Bir gün susuz kalmayı mı tercih ederdiniz iki gün aç mı?
Bir dostunuzla bir daha ömür boyu görüşmeyecek olsanız kimi seçerdiniz?
Anneniz mi hastalansın yoksa babanız mı?
Asılarak mı idam edilmek isterdiniz yoksa elektrikli sandalyede mi?
Cevap vermek güç, öyle değil mi? Bir seçim yapmak zorunda olduğunuzu size kimse söylemedi ancak seçenekleri görür görmez “acaba hangisini seçsem” diye düşünmeye başladınız. En sonunda da “Hiçbirini istemiyorum!” dediniz. Peki ya seçeneklerden biri daha tercih edilebilir görünseydi, doğru cevabı seçenekler dışında aramak aklınıza gelir miydi?
Geçtiğimiz ay meclisteki muhalif partilerden CHP ve MHP, insanların beğenmese de seçmeleri için ortak bir “çatı adayı” belirledi. Adaydan hoşnut olmayan, hatta adaya oldukça tepkili olanların pek çoğu önüne başka seçenek konulmadığı için oyunu çatı adaya kullanacak. “Beğenmesen de birini seç işte!” sloganı kulağa o kadar hoş gelmediği için “Tatava yapma, bas geç!” sloganı üzerinden yapılan propaganda yakın zamanda gerçekleşen yerel seçimlerde çok tutmuştu ve sözde seçmenler, sözde seçimlerini yapmak üzere mutlu mesut sandığa koşmuşlardı. Ancak aradan kısa bir zaman geçip de kendilerinden aynı şey istendiğinde, yaptıkları seçimlerin kendilerini ne kadar ifade ettiğini, geleceklerini belirleme inisiyatifinin gerçekten de kendilerinde olup olmadığını sorgulamaya başladılar.
Kapitalist sistemin reklam ve pazarlama anlayışı, açıkça ortada ki, ürün tanıtmak veya tercih edilebilir olmaya çalışmaktan ziyade çeşitli ikna ve manipülasyon tekniklerinden yararlanarak müşterinin tercihini belirlemek. Bu gizli kapaklı yapılan bir iş de değil; bu teknikler satış teknikleri veya sosyal mühendislik adı altında satışçılara ve pazarlamacılara öğretilmekte. Bu satış tekniklerinin bir tanesi seçimlerle doğrudan alakalı – ismi ise “acaba değil hangi” tekniği. Literatürde geçen tanımıyla bu tekniğe göre “bireye herhangi bir ürüne gereksinim duyup duymadığı ya da herhangi bir konu hakkında seçim yapmak isteyip istemediği sorulmadan, doğrudan seçenekler sunulur ve bir anlamda emrivaki yapılarak içlerinden birini seçmesi beklenir.” Size gösterilen kırmızı elbisenin mi yoksa mavisinin mi size daha çok yakışacağını düşünmeye başladığınızda, elbiseye ihtiyacınız olup olmadığı sorusu giderek daha az aklınızı kurcalayacaktır.
İnsanın doğuştan sahip olduğu (bu değiştirilemeyeceği anlamına gelmiyor) düşünme biçimine göre, elindeki seçeneklerden en iyisini seçmeye odaklanan kişi kendisine dayatılan seçeneklerin arasında olmayan bir alternatifi düşünmekte zorlanıyor. Bu düşünme biçimi hayatın her aşamasında bireye dayatılan seçeneklerle pekiştiriliyor. Bireyden beklenen “aşağıdaki seçeneklerden doğru olanı” işaretlemek. Ömrü boyunca bütün düşünsel aktivitesini bu yönde yoğunlaştıran birey, farklı düşünebilme alışkanlığı edinmekten yoksun bırakılıyor. Bunun bir sonucu olarak da bütün derdi seçimlerde hangi adayı seçeceği haline geliyor.
Siyaset rüzgârı ne yönden eserse essin, yönetmeye ve yönetilmeye dayanan bir sistemde “aşağıdaki seçeneklerden” hiç birisi doğru değildir. Sizi kimin yöneteceğine dair seçenekler gözünüze sokulup SEÇ! emrini aldığınızda, cevabını aramanız gereken soru “Beni en iyi yönetecek kişi kim?” değildir. Ömrünüz boyunca aklınıza bile gelmemesi için uğraşılsa da, kendinize asıl sormanız gereken soru “Beni birinin yönetmesini istiyor muyum?”dur.
Güven Salgun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.