Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz Anısına…
Her gün gittiğimiz, belki de hiç görmediğimiz bir parkın ağaçlarını kökünden söken dozerlerin karşısına dikilmiş bir grup insanı seyrettik önce. Bu bir grup insanın tek istediği parka AVM yapılmamasıydı ve parkın halka açık bir park olarak kalmasıydı. Öyle de demişlerdi. Dozerler polislerle bir olup ağaçları sökmeye kalkıştığında gezi parkı nöbeti protestosu da başlamış oldu.
Park ve ağaç sevdası olarak görüldü nöbet ve öyle de yansıdı televizyonlara. Gezi nöbeti şenlikli ve barışçıl bir protesto olarak, polise kitap okuyan ve çiçek uzatan insanların “occupy”ıydı. Çoğu siyasi tarafından sevilen BDP milletvekili Sırrı Süreyya da dozerin önünde kendini siper etmiş “önce beni ezin bakalım” dercesine dururken, yani hal böyleyken çadırını kapan geldi geziye. Şenliğin de cazibesiyle iyice kalabalıklaşan park adeta bir festival alanına dönüştü. İşte başlangıcın özeti böyle.
Erdoğan’ın “Noluyor ya! 1 Mayıs’tan beri Taksime kim çıktıysa saldırdık, ezdik geçtik. Buna mı müsaade edeceğiz yani dağıtın şunları, saldırın” emriyle şafak vakti kolluk kuvvetleri parka sinsice girerek ne kadar çadır varsa yaktı, ortalığı dağıttı ve bütün protestocuları parktan kovaladı.
Mücadeleye Giriş
31 Mayıs sabah saat 05:00 sıralarında Taksim Meydanı adeta savaş alanına dönmüştü. Kolluk kuvvetleri protestocuların üzerine tazyikli su sıkıyor, insanlar sağa sola fırlıyor ve gaz bombaları kafalara hedef alınarak atılıyordu. İşin şekli değişmeye başlamıştı. Televizyonlardan ve sosyal medyadan yayınlanan polis şiddeti görüntüleri izleyenleri şaşkına çeviriyordu. İşte olayın mücadele kısmına geldik.
Halk sokaklara dökülmeye başladı. Devletin hayatın mutlak bir yerinde saldırısına uğrayan herkes “yeter” demek için sokaklara koşuyordu. Sosyal medyadan herkes Taksim’e gelin çağrıları yapıyordu. Kasklar, gaz maskeleri, solüsyonlar ve içimizde saklı duran öfkeyle tüm hazırlıklar mükemmelce yapılıyor ve halk birer birer isyana katılıyordu. Önce Taksim sonra Gazi, Okmeydanı, Kadıköy, Ümraniye, Gülsuyu, Kartal bütün İstanbul oldu. Ankara, İzmir, Eskişehir, Antakya, Adana, Mersin, Amed, Antep bütün bir coğrafya oldu. Böylelikle isyan bir halkı kucakladı ve halk da direnişini. Gece gündüz demeden barikatların ardından, ellerinde kaldırım taşları ve dillerinde sloganlarla günlerce, aralıksız sürdü direniş. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganı halkın ortak haykırışına dönüştü. Herkes akın akın Taksim’e aktı. Devletin valisi, emniyet müdürü, belediye başkanı, polisleri önce şaşırdılar, sonra çok korktular çünkü isyan büyüdükçe büyüyor, halk direndikçe direniyordu.
Her kaybedilen yaşam direniş oldu, yeni bir yaşam oldu
Uzun süredir hissedemediğimiz özgürlük yerini direnerek kazanmanın tarifsiz coşkusuna bırakmıştı. Bütün dünya bu direnişe tanıklık ediyordu. İsyana katılan, katılmayan herkesin hayatı bir anda değişivermişti. Değişen hayatlar gün oldu yerini kaybedilen yaşamlarla buldu kendini. Her kaybedilen yaşam yeni bir direniş oldu, yeni bir yaşam oldu. Ethem, Abdullah, Mehmet ve Ali de direnişin yaşam kaynağı oldu.
Ethem Sarısülük, 1 Haziran günü Ankara Güvenpark’ta Polis Ahmet Şahbaz tarafından vuruldu. Alınteri okuruydu ve sosyalist bir işçiydi. Endüstri meslek lisesinde okurken, ikinci sınıfta okulu bıraktı. Okuldayken parasız eğitim protestolarına katılırdı. Ethem’in yaşamı hep adaletsizliğin ortasındaydı ve O hep adaletsizliğin karşısındaydı. Bu yüzden yaşamı boyunca hep direndi, gün geldi direnerek yaşamını kaybetti.
Abdullah Cömert, Ölümünden 8 saat önce cep telefonundan bir mesaj atmıştı; “3 günde sadece 5 saat uyudum. Sayısız biber gazı yedim, 3 defa ölüm tehlikesi atlattım. Ve insanlar ne diyor biliyor musunuz? “Boşver ülkeyi sen mi kurtaracaksın” Evet kurtaramasak da bu yolda öleceğiz. (O kadar yorgunum ki, 3 günde 7 tane enerji içeceği 9 tane ağrı kesici ile ayaktayım. Sesim kısık vaziyette ama gene saat 6 da alanlardayım sadece devrim için)” Devrim için ölmekten bahsediyordu Abdullah mesajında, bahsettiği gerçek oldu ve ölüm direnirken yakaladı onu.
Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran günü Ümraniye de 1 Mayıs mahallesinde on binler olmuş otoyolu trafiğe kapatmıştı. 1 Mayıs Mahallesi Mehmet’le direniyordu. Kolluk kuvvetlerinin yoğun saldırısı sırasında otoyoldan geçen taksilerden biri direksiyonu Mehmet’e çevirdi. Mehmet’i ezdi ve kaçtı. Mehmet henüz 19’unda, ezilenlerin ezenlere karşı olan mücadelesinde hep sokaklardaydı. Kimsenin kimseyi ezemeyeceği fikrine inanan ve bunun için direnen SODAP üyesi bir sosyalistti. Onun bedeni ezildi ancak fikri ve ezilenlerin mücadelesi daha da büyüdü.
Ali İsmail Korkmaz, “Osmangazi Tıp Fakültesinde polis şiddetine maruz kalan bir arkadaşımız için AB kana ihtiyaç var” bu haber sosyal medyada paylaşılırken yaşam mücadelesi veriyordu. 3 Haziran günü faşist-polis işbirliği ile vücuduna ve kafasına darbeler alarak dövülmüş, hastane hastane gezerek sağlam raporları alıp, evine dönmüş ancak beyin kanaması belirtileri ile tekrar hastaneye gittiğinde acilen ameliyata alınmıştı. Ali İsmail yaşamak için ne kadar uğraşsa da devletin polisi, faşisti, hastanesi, doktoru sanki plan yapmış 19 yaşında ki birini öldürmek için organize olmuşcasına çabalamıştı. Ameliyattan yaşamını kaybederek çıkan ancak kazanmak uğruna sokaklarda direnileceğine inanan Ali İsmail Taksim Direnişinin son kurbanı oldu.
Onlar Taksim İsyanı’nda bir milat oldular, direniş oldular, yaşam oldular. Katil devlet ve eli kanlı iktidarlar bilsinler ki mücadelemiz devam ediyor, edecek; Ethem’ler, Abdullah’lar, Mehmet’ler, Ali İsmail’ler milyonlar olmuş direniyor, direnecekler!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.