Kürtajın suç sayılarak yasaklandığı bir coğrafyada istemediğiniz bir hamilelik yaşarken bilboardlarda, gazetelerde, dergilerde bir ilan gördüğünüzü düşünün; “Hamile misiniz? Dayanışmaya mı ihtiyacınız var? Jane’i arayın!”
1960’lı yılların sonunda Chicago’da, yani Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtajın yasak olduğu dönemlerde kurulan gizli bir kürtaj servisi Jane Kolektifi. Çeşitli yerlere verdiği ilan ve reklamlarla kürtaj olmak isteyen kadınlara çağrı yapıyor.
Kod adları “Jane” olan kadınlar tarafından kurulan bu kolektifin ilanlarında görülen numarayı aradığınızda bir telesekreter tarafından karşılanıyorsunuz. Telesekretere isminizi, telefon numaranızı ve hamileliğiniz kaçıncı haftasında olduğunuzun bilgisini verdikten kısa bir süre sonra, bir Jane size geri dönüyor ve kürtaj konusunda sizinle dayanışma göstereceklerini belirtiyor. Bir Jane sizi kürtaj olacağınız gizli evlerden birine ulaştırıyor; başka bir Jane size kürtaj yapıyor; bir diğer Jane kürtaj sonrasında tedavinizi düzenliyor… Jane Kolektifi’nin ördüğü bu dayanışma ile kürtajın yasak olduğu bir coğrafyada, 4 yıl boyunca toplamda 11.000’den fazla kadına gizlice kürtaj yapılıyor.
Kolektif üyesi Jane’ler, devlet tarafından “suç” denilerek yasaklanan kürtajın bilgisini birbirleriyle paylaşarak kürtaj olanağını daha fazla kadına ulaştırmayı amaçlıyor. Kürtaj yaptıkları süre zarfında durdurmakta zorlandıkları bazı kanamaları deneyimleseler de, Jane Kolektifi üyesi kadınlar, kürtaj yaptıkları hiçbir kadının yaşamını yitirmesine izin vermiyorlar; dayanışmayla yaşatıyorlar.
Kolektifin gizli evlerinden bir tanesi 1972 yılında ifşa edilince polis tarafından basılıyor. Evi basan polisler kürtajı yapanın erkek bir doktor olduğunu düşünerek evi didik didik ediyor. Kürtajı yapanın da kolektifin sürüdürülebilirliğini sağlayıp sayısız kadına kürtaj olanağı sağlayanın da kolektifin isimsiz “Janeleri” olduklarını öğrenince, evde bulunan 7 Jane’i tutukluyor. Polis tarafından tutuklanan Jane’ler ise bindirildikleri polis aracında, kürtaj isteyen kadınların isimlerinin yazılı olduğu kağıtları yutarak kürtaj olmayı bekleyen kadınlarla dayanışmalarını sürdürüyor.
Kolektif üyelerinin tutuklanmasından kısa bir süre sonra mahkemenin verdiği karar ile Amerika Birleşik Devletleri’nde kürtaj bir suç olmaktan çıkarılıp yasalaşıyor. Jane Kolektifi’nin ördüğü dayanışma ile onbinlerce kadın kürtaj olma imkanını bulmuşken kolektif, verdiği mücadele ile kazanıyor.
Kanunen “Yasal”, Fiilen Yasak
Türkiye’de isteğe bağlı kürtaj 1983 yılında yasalaştığında; hamilelikler kanunen 10. haftanın sonuna kadar, kadının “mağdur” olması durumunda ise 20. haftanın sonuna kadar sonlandırılabiliyordu. Ancak yine de herkesin bu “hak”ka kolayca ulaşabilmesi söz konusu değildi. Yeterli donanıma sahip personelin yokluğu ve hastanelerin bu duruma adaptasyon problemi, kürtajın fiilen uygulanmasının önünde büyük bir engeldi.
Bugün Sağlık Bakanlığı, gebeliğin 10. haftası dolana dek annenin sağlığı açısından tıbbi bir sakınca olmadığı takdirde istek üzerine kürtaj yapılabildiğini belirtse de pratik uygulamalar bunun yalnızca bir iddia olduğunu kanıtlıyor.
İsteğe bağlı kürtajın yapıldığı iddia edilen devlet hastanelerinde, pratik olarak kürtajın yapılmadığı ve hatta engellendiği ortada. Devlet hastanelerinde isteğe bağlı kürtaj, doktor performans sistemi kapsamında puan sağlasa da hastaneye bir getiri sağlamaması sebebiyle fiiliyatta uygulanmıyor.
2016 yılında yayınlanan “Devlet Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri” başlıklı rapora göre, 81 ilin 53’ünde isteğe bağlı kürtaj hizmeti yok; Batı Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde bulunan devlet hastanelerinin hiçbirinde ise isteğe bağlı kürtaj yapılmıyor. İstatistiklere göre bugün coğrafya genelindeki 431 devlet hastanesinin yalnızca %7.8’inde isteğe bağlı kürtaj yapılırken %11.8’inde de hiçbir koşul altında kürtaj yapılmıyor. İsteğe bağlı kürtaj oranının bu kadar düşük olması, kürtaj olmak isteyen kadınları “özel kliniklere” ve “özel hastanelere” mecbur bırakırken; ekonomik imkansızlıklar sebebiyle kürtaj yaptırma imkanı bulamayan kadınlar için bu durum doğurmayı zorunlu hale getiriyor…
Bir Nüfus Politikası Olarak Teşvikler, Kısıtlamalar, Yasaklar
Devlet bir yandan kürtajı ve doğum kontrol mekanizmalarını giderek kısıtlarken, bir yandan da nüfus politikalarının bir parçası olarak tüp bebek tedavisini de teşvike devam ediyor. Her evlilikte üç denemeyi de karşılayan SGK, daha önceki evlilikten çocuk olsa ve ayrıca evlat edinilmiş olsa dahi, söz konusu tüp bebek teşvikine bir engel görmüyor. Doğum kontrol mekanizmaları ve aile planlanması devlet eliyle yasaklanır ya da kısıtlanırken “bir nüfus politikası” olarak üremeye teşvik giderek artırılıyor…
Kürtaj tartışmalarının dışında, devletin üreme sağlığına yönelik uygulamaları da aslında resmin bütününü bir nüfus politikası olarak görmemize olanak veriyor. 9 yıl öncesine kadar sağlık ocaklarında ücretsiz verilen ve SGK reçeteleriyle ücretsiz alınabilen doğum kontrol hapları, 2012 yılında SGK sisteminde yapılan bir değişiklik ile “pasif ilaç” kategorisine alınmıştı. Söz konusu tarihten itibaren ise doğum kontrol haplarının satışı ücretli yapılmaya başlandı. Doğum kontrol haplarının sadece tedavi amaçlı değil, hamilelik önleme amaçlı kullanıldığı da göz önünde bulundurulduğunda; bu değişimin üreme sağlığı hakkına yönelik bir yaptırımı da beraberinde getirdiği açıktır. 2017 yılında Sağlık Bakanlığı’nın Aile Hekimliği uygulamasında yaptığı bir başka değişiklik ile birlikte ise doğum kontrolü için rahim içi araç (spiral) uygulamasına da son verildi.
Aslında bu ve benzer uygulamalar ile doğum kontrol mekanizmalarının giderek kısıtlandığı açıkça görülüyor. Söz konusu kısıtlamalar istenmeyen hamileliklerin sayısında bir artışı beraberinde getirirken; kürtaja yönelik yasaklar ve kısıtlamalar ise kürtajı fiilen yasak, doğurmayı da zorunlu hale getiriyor.
Karar da Yaşam da Bizimdir!
Erdoğan 2008 yılında “en az üç çocuk” söylemi ile üreme ve aile planlaması tartışmalarının hararetlenmesine sebep olmuş; 2012 yılında ise “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyerek Roboski Katliamı’nı gizlemek ve aklamak için kadın bedenine saldırmıştı. Ayrıca AKP, 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’nda ise “toplam doğurganlık hızının tecriden yükseltilmesi”ni hedeflediğini açıkça ifade etmişti.
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde; doğum kontrolüne ya da kürtaja yönelik getirilen kısıtlamaların aslında bir nüfus politikasının parçaları olduğunu görmek mümkün.
Kadının kimliğini de bedenini de bir politika aracı olarak kurgulayan ve kullanan erkek iktidarlar bizlere böyle saldırırken belki de çözüm sırtımızı birbirimize yaslamakta, birbirimizin elinden tutup birbirimizden güç almakta. 2012 yılındaki büyük kürtaj eylemlerinde hep bir ağızdan haykırdığımız gibi “Karar da yaşam da bizimdir!” diyerek getirilen kısıtlamalara, artırılan yasaklara karşı yeni Jane’lere dönüşerek birbirimizin çaresi olmakta, dayanışmayla yaşamakta…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın