İnsanın normal kabul edilen vücut sıcaklığı 36,12 ile 37,8°C arasıdır. Bu sıcaklık, ortalamanın bir derece dahi üstüne çıktığında yaşam fonksiyonlarımız tehlikeye girer. 40°C, durumun ölümcül olma eşiğidir. Bir insanın bedeni için birkaç derecelik fark bile bu kadar önemliyken küresel iklim değişikliği, dünyadaki canlı-cansız bütün varlıklar için kilit bir konumdadır.
Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün geçtiğimiz aylarda yayınladığı “2018 Yılı İklim Değerlendirmesi” bültenine göre, yaşadığımız coğrafya geçen yıl 1971’den bu yana en sıcak ikinci yılı yaşadı.
Geçtiğimiz yılla ilgili sıcaklık ve yağış gözlemlerinin 1981-2010 iklim periyodundaki normaller ile karşılaştırıldığı bültene göre yağışlar ise ortalama değerlerinin yaklaşık %15 üzerindeydi. 2018 yazının mottosu “esmiyor” iken aniden çıkan fırtınalar, bastıran yağmurlar herkesi şaşırtıyor; bu havada bir terslik olduğunu, görmek istemeyenlerin dahi gözüne sokuyordu. Bu yaz da benzeri bir durumun yaşanması bekleniyor.
Sadece yaşadığımız coğrafyada da değil bütün dünyada yapılan araştırmalar sonucunda gidişatın iyi olmadığına dair raporlar yayınlanıyor. Seller, kuraklık, deniz seviyesinin altında kalan ve kalacak olan bölgeler, tarım için elverişsiz iklim şartları vb. herkesi tedirgin ediyor.
1880’li yıllardan itibaren yapılan küresel meteorolojik kayıtlara göre, en sıcak 20 yıl 1996’dan bu yana olan 23 yıl içerisinde görüldü. IPCC (Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) 1.5°C Küresel Isınma Özel Raporu ise 2006-2015 yılı sıcaklıklarının, sanayi öncesi döneme göre 0.87°C arttığını ortaya koyuyor. Son 10 yıl (2009-2018) ortalama sıcaklık değerleri de sanayi öncesi döneme göre 0.93°C artış gösterdi.
Ekolojik Yıkım Alarmları
Eskiden madenciler madene inerken yanlarına kafese koydukları kanaryaları alırmış. Bu kanaryaların fenalaşması madencilere ortamda metan gazının arttığını haber verirmiş.
1750’den beri dünyanın atmosferinin metan gazı yoğunluğu %150 oranında arttı ve metan, sera gazlarının %20’sini oluşturuyor. Bugün bütün yeryüzünü uyarabilecek kanaryalar yok etrafımızda ama canlı-cansız bütün varlıklar bir şekilde alarm halinde.
Yapılan araştırmalar, dünya 2°C daha ısınırsa okyanusların akciğeri niteliğindeki mercan resiflerinin tamamen yok olacağı ortaya koyuyor. Böcek türlerinin %40’ının yanısıra birçok başka türün de yakın gelecekte tükenmesi bekleniyor. İklim değişikliği sebebiyle daha hızlı yayılacak olan salgın hastalıklarla milyarlarca insanın yaşamını yitirmesi; kuraklık sebebiyle su savaşlarının, devasa iklim göçlerinin gerçekleşmesi de öngörüler arasında. Araştırmaların ortaya koyduğu bir başka veri ise 2050’ye kadarki otuz yılda sıcaklığın 3-5°C yükseleceği yönünde. 2080’e kadar ise 9°C yükselebilir ki bu canlı türlerinin çoğunun yok olması anlamına geliyor.
Hal böyleyken, son yıllarda küresel iklim değişikliği, etkileri ve çözüm yolları neredeyse bütün dünyanın gündeminde. Isınma başta olmak üzere tüm değişikliklerin bilimsel kanıtları ve sebeplerinden daha fazla söz ediliyor.
Mevsim normallerinin çok çok altında ya da çok çok üstünde hava sıcaklıklarını, tükenen ya da belli bir süre sonra tükenecek olan türleri, iklim kuşağı normallerinin çok çok dışında iklim hareketlerini; selleri, fırtınaları, yangınları, evlerini sırtlarına alarak bunlardan kaçmaya çalışan insanları “çocuklar bile biliyor”. İklim değişikliğinin devletlerin sömürü ve savaşlarıyla, kapitalizmin dünyayı güneşin değil daha fazla kârın etrafında döndürmeye çalışan şirketleriyle ilişkisini de… Çocuklar bile biliyor demişken, 15 yaşında dünyadaki iklim hareketinin sembollerinden biri haline gelen Greta Thunberg’in Davos’taki Dünya Ekonomi Zirvesi’nin katılımcısı olanlara söylediklerini hatırlayalım: “1500 özel jetle geldiniz. Dünyayı mahveden sizsiniz!”
Neydi Gerçekten Dünyayı Mahveden?
Tarih boyunca iklimde değişiklikler olmuştur; buzul çağı ya da uygarlıkları bitirdiği iddia edilen kuraklıklar eninde sonunda geçip gitmiştir. Güneşte yaşanan değişimler, büyük meteorlar ya da volkanik patlamalar dünyanın sıcaklığını değiştirebilecek güçtedir ancak dünyayı mahvedenler bunlar değildir.
1800’lerde ortaya çıkarak bütün gidişatı değiştiren sanayileşmenin etkileri iklim değişikliğinin bu kadar gündemleşmesinin en önemli sebeplerindendir. Son 2 yüzyılda gerçekleşen ekolojik yıkım, önceki 2 milyon yıldakinden fazladır. Ekolojik uyum yerine doğaya hakim olma ilkesi benimsenerek insanın doğadaki diğer bütün canlı-cansız varlıklardan daha üstün görülmesi bugün bu meseleyi bu kadar can yakıcı hale getirmiştir. Günümüzde ekolojik yıkımın önemli göstergelerinden olmasının yanı sıra birçok yeni yıkımın da sebebi olan kirli hava, o dönemde -sanayi doğayı hızlıca talana giriştiğinde- sanayileşmenin sembolü olmasından dolayı insanlar için övünç kaynağı olmuştur. Sanayileşmeyle birlikte ekolojik yıkımlar yalnızca gerçekleştirildikleri alanla sınırlı kalmamış, yapılan tahribatlarla açığa çıkan ağır gazlar ve atıklar, havayı da suyu da toprağı da tekrar tekrar kirletmiştir.
Öyleyse projeksiyonumuzu çevirmemiz gereken kısımda fosil yakıt denilen kömür, petrol, doğalgazın kullanımı var örneğin. Atmosfere yayılan gazların atmosfer üzerinde bir sera etkisi yaratması var. Toprağa vuran güneş ışınlarının çarpıp geri gitmesi gerekirken bu etki sebebiyle gidememesi; sıcaklığın beklenmeyen bir hızla artması, 350 ppm (milyonda parçacık sayısı) olması gereken atmosferdeki karbondioksit oranının 410 ppm’in üzerine çıkması var. Son 800 bin yılın hiçbir döneminde karbondioksit oranının bugünkü kadar yükselmediği biliniyor mesela. Acilen bu oranın 350 ppm’e dönmesinin gerektiği ancak bu gidişle 2050 yılında 500 ppm’e çıkacağı söyleniyor ve oradan dönüş yok.
Hiç şüphe yok ki projeksiyonumuzu çevirmemiz gereken kısımda devletler ve kapitalizm var. İddia edilenin aksine insanların değil onların enerji ihtiyacını karşılamak için kurulan hidroelektrik, jeotermal, rüzgar, güneş, termik, nükleer vb. santraller var. Tarımı endüstriyelleştirenler, toprağı kimyasallara boğanlar var. Hayvan endüstrisi var ve bu endüstrinin atmosfere saldığı gazlar sera gazlarının %11’ini oluşturuyor. Yeşili kesip griyi dikenler, doğanın tamamını rant alanına çevirenler var.
Bir Şeyleri Değiştirmek Lazım!
Bir uçağın havadayken arızalanıp düşme ihtimalinin %50 olduğu bilinirse o uçağa kimse binmez, uçak tamir edilir. Peki iklim değişikliğinin gidişatındaki risk oranı bundan çok daha yüksekken neden bu durum değiştirilmiyor?
Günümüzde iklim değişikliği sadece bireylerin, örgütlerin, toplulukların değil “yenilenebilir çıkar ve sürdürülebilir kâr” amacı güden devletlerin ve şirketlerin de gündemindedir. Bunlar çeşitli stratejik anlaşmalarla amaçlarına ulaşmaya çalışırlar.
Bir önceki dönemde bu anlaşmanın adı Kyoto Protokolü’ydü. Bu anlaşmayla kurulan, başta fosil yakıtlar olmak üzere pek çok unsurun ortaya çıkardığı tehdidin fazlaca büyümesinin ardından, gerçekleştirilen ekolojik yıkımın telafisi için karbon ticareti (kirli hava ticareti), yenilenebilir&sürdürülebilir enerji gibi yöntemlerle doğanın henüz yeterince talan edilmemiş kısımlarını da talana açan bir mekanizmaydı. Bugün söyleyebiliriz ki bu plan tutmadı. İklimin de, bir bütün halinde doğanın da, bu protokolle kurtarılamayacağını kendileri dahi kabul ettiler. Şimdi sırada başka başka planlar, anlaşmalar, stratejiler…
Bunlardan en çok konuşulanı Paris Anlaşması. Sadece devlet ve şirketlerin değil çeşitli STK’ların da umut bağladığı bu anlaşmayla Kyoto Protokolü’nün arasında çeşitli farklılıklar var. Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ilişkin örneğin; Kyoto Protokolü’ne göre sayıları kırkı bulan “gelişmiş devletler” emisyonlarını 2008-2012 arasında 1990 yılına göre en az %5, 2013-2020 arasında ise en az %18 azaltmakla yükümlüydü. Paris Anlaşması’nda ise böyle sayısal bir emisyon azaltım hedefi değil genel bir hedef bulunuyor; sanayileşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışını 2°C’nin olabildiğince altında kalmasını sağlamak ve en fazla 1,5°C (IPCC 1.5°C Küresel Isınma Özel Raporu) ile sınırlandırmaya çalışmak. Bu anlaşmaya göre Türkiye de dahil olmak üzere 195 devlet, emisyonların azaltılmasına katkı sağlamak durumunda.
Sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlandırmanın ancak karbon emisyonunu 2030’a kadar (sadece 11 yıl içinde) yarıya indirmek ve 2050’ye kadar sıfır noktasına getirmekle mümkün olabileceği açıklanmıştı. Ancak Uluslararası Enerji Ajansı’nın Yeni Politikalar Senaryosu’na göre bu süreç -gidişat değişmezse- 2,7-3°C’lik ısınmayla sonuçlanacak.
Patika Ekoloji Dergisi’nin ilk sayısında yapılan Kyoto Protokolü ile ilgili tespit bugün Paris Anlaşması’ndan bahsederken hala geçerliliğini koruyor: “Aslında toplanış amaçları bakımından ‘iklim değişikliğine’ dur demek için bir araya geldiklerini iddia eden bu büyük lobilerin, iklim değişikliğine karşı değil, kendi sömürü düzenlerini daha ‘temiz’ nasıl devam ettirebileceklerini konuşmak için masa başına oturdukları açıktır.”
Şimdi bir düşünün; daha fazla rant daha fazla kâr ve daha fazla çıkar uğruna var olan ekolojik yıkımın tamamının faili olan devletler ve kapitalizm iklim değişikliğini nasıl durdurabilir? İklim değişikliğini durdurmak için onlardan nasıl medet umulabilir?
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.