediler, vazgeçemezler. Çünkü onların arzuladıkları aynı siyasi mekanizmanın iktidar dümenini çevirmektir.
İsyanın özgürleştirici ruhuyla kendi anlam dünyamızı, kendi kültürümüzü, kendi geleneğimizi yaratmak, devletin siyasi simgelerinden (dolayısıyla onun yarattığı siyasi anlamdan) kurtulmak adına; devletsiz zihinlerin örgütlediği bir dünyada özgürlüğün ne olduğunu deneyimleyebilmek için gereklidir.