Yunanistan’daki Anarşist Politik Organizasyon’dan (APO) kadınlar tarafından iki yıl önce kurulan Ataerki Karşıtı Grup Ocak ayında Kadıköy 26A Mor Atölye’nin davetiyle İstanbul’daydı. APO bileşeni beş ayrı örgütlenmeden kadınlarla niçin bir kadın örgütlenmesinin ihtiyacını hissettiklerinden Yunanistan’da kadınların durumuna ve anarşist hareketin pratiklerine kadar pek çok konuya değinen bir röportaj gerçekleştirdik.
Ataerki Karşıtı Grup’un nasıl kurulduğundan biraz bahseder misiniz, özörgütlü bir anarşist kadın mücadelesine neden ihtiyaç var?
Ataerki Karşıtı Grup’u APO’nun içinde kurduk çünkü sömürülen ve baskı altında tutulan bütün ezilenlerin yanında, kadınlar olarak cinsiyet alanındaki baskıyı deneyimlemiştik.
Anarşistler olarak, baskılanmış yaşamların özgürlüğünün “aydınlanmış öncülerin” ellerinde değil ancak kendileri için eyleyecek olan ezilenlerin ellerinde olduğu fikrini savunduk. Biliyoruz ki özgürlük ne bahşedilebilir ne de hediye edilebilir ancak mücadeleyle kazanılabilir. Bu bakış açısıyla, kadınların kendilerini ataerkinin zincirlerinden özgürleştirmek için verdikleri mücadele, devlete ve kapitalist sisteme karşı toplumsal özgürlük için verilen mücadelenin bütünsel bir parçasıdır.
İki yıl önce, başlangıçtan beri öncelikli olarak dikkatli bir şekilde, küçük ama kararlı adımlarla ilerledik. Bu dönemde, Anarşist Kadınlar’la politik bağlar kurduk. Geçtiğimiz yıl İngiltere, Kolombiya, Slovenya, Şili ve New York’un aralarında bulunduğu, dünyanın farklı yerlerinden yoldaşların mesajlarıyla birlikte 8 Mart için özel olarak hazırlanan Meydan’ın kadın dayanışması için mesaj çağrısına cevap verdik. APO’nun yayınladığı “Toprak ve Özgürlük” gazetesinde de onların dayanışma mesajlarını yayınladık.
Bu süreçte karşılaştığınız zorluklar neler oldu? Anarşist mücadele içerisinden eleştirel düşüncelerle karşılaştınız mı?
Ataerki, kapitalist sistemden önce de vardı ve onun kurumsallaşması için kullanıldı. İç içe geçmiş sayısız farklı görünümünü barındırıyordu, tarihsel boyutuyla devlet ve kapitalizmin otoritesiyle olan bağından, modern versiyonu olan “ana akım feminizme” (kadınların taleplerinin otoriter sisteme katılımla denkleştirilerek kadın mücadelesinin deforme edilmesi), bu konunun kısmen ya da hatta tamamen akademik bir alana (ayrıcalıklara sınırlandırılmış bir erişimle) sıkıştırılmasıyla ezilenlerin mücadelesine karşı bir konuma geçti.
Biz anarşistlere göre, ataerki tek boyutlu değildir. Sınıfsal bir boyutu vardır; ırkçılıkla, dünyadaki kuzey-güney ayrımıyla, göç ve göçmenler meselesiyle, cinsellikle, şiddetle, kurumsal ve sosyal adaletsizliklerle vb. farklı görünüşleri vardır.
Amacımız, baskılanan ve sömürülenler için tek gerçekçi çözüm olarak ezilenlerin bu mücadele alanlarını yeniden domine etmesini sağlamak ve direnişi daha geniş bir bakış açısıyla toplumsal devrime kanalize etmek.
Batılı toplumlar kadınlar için daha liberal ya da “özgür” görünüyor olsa da biliyoruz ki kadınlar hala batı “demokrasilerinde” hiyerarşiyle, baskı ve şiddetle karşı karşıya kalıyor. Yunanistan’da kadınların ne gibi sorunlarla karşı karşıya olduğundan bahsedebilir misiniz?
Özellikle şu sıralar devlet ve kapitalizmin saldırısı Yunanistan’da devasa bir baskı ve sömürüyle devam ediyor. Şu anki durum toplumsal ve sınıfsal direnişlerle aynı zamanda süren iflas sisteminin yozlaşması ve uzun zamandır sınıfsal işbirliğini geçerek ulusal işbirliğine dönüşümü olarak özetlenebilir.
Sosyal yamyamlık iktidarlar için arzulanan bir durum. Çünkü toplumun öfkesini manipüle ediyor ve sınıf mücadelesini, dünyanın sefaletinin ve ezilenlerin süregiden yoksulluğunun gerçek sorumlularından uzakta bir yere naklediyor. Bu gerçekliğin içinde ataerki, otoriter dünyanın temel bir parçası olarak toplumu birbirine yabancılaştırıyor ve zayıflatıyor.
Bununla paralel olarak tecavüzcülerin aklanması, tecavüze karşı direnen kadınların tutsak edilmesi, HIV pozitif kadınların aşağılanması ve kapatılması, hamile kadınların işten kovulması, işyerlerinde kadınlara yönelik sömürünün artması, adaletsizliğin ve sömürünün karşısında duran kadın mücadelesine yönelen baskı ve saldırılar, binlerce göçmen kadının konsantrasyon kamplarına -korkunç koşullarda- kapatılması, kadın ve çocukların satıldığı uluslararası köle ticareti vb. sürüyor. Köle ticaretini sürdüren ve aklayanların, LGBTQI+ örgütlenmesinin eylemcisi Zak Kostopoulos/Zackie Oh’yu katledenlerin, güçlünün zayıfa karşı şiddetini yükseltenlerin, toplumsal ve sınıfsal piramitte yukarıda olanların şiddetinin cinsiyete dayalı ötekileştirme ve tacizle devam ettiğini görüyoruz.
Sonuç olarak her güne yayılan bir devrim idealiyle anarşizmi düşünüp kendimizi ve yaşamlarımızı özgürleştirmenin nasıl gerçekleşebileceği hakkındaki düşünceleriniz neler? Okurlarımıza ne söylemek istersiniz?
Mücadele edenler olarak -hem anarşist hem de kadın olarak- yapmamız gereken tek şey birbirimizle dayanışma içerisinde olmaktır; dünyanın her bir köşesinde, bütün ezilenlerle birlikte, ortak düşmanlarımıza karşı örgütlenmektir. 19. yüzyılda Amerika’daki göçmen kadınların kanlı grevlerinden İberya Devrimi’nde Mujeres Libres’li kadınlara, Chipas’taki Zapatist kadınlardan Rojava’nın ve Türkiye’nin militan kadınlarına, Arjantin’in ve Şili’nin Mapuche yerlilerinin topraklarını gasp edip yağmalayanlara karşı mücadele eden kadınlardan Standing Rock ve Black Lives Matter direnişçilerine; mücadele eden kadınlardan aldığımız ilhamla ataerki, devlet ve kapitalizmle kavga ediyoruz. Toplumsal eşitlikle; saygınlık, adalet ve özgürlükle dolu; kadınların özgürleştiği yeni bir dünya kuracağız yani toplumsal özyönetim, anarşizm ve özgürlükçü komünizmi.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Dünyanın her yerinde mücadele eden bütün kadınlarla, dayanışmayla!
İlk Yorumu Siz Yapın